29 Ağustos 2022 Pazartesi

Gemiler

 İlhan İrem’in değerli hatırasına saygı ile…


***

Radyo, Televizyon ve Sinema Fakültesi’ni bitireli bir yıl olmuştu. Üç kuruşa hayatını idame ettirebilmek için meslek ahlakını rafa kaldırmış, patronlarının çıkarlarına hizmet etmek için güdülenen kölelere dönüşmüşlerle, patronlarının çıkarlarına ters olmayan ama başka birilerine fayda sağlayacak haberleri yaparak nemalanan düzenbazlarla, aynı ofiste çalışmak için oradan oraya iş görüşmesine gitmiştim. Hiçbiri bana olumlu yanıt vermemişti. Kendi kendimi sorguluyordum, zaten işe girsem bile kısa sürede beni işten çıkarırlardı. Onların istediği türde bir çalışan olamayacak kadar doğrularım vardı.  

Sabah olunca yataktan hiç çıkasım yoktu. Bir süre tavana bakarak düşündüm. Sonra yan tarafa dönüp uyumaya çalıştım ama artık uyanmıştım, uykuya yeniden dalamıyordum. Yatağımın içinde doğruldum ve yanımdaki kitaba elimi uzattım. Kaldığım yerden okumaya devam ettim. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamışım. Annem, odamın kapısından kafasını uzatıp bana seslenmişti.

-Kızım uyandın mı? Hadi artık kalk, dışarıda işimiz var.

Kafamı kaldırdığımda annemin gülen yüzünü gördüm.

-Hayırdır anne, bugün çok mutlu gözüküyorsun.

İçeri girip, ayakucuma oturdu. Elini göğsünden içeri sokup bir zarf çıkardı. 

-Baban bunu sabah giderken verdi. “Kızıma bir şeyler al” dedi.

-Anne ya, ne gerek var? Benim üstüm başım var. Bununla market alış verişi yapalım.

-Olmaz kızım, baban kızar. Adamın gönlünden kopmuş. Hadi kalk kahvaltını yap da, çıkalım.

Babam vergi dairesinden emekli olduktan sonra da çalışmaya devam ediyordu. Bize söylediğine göre belediyede çalışıyordu ama tam olarak ne iş yaptığını bilmiyorduk. Belediye’nin çevre başkanlığı diye bir birimi varmış. Sorduğumuzda bize kızmıştı; 

-Vergi Dairesi’nden emekli memurum. Ne yapabilirim ki? Aşçılık yapıyorum, tamam mı? Rahatladınız mı?

Bu cevaba annemle beraber çok gülmüştük. Çünkü babam, sahanda yumurta bile yapamayan adamdı.  Bildiğimiz, sabahları çok erken evden çıktığı ve akşam olmadan döndüğüydü. Evin faturaları, kirası ödeniyordu ve soframıza yemek koyabiliyorduk. Sanırım bizim için ötesi çok da önemli değildi.

Annemle mağazaları dolaşırken en çok O mutluydu. Uzun süredir alış verişe çıkmamış bir kadın için bundan daha iyi bir terapi düşünülemezdi. Annem, her zaman olduğu gibi, “kızım senin eteğin yok, senin kotun eskidi, senin montun yıpranmış” şeklinde beni yönlendirmeye çalışıyordu. En sonunda anneme karşı çıktım; 

-Hayır anne, benim ihtiyacım olan tek şey iç çamaşırı.

Şaşırmış bir şekilde yüzüme baktı. 

-Kız yoksa senin sevgilin mi var?

-Evet, var anne. Bunun neresi tuhaf?

-Kızım baban çok kızar. Eğer ciddi değilse sakın söyleme.

-Ciddi anne hem de çok ciddi. Birbirimizi çok seviyoruz.

-Kızım o zaman neden gelip istemiyorlar?

-Çünkü O da benim gibi işsiz, tamam mı? Babam sorduğunda ne cevap verecek çocuk?

Annem, üzüntüyle başını önüne eğip, arkasını dönerek mağazanın içinde yürümeye başladı. Sonra bana döndü.

-Alt katta.

-Ne alt katta anne?

-İç çamaşırları. Gecelikler filan. Hadi gel.

Annem elini uzatmış, benim gelmemi beklerken hızlı adımlarla yanına gidip elini tuttum. Yürüyen merdivenlerden inerken kulağına fısıldadım.

-Belki senin için de bir şeyler vardır. 

-Kızım o nasıl söz aaaa, ayıp bir daha söyleme.

-Niye ayıp olsun anne, sence babam hak etmiyor mu böyle bir şeyi?

-Tüü sana. Ben seni böyle mi yetiştirdim? Anneyle böyle şeyler konuşulur mu? Edepsizlik etme.

-Aman anne ya, hadi ama azıcık hayatına renk gelsin. 

-Benim hayatım yeterince renkli. Sen kendine bak.

Mağazadaki en seksi iç çamaşırları denemiş, iki tanesinde karar kılmıştım. Böylece annem için de harcayacak para kalacağını hesap ediyordum. Üstümü giyinip soyunma kabininden çıkınca, annemi aynanın karşısında kırmızı bir geceliği üstüne tutarken gördüm. Yanına gittiğimde utanarak yerine koydu. Geceliği olduğu yerden aldım ve aynanın karşısına geçerek üstüme tuttum.

-Çok güzel değil mi?

-Çok genç işi. 

-Anne sen de gençsin.

-Olduğu gibi içini gösteriyor. Bu giyilir mi hiç?

-Tamam işte, çıplak bedenine giyersin ve kocanın karşısına geçersin. 

-Kızım sen ne ara bu kadar terbiyesiz oldun aaaaaa? Hiç utanman yok mu senin?

-Anne eğer bunu almazsan, ben de beğendiklerimi almayacağım. Hemen eve dönelim.

Annem, geceliği elimden alarak suratıma sert bir bakış fırlattı. Aynaya dönerek üzerine tuttu.

-Şimdi bunu mu almalıyım diyorsun?

-Evet anne, sana çok yakışacak.

Kızından bile utanan annemim suratı, üzerine çamaşır suyu dökülmüş siyah renkli bir tişört gibi beyaza dönüşmüştü. “iyi tamam, hadi kasaya gidelim”

Akşam yemeğinde sofraya oturmuştuk. Babam anneme “eline sağlık hanım” derken, annemin ne ara bu yemekleri yaptığını sorguluyordu.

-Yahu siz bugün alış verişe gitmediniz mi? Ne ara yaptın bunları?

-Aman canım, kızım yardım etti, hemen hazırladık işte.

-Bu pilavı hanginiz yaptı?

-Kızım yaptı babası.

-Aferin kızım, eline sağlık.

-Afiyet olsun baba.

Babam bir yandan yemeğini yerken, bize bir arkadaşının oğlundan bahsediyordu.

-Siz tanımazsınız, bir arkadaşımın oğlu var. O da senin gibi iş arıyor kızım. Her geçen gün iş bulmak daha da zorlaşıyor. Çocuk mühendis ama iş bulamıyor. İşi olmadığı için de evlenemiyormuş. 

-Baba mühendisin işi daha kolay. Sonuçta binlerce şirket var. Benim medya sektöründe iş bulmam daha zor.

-Çocuk iş bulmuş aslında. Ancak dik kafalı bir çocuk. Ben ülkeyi soyan şirketin mühendisi olmam diyor. Teklifi geri çevirmiş.

-Tam benim kafadanmış. Isındım çocuğa haaa.

-Ben de öyle dedim zaten. Benim kızım da senin gibi dedim. Sizi evlendirelim de, ikiniz de aç kalın diye takıldım.

Anneme sevgilim olduğunu söylediğim için, lafı değiştirmek için babama sordu.

-Canım sana bir duble doldurayım mı?

-Dur hanım şimdi lafı değiştirme. İşin şakası bir yana, hem yakışıklı hem akıllı çocuk. Bir ara tanışmanızı çok isterim. Bugün işi gücü yok ama nasıl olsa bir yere kapağı atar. Bu devirde böyle adam kalmadı. Sen bi düşün kızım. 

-Sağol baba, ben almayım.

-Zaten başka bir cevap beklemiyordum. Tam senden beklediğin cevabı verdin. Eee söyleyin bakalım, bugün neler aldınız?

Babam, kendisi için koyulan kâsedeki salatayı kaşıklarken, annemle birbirimize baktık. Haliyle cevap veremedik.

-Ne aldınız diyorum? Alış verişe gitmediniz mi?

Annem, benim cevap veremeyeceğimi bildiği için hemen devreye girdi.

-Aldık işte bir şeyler. Çok da ihtiyacı yokmuş, ufak tefek şeyler aldık geldik. İşte çorap filan.

Annem elini göğsüne uzatarak bir zarf çıkardı. Babamın tabağının yanına koydu.

-Bunlar arttı bey. Başka ihtiyaçlarımız için kullanırız.

-Teşekkürler babacığım. Aslında her şeyim vardı ama ufak tefek bir şeyler alıp döndük.

Babam, iştahla yediği yemeği, sanki kafasına silah dayanmışçasına zorla bitirdi. Gecenin kalanında hiç konuşmadı. Belli ki kızmıştı. Tüm gece asık suratıyla televizyona boş gözlerle baktı. “İyi geceler, yarın erken kalkmam lazım” diyerek yerinden kalkarken annem de hareketlendi. Beraber yatak odasına girdiler. Ben de, salonun ışıklarını kapatıp odama giderken, annemin masaya koyduğu zarfın hala orada olduğunu gördüm.

Sabahın ilk ışıklarıyla uyanmıştım. Gece, uykuya dalmadan önce gökyüzünü izlemek için açık bıraktığım perdeden giren güneş ışığı, odayı aydınlatıyordu. Odamın kapısından çıkıp mutfağa doğru giderken, gülüşme sesleri geliyordu. Belli ki annem, dün gece çıplak vücuduna yeni aldığı kırmızı geceliği giymişti. Babamın “aşkım”, “sevgilim”, “hayatım” sözleriyle annemi mutfak tezgâhında sıkıştırmasından anlaşılıyordu.  

“Günaydın” diyerek ortama muhteşem bir giriş yaptığımda, ikisinin de elleri ayaklarına dolanmıştı. Babam hemen dün akşamki moduna geçiş yaparak, tok bir sesle “günaydın” diye cevap vermişti. Annem, kendisini babamdan daha hızlı toplamıştı.

-İyi ki erken kalktın kızım. Bak baban çok üzülmüş, dün hiçbir şey almadık diye. Kahvaltıdan sonra alış verişe gideriz.

-Olur mu baba, ben ihtiyacım olanları aldım. 

-Olmaz kızım, bak pantolonun yırtık dolaşıyorsun. Annene de söyledim, gidin bir tane kot alın.

-Ama baba bu moda. Herkes yırtık kotla geziyor.

-Başlarım öyle modaya. Yarın iş görüşmesine giderken yırtık kot ile mi gideceksin? Ben patron olsam, karşıma öyle geleni işe almam.

-Tamam baba, sen nasıl istiyorsan.

-Tamam kot alma mont al, bir gece kıyafeti al, ayakkabı al. Bak güzel kızım, biliyorum sen bizi düşünüyorsun ama sen benim tek evladımsın. Ben de bir baba olarak bir şeyler yapmak istiyorum.

-Tamam baba, senin dediğin gibi yapacağım. Bugün annemle çıkar, alırız.

-Hah şöyle ya. Ohh be. Vallahi rahatladım. Aşkım sen gel şöyle otur, ben çayları doldururum.

Annem sabahlığını, ateş gibi yanan kırmızı geceliğini örtecek şekilde kapatırken, babamın kendisi için çektiği sandalyeye kraliçe edasıyla oturmuştu. Birbirimize bakıp göz kırpmıştık.

Babamı işe yolculadıktan sonra, annemle sofrayı topluyorduk. Durup dururken bana sertçe çıkıştı.

-Bana bak kız, o aldıklarını evlenmeden önce sakın giyme.

-Anne ya.

-Beni dinle kızım. Sakın ha. Erkekler üzerinde acayip etkili. Babana baksana. Sakın ha kızım, sakın ha.

-Anne ya, tamam, offff yaaaa. 

-Hiç öf püf yapma. Hadi etrafı toplayalım da çıkalım.

Dün gittiğimiz mağazalardan birine girdik. Kadın reyonu bir alt kattaydı. Mağazanın içindeki yürüyen merdivene doğru ilerledik. Annem öndeydi. Ayağını atmasıyla yürüyen merdivenin son basamağına kadar yuvarlanması bir anda gerçekleşti. Merdivenleri hızla inerken annemin inleme sesleri artıyordu. O sırada kafamın içinde bir ses duydum. Sanki birisi kulağımın dibinde fısıldıyordu.

-112’yi ara.

Yaşadığım panikle sesi önemsemedim. Çığlık çığlığa annemin yanına gittim. Ayağı kırılmış, derisini bile delip dışarı çıkmıştı. Kafamdaki ses tekrarlıyordu.

-112’yi ara.

Çaresizce annemin acı çektiğini izlerken bağırdım.

-112’yi arayın.

O sırada alış veriş için gelenler başımıza toplanmış, türlü yorumlar yapıyorlardı.

-Çok kötü kırılmış ya.

-Sarhoş muydu acaba?

-Kanka, bu kadın bunu nasıl başarmış?

Elimi cebime atıp 112’yi aramış, konumu söylemiş ve annemin durumunu aktarmıştım. 112’yi beklerken, aynı ses kulağıma fısıldadı.

-Buz koy.

Etrafıma baktım, kulağıma fısıldayacak kadar yakın kimse yoktu. Anlam veremedim ama kalabalığa çaresizce dilendim; 

-Lütfen bir yerlerden buz bulur musunuz?

İyi giyimli onlarca kişi sadece bizi izliyordu. Hiçbiri hareketlenmedi. Üzerindeki önlükte, mağazanın içindeki kafenin adı yazılı, esmer, uzun boylu, garson kıyafetli biri kalabalığı yararak yanımıza geldi. 

-Abla, sen bunu al, ben daha fazlasını bulacağım.

Bir avuç dolusu buzu avuçlarıma doldurup gitmişti. Buzları annemin bacağında ovuşturarak dolaştırdım. Ellerim buzun soğukluğundan yanmaya başladığında, garson bir poşet ile yeniden gelmişti. Buz dolu poşeti annemin bacağına sarıp sarmaladık.  Garson anneme seslendi;

-Teyzeciğim merak etme iyileşeceksin. Benim de ayağım kırıldı, bak şimdi nasılım. Sen de iyileşeceksin. Bak kızın yanında, şimdi ambülans da gelecek, bir şeyciğin kalmayacak.

Garsonun anneme bir psikolog gibi yaklaşımına hayran olmuştum. Bir süre sonra annemin elini tuttuğunu gördüm. Sanki benim değil de onun annesinin ayağı kırılmıştı. Sonra sağ elini annemin kırılmış ayağının üzerinde dolaştırdı. Annemin inlemeleri bitmişti ve garson çocuğa gülümsüyordu. Tüm bunlar olurken 112 gelmişti. Ağrı kesici bir iğne yapmak istediler ama annem canının acımadığını söylemişti. Kırılmış kemiği teninden dışarı çıkmıştı, nasıl canı acımayabilirdi. Annemi alıp, acilen hastaneye götürdük. Garson çocuğa bir teşekkür bile edememiştim ama nasıl olsa nerede çalıştığını biliyordum. Annem iyileştikten sonra onu ziyaret etmeye kendime söz verdim.

Ambülansın içinde annemin elini tutarken, kulağıma fısıldayan ses yeniden konuşuyordu.

-Karşı odadayım, yanıma gel.

Anneme çok üzüldüğüm için anormal bir ruh hali içinde olduğumu düşünüp, hiçbir ses duymadığıma kendimi ikna etmiştim. Aksi halde durum benim için hiç de iyi değildi.

Annemi hastaneye getirdik. Hemen ameliyata aldılar. Babamı arayıp haber vermiştim. Kısa sürede hastaneye geldi. Ambülansa bindiğimizde bana sormuşlardı; “en yakın hastaneye mi, yoksa devlet hastanesine mi” diye. Ben de panikle “en yakın hastane” demiştim. Bu sorunun sorulma amacının aslında özel hastane mi, yoksa devlet hastanesi mi olduğunu bilmiyordum. Geldiğimiz yer özel bir hastaneydi. Her ne kadar devletten sigortalı olsak da, özel sigortamız yoktu. Şimdi bir sürü masraf çıkacaktı.

Annem için ayrılan odada babamla beklerken dışarı çıktım. Karşıdaki odanın kapısına doğru baktım. Elim kapının koluna gitti ama açmadan geri döndüm. Katta görevli hemşirelerden birine, karşımızdaki odada kimin kaldığını sordum. Aldığım cevabın karşısında şaşırmıştım.

-Hani şu ünlü yazar mı?

-Evet efendim.

-Yani siz şimdi kitapları milyonlarca satmış bir adamın bizim karşı odamızda olduğunu mu söylüyorsunuz?

Hemşire, elindeki kitabı göstererek,

-Günlerdir bunu imzalatmaya çalışıyorum. Çok da heveslenmeyin. Kendini beğenmişin teki. Yüzünüze bakmaz. Kendisine damar açıyorum, ilaçlarını, yemeğini zamanında veriyorum sonra altından alıyorum ama konu bu kitabı imzalamaya gelince beni odadan kovuyor.

Odaya döndüğümde babamın camdan dışarıya baktığını görmüştüm. Gökyüzüne bakıyordu. Yanına gittiğimde bana sordu;

-Onları görüyor musun?

-Kimi?

-Onları, işte oradalar.

-Hayır baba, kimden bahsettiğini bilmiyorum? 

-Gemiler burada. Umarım annen için gelmemişlerdir.

-Hangi gemiler? Baba, sahilden çok uzaktayız.

-Yukarıdaki gemiler kızım. Kimin için geldiler acaba?

Babamın, annemin ameliyatta olmasından dolayı çok üzüldüğü belliydi. Yine de sormadan edemedim.

-Baba. Hastane masraflarını ödeyebilecek paramız var mı?

Babam cevap vermedi. Sorumu yinelediğimde de cevap vermedi. Israrla tekrar sordum. Yine cevap vermemişti. Gözü hep pencereden dışarı bakıyordu. Onu sarstım ve kendine gelmesini sağladım.

-Baba sana diyorum. Hastane masraflarını nasıl ödeyeceğiz?

-Bilmiyorum kızım. Benim bu kadar param yok. Sigorta bir kısmını karşılıyor ama kalanı nasıl öderiz bilmiyorum. Annen bir iyileşsin de, onu da hallederiz.

Kafamı pencereden yukarı doğru kaldırdığımda hiçbir şey göremiyordum. Babam ise oralarda bir yerde bir şeylerin olduğuna emindi. Babamı pencere önünde bırakıp, odadan dışarı çıktım. Karşıdaki odanın kapısını tıklattım. Yavaşça kapı kolunu aşağı indirip kapıyı açtım. İçeri yavaş adımlarla girdiğimde, kitapları milyonlarca satan adam yatakta hareketsiz duruyordu. Kafasını pencereye dönmüş, gökyüzünü izleyen bir adamdı. Sonra kafasını bana doğru çevirdi.

-Hoş geldin.

-Merhaba. Geçmiş olsun. Ben karşı odada…

Sözlerimi bir el hareketi ile kesmişti. Bana bakarken gülümsüyordu. Sanki uzun yıllardır görmediği birini görmüş gibiydi. Fiziksel olarak hareketleri kısıtlanmış olsa da, gözlerindeki pırıltıdan heyecanı anlaşılıyordu.

-Merak etme, annen iyileşecek. Gel otur şöyle.

Yatağının karşısındaki koltuğa oturmuştum ama ben ona hiçbir şey anlatmadan annemle ilgili ayrıntıları biliyor olması beni korkutmuştu.

-Biliyor musun, gökkuşağı kadar güzelsin.

-Teşekkür ederim. Biraz abartılı bir söz ama sizin gibi şair ruhlu birinden de başkası beklenemezdi?

-Şair mi? Hayır hayır. Ben sadece yağmurlar altında ıslanan, ıslak, yorgun, tutkulu bir yolcuyum.

-Anlamadım.

-O yüzden “ANLASANA” diye haykırmış filozof. Artık anlaman gerek.

-Benim neyi anlamam gerekiyor? Bu hangi filozof?

-Haykırmak istiyorum ama konuşamıyorum.

-Neden konuşamıyorsunuz?

-Konuşursam… Konuşursam gözyaşlarım beni boğacak.

-Siz… Odaya girdiğimde gülümsüyordunuz. Şimdi anlam veremediğim cümleler kuruyorsunuz. Merak ettiğim şey, kafamın içine nasıl girdiğiniz? Benimle konuşan sizdiniz değil mi? Bunu nasıl yaptınız?

-Yüzümde yapay bir neşe, ardında ise bin bir bilmece. Haklısın. Sana açıklamam lazım. Buraya gelir misin?

Oturduğum koltuktan kalkıp yanına gittim. Babamın az önce, pencereden bakarken bana sorduğu soruyu sordu. 

-Pencereden dışarı bak. Onları görüyor musun?

Pencereden dışarı baktığımda, gökyüzünde parıl parıl parlayan araçlar vardı. Havada asılı duruyorlardı. 

-Aman tanrım, ne kadar çok.

-Onları görebiliyor musun?

-Evet.

-Kimin için geldiklerini biliyor musun?

-Hayır bilmiyorum.

-Bu araçlardan bir tanesi benim için günlerdir burada. Beni almak için geldi. Benim artık dönmem gerek ama doktorların uyguladıkları tedavi nedeniyle hala buradayım. 

-Ne yani ölecek misiniz? Hayır, bu olamaz.

-Ölümün kötü bir şey olduğunu da nereden çıkardın?

-Bir tanesinin sizi almak için geldiğini söylediniz. 

-Evet ama bunun kötü olduğunu neden düşündün?

-Ölüm kötüdür çünkü. Bir daha nefes alamamak, toprağın altında bedenin çürümesi… Düşüncesi bile kötü.

-Ahh güzel kızım. Ölümün bir son olduğunu değil de, yeni bir başlangıç olduğunu bilseydin, yine böyle düşünür müydün? Toprak altında çürüyen beden ise kısa bir süre üzerimize giydiğimiz kıyafetten başka bir şey değil. Asıl olan o bedenin sahibi olan ruhtur. 

Hayatımda ilk defa gökyüzünde asılı duran, dünya dışı araçlar görmüştüm ama bu beni hiç korkutmamıştı. Tam tersine onlara bakınca garip bir huzur hissetmiştim.

O sırada sevgilimden gelen telefonla kendime geldim. İzin isteyerek yanından ayrıldım. Koridorda telefonu açtığımda, onun sesini duymak beni mutlu etmişti.

-Aşkım, merhaba iyi misin?

-İyi değilim bir tanem. Annem ayağını kırdı, ameliyata aldılar, hastanedeyiz.

-Hangi hastane, söyle hemen geliyorum.

-Olmaz bir tanem, babamla böyle tanışmanızı istemiyorum.

-Hayır, seni böyle bir durumda yalnız bırakamam.

-Lütfen beni dinler misin? Bu şekilde tanışmanızı istemiyorum.

-Gerekirse sabaha kadar tüm hastaneleri dolaşır, seni bulurum.

-Ah benim güzel yürekli sevgilim. Seni çok özledim ama bu şekilde olmaz. Lütfen beni dinle. 

-Tamam, madem öyle diyorsun, ben nasıl olsa seni bulurum. Haydi görüşürüz.

Telefon bir anda kapanmıştı. Bu adam hiç laf dinlemiyordu. Aceleyle odaya döndüm. Babam hala pencere önündeydi. 

-Onları göremiyor olmanı anlamıyorum.

-Görüyorum baba. Merak etme annem için gelmediler.

-Görüyor musun? Gerçekten mi? Annen için gelmediklerini nereden biliyorsun?

-Karşı odada yatan hasta. Hani şu kitapları milyonlar satan yazar. Onunla konuştum.

-Demek O da bizden ha. 

-Bizden derken?

-Yani ruh sahibi. İçinde bir ruh taşıyan beden.

-Baba, aynı onun gibi konuştun.

Babam hafifçe gülümseyerek pencereden yukarıya bakmaya devam etti. Odanın kapısı açıldığında annemi getirmişlerdi. Yarı baygın yarı uyanık haldeydi. Babam telaşla yanına gidip elini tuttu. O güne kadar görmediğim şekilde ona sevgi sözcükleriyle hitap ediyordu. Benim diyen şair böyle cümleler kuramazdı. Annemle babamın arasındaki o güçlü bağı böylesine aleni bir şekilde ilk defa görüyordum.  

Hava karardığında, annem de kendine gelmişti. Babam, benim eve gitmem gerektiğini söylüyordu.

-Hadi kızım, sen artık eve git. Ben annenin yanında kalırım. Yarın işe erken gideceğim. Sabah 06:00’da burada ol. 

-Olmaz baba, sen git, ben annemle kalırım.

Babamın gözlerinden alev çıkıyordu. Belli ki sevdiği kadını yalnız bırakmak istemiyordu. Annem babamın elini tutarak, bana seslendi.

-Güzel kızım, ben iyiyim merak etme. Babanla bir geceyi daha beraber geçirmeyi çok isterim. Hadi sen eve dön. Sabah gelirsin, baban da işe gider.

İkisinin de baş başa kalmak istemelerini anlıyordum. Annemin yerinde olsaydım, ben de kocamı tercih ederdim. Çantamı alarak odadan çıktım. Karşıdaki odaya baktım, içeri girmek için hareketlendim ama aklıma hemşirenin söyledikleri geldi. Hemşirelerin olduğu odaya gidip, kitabı imzalatmak isteyen hemşireyi buldum.

-Merhaba. Hani kitap için imza istiyordunuz ya…

-Evet, işte burada. Gece nöbetlerinde okuyorum.

-Onu imzalatmamı ister misiniz?

-İnanmıyorum. Gerçekten mi? Çok mutlu olurum.

Kitabı hemşirenin elinden alıp, annemin karşı odasındaki ünlü yazarın odasına girdim. Sanki odada yalnız değilmiş gibiydi. Eliyle odadaki birilerine işaretler ediyordu, çekilin gibisinden. Yatağının yanına gittiğimde, elimdeki kitabı uzattım. Çantamdan bir kalem verdim ve hemşire için imzalamasını istedim. Garipti ama odada sanki başka birileri olduğunu hissediyordum. Kitabı elimden alınca çevreme baktım ama oda bomboştu. Yine de hissettiklerim başkaydı.

-Ruhsuz birisi için bu çok büyük bir iyilik.

-Hayır, o kadın sana günlerdir bakıyor. Bunu ona borçlusun.

Benimle aynı fikirde olmasa da, kitabı imzalayıp bana uzattı. Elinden alarak hızlı adımlarla odadan çıkmak istedim ama bir anda durdum, sormadan edemezdim. Döndüm ve ona doğru birkaç adım attım. Etrafa bakıp sordum;

-Buradalar değil mi?

Bana cevap vermesine gerek yoktu. Suratındaki gülümseme ve onlara doğru attığı bakış her şeyi anlatıyordu. Yanına yaklaştım, alnına doğru eğilip bir öpücük kondurdum. 

-Görüşürüz.

Bana yine gülümsedi. Odadan çıkarken bana eşlik ettiklerini biliyor olmama rağmen hiç korkmadım. Kitabı hemşireye vermek için olduğu odaya gittim. Kitabı verdiğimde bana sarıldı. 

-Merak etmeyin, annenize çok iyi bakacağım.

-Hayır hayır, bunu onun için yapmadım. Bunu senin için yaptım.

Bana robot gibi cevap vermişti. Gerçekten de içinde barındırdığı bir ruh yok gibiydi.

-Annenize çok iyi bakacağım.

Odadaki diğer hemşireler de ondan farklı değildi. Sanki bir android ordusu içinde olduğumu hissederek, eve doğru yol aldım.

Eve döndüğümde, sessizliğin gürültüsüyle yüzleşmiştim. Annemin ve babamın olmadığı evimde, her zaman hissettiğim güven ve sıcaklık duygusu kaybolmuştu. Sokak kapısını kilitledim, odamdan içeri girince odamın kapısını bile kilitledim. Yatağıma yatıp, bir süre telefonumdan sosyal medyaya göz gezdirdim. Aklıma annemin karşı odasında yatan yazar geldi. Onun adını yazarak arama tuşuna bastım. Gördüklerim karşısında şok olmuştum. Daha birkaç saat önce imzalattığım kitap, sosyal medyada açık artırmayla satışa çıkmıştı. Tüm gece, yazarın söylediklerini düşünüp sorguladım.   Uyuyakalmışım. Sabah olduğunda saat 09:00’u biraz geçiyordu. Apar topar üstümü giyinip hastaneye gittim. Annemin yattığı odaya girdiğimde annem yalnızdı. 

-Anne, babam nerede?

-Günaydın kızım. Baban işe gitti. Merak etme ben iyiyim.

-Anne kusura bakma uyuyakalmışım. Kahvaltı yaptın mı?

-Yaptım kızım. Sabah bize kahvaltı geldi. Baban da kahvaltısını yapıp öyle gitti zaten. 

-Tamam o halde. Ben bir kahve alıp geleyim. Sen de bir şey ister misin?

-Yok kızım teşekkürler. Hadi git sen de bir şeyler ye, öyle gel.

Hastanenin kantininden aldığım kahve ve tostu yedikten sonra odaya geri döndüğümde içerisi gül bahçesine dönmüştü.

-Ahhh kızım gel bak, beni kim ziyarete geldi.

Onu görmemem imkânsızdı. Mavi gözleriyle bana resmen ateş ediyordu. Sevgilim, annemle çoktan tanışmış, hatta annem onu çoktan damat olarak kabullenmişti.

-Ne işin var burada?

-Sana demiştim, seni bulurum demiştim. Biraz zaman aldı ama sonunda buldum işte.

Annemle çoktan kaynaşmışlardı. Babamın işe gitmiş olmasına hiç bu kadar sevinmemiştim.  Kolundan tutup, onu odadan dışarı çıkardım. 

-Beni nasıl buldun? Sana söyledim, lütfen dedim, gelme dedim, beni zor duruma düşürdün.

-İşin aslı, sen telefonda öyle deyince, hiçbir şey yapmadım. Ancak gece boyunca kafamın içinde bir ses konuşup durdu. Deliriyorum sandım. 

-Kafanın içindeki ses mi?

-Evet. Sanki kulağıma birisi fısıldıyor gibiydi. Hastanenin adını, odanın numarasını, tüm gece kulağıma birisi fısıldıyor gibiydi. Ben de bilmiyorum, bu nasıl oldu ama işte buradayım.

Hışımla karşı odanın kapısını açıp içeri daldım. 

-Sen ne cüretle benim hayatıma müdahale edebilirsin?

Cevap gelmeyince yeniden seslendim.

-Sana söylüyorum, cevap versene be adam.

Onca bağırtıya rağmen yerinden kıpırdamıyordu. Yanına gittim, elini tuttum, teni buz gibiydi. Suratı bembeyaz, gözleri hala pencereye doğru bakıyordu. Parmaklarımla gözlerini kapattım. Pencereye doğru kafamı kaldırdım. Gemilerin bir kısmı hala orada olsa da, sayıları azalmıştı. Arkamdan gelen sevgilimin elinden tutup, dışarı çıkardım. Odanın kapısını usulca kapattım. Olanlara anlam verememiş ve soğukkanlılığım karşısında şaşırmıştı. Hemşirelere haber verdim. Öğleden sonra odaya başka bir hasta gelmişti.

Sevgilimi zorla da olsa gönderdikten sonra annemle baş başa kalmıştık. Babam gelene kadar sevgilim hakkındaki her detayı onunla paylaşmıştım. Babamın mesai sonrası gelişiyle annemin yüzündeki değişimi hiç unutamıyorum. Sanki ameliyat olmuş gibi değil de, ağrı kesicilere rağmen sancısı devam etmiyormuş gibi değil de, balayına çıkmış yeni evli bir kadına dönüşmüştü. Babam ise ondan daha fazla mutluydu. Babamın annemi öpücüklere boğan, neredeyse sevişmeye gidecek olan anların sonuna doğru, ikisi de kendisine gelmiş ve benim de odada olduğumu hatırlamışlardı. Kendi kendime, “vay anasına be, ne kırmızı gecelikmiş” diye iç geçirmiştim. Kendilerine geldikten sonra babamın kulağına fısıldayarak sormuştum.

-Baba, yarın çıkış yapacağız. Ödemeyi nasıl yapacağız?

-Merak etme hallettim.

-Hallettin mi? Nasıl hallettin?

-Şimdi sırası değil. Anlatırım sonra.

Bir sonraki gün, sabah saatlerinde hastaneden çıkmıştık. Sevgilim gün boyu annemi arıyor, onun sağlığını soruyor, dünyalar da annemin oluyordu. 

-Kızım, açık söyleyeyim senin böyle bir çocukla sevgili olacağını hiç düşünmezdim.

-Çok mu beğendin?

-Çok beğendim. Saygılı, yakışıklı, tam evlenilecek çocuk. Bu devirde böylesi kalmadı.

-Anne çok beğendiysen sana yapayım.

-Terbiyesiz seni. Sen nasıl konuşuyorsun kızım. Hiç duymamış olayım. Git sofrayı hazırla, baban gelir biraz sonra.

-Aman anne ya, takılıyorum işte sana. 

-Takılıyormuş. Çok konuşma da, git sofrayı hazırla. Lafa bak ya, sana ayarlayım diyor. Biz seni böyle mi yetiştirdik? Yapma kızım bana şaka yapma.

-Tamam anne, sana bir daha şaka yapmam ama çok beğendiysen…

Annemin, yanındaki terliğe uzanıp bana fırlatması bir olmuştu.

-Yazıklar olsun. Beni şu halimle üzüyorsun. Yok kızım yok, bu çocuk fazla sana.

Babam geldiğinde ilk işi annemin televizyon karşısında ayaklarını uzatıp, dinlendiği yere gitmek olmuştu. Önce alnından sonra da dudaklarından öpücük aldı. Benim onlara baktığımı gören annem beni yine azarlıyordu.

-Kızım sofrayı hazırlasana, babanın karnı acıkmıştır.

Sofraya oturduğumuzda, babam hepimizin merak ettiği bir konuya açıklık getirmeye başlamıştı. 

-Size bir şey açıklayacağım. Hastane parasını borç aldım.

-Dünden beri merak ettiğim tek konu bu. Kimden borç aldın baba?

-Daha önce anlatmıştım. Bir arkadaşımın oğlu var. Çocuk mühendis ama hala iyi bir iş arıyor. Şimdilik orada burada küçük maaşa çalışıyor. Gerçekten sağlam bir iş bulunca evlenecek ve bunun için para biriktiriyor. Hastaneden çıkmadan önceki gün konuştuk. Ben ondan para istemedim, sadece durumu anlattım. Bana, “bizim evlenmemiz için daha vakit var. Ben sana birikmişimden vereyim, sen bana ben evlenene kadar parça parça ödersin” dedi.

Annem, çorbasından bir yudum aldıktan sonra, dua eder gibi bir dilekte bulundu.

-Sağ olsun. Umarım günün birinde, tam ihtiyacı olduğunda onun da yardımına birisi yetişir.

Babam bana dönerek, elimden kaçan fırsatı anlatıyordu.

-Ahh kızım ahh. Sana söyledim. Bir kere olsun tanışın dedim, bir çay için, konuşun dedim, beni dinlemedin. 

-Baba yaaa. Artık devir sizin gençliğiniz gibi değil. Hiç böyle evlenilir mi? 

-Ne var kızım, ben annenle böyle evlendim. Ne ben onu tanıyordum, ne de O beni. Ama bak 30 yıldır birlikteyiz. Hem de her geçen gün birbirimizi daha çok seviyoruz.

Annem, müstakbel damadıyla tanışmış olmasının verdiği güçle babama karşı çıkıyordu.

-Tamam bey, kıza fazla söylenme. Ben onun seçimlerine güveniyorum. Zamanı gelince en doğru seçimi yapacaktır.

Babam, ikiye karşı bir kalmanın verdiği mağlubiyetin etkisiyle hemen pes etmişti.

-Zaten sevgilisi varmış. Kapmışlar çocuğu. Siz derdinize yanın. Kaçırdınız gül gibi adamı.

Annemin ameliyatından sonra üç ay geçmişti. Ayağındaki alçı çıkmıştı ama hayatının sonuna kadar platin vidalarla yaşayacaktı. Ben hala iş arıyordum ama bulamamıştım. Bir gün kapı çaldı ve annem sanki kapının önünde nöbette bekliyormuş gibi benden önce kapıya ulaşmış ve kapıyı açmıştı. Odamdan gelene kadar misafirimiz çoktan salona girmişti. Annem, elindeki çiçekleri alınca, sevgilimle göz göze gelmiştik.

-Senin ne işin var burada?

-Merhaba aşkım.

-Anne, sen mi söyledin gelmesini?

-Evet, ben söyledim. Bir sürprizi var sana. Hemen celallenme, önce bir dinle.

-Siz önceden konuşmuşsunuz belli. O bastonla benden önce kapıya yetiştiğine göre, belli ki beklediğin bir misafirmiş.

-Kızım önce bir dinle.

-Anne, babam eve gelirse ona ne diyeceğiz, hiç düşündün mü?

-Baban dört saatten önce gelmez merak etme. Önce çocuğu dinle.

Sevgilime baktım, bana gülümseyerek yaklaştı. Eliyle saçlarımı ve yüzümü sevdi. Bana böyle sevgiyle dokunmasından mutlu olsam da, annemin yanında olmasından dolayı utanmıştım. Sonra dizlerinin üzerine çöktü. Cebinden bir kutu çıkardı.

-Biliyorum, bunun daha romantik bir ortamda olmasını hayal ediyordun. Benim ise daha fazla bekleme niyetim yok. Bugün bir şirkette iş buldum ve uzun süreli sözleşme imzaladım. Bu yüzden sana hemen sormak istiyorum. 

Önümde diz çökmüş sevdiğim adamın, bana ne soracağını biliyordum. Aslında cevabım da belliydi. Cevabı vermeden önce soruyu bekliyordum. Hiç tahmin edemeyeceğim şekilde sormuştu.

-Benimle, gemiler dönünceye kadar yaşamak ister misin?

Sorulması gereken soru bu değildi ki. Gemileri nereden biliyordu? Cevap vermediğim her saniye, hem annemde hem de sevgilimde kaosa neden oluyordum. Birbirlerine bakıp, çaresizce benden gelecek cevabı bekliyorlardı. Son kez anneme baktım, bana kafasıyla ve gözleriyle ne demem gerektiğini söylüyordu. Zaten verecek başka bir cevabım yoktu, seviyordum onu. “Evet” diyerek parmağımı uzattığımda, odanın içinde bizden başka varlıkların olduğunu hissettikten sonra nohut büyüklüğündeki birkaç parlak ışık topunun etrafta dolaşmaya başladığını görmüştüm. Beni dudaklarımdan öptükten sonra annemin elini öptü. Sonra zafer kazanmış büyük bir komutan edasıyla “sizi aşağıda bekliyorum” dedi.

Annem, onu benden daha çok tanıyor gibiydi.

-Benden rica etti. Seni birisiyle tanıştırmak istiyor.

-Neler oluyor anne?

-Hadi kızım, ayakkabılarını giy çıkalım.

-Nereye gidiyoruz?

-Biliyorsun, bu çocuğun babası yok. Ona yıllardır babalık yapan bir adam varmış. Üniversite’ye giderken cebine harçlık verirmiş. Okuldan mezun olduktan sonra da, iş bulamadığında hep yardım etmiş. Manevi babası olarak görüyor.

-Benim niye bundan haberim yok?

-Ah kızım ah. Seni yemeğe, sinemaya götürdüğünde işte bu adamın verdiği harçlıklarla yapmış hepsini. Sana nasıl anlatsın bunu. Üstelik öyle zengin biri de değil. Adam, mahallenin sokaklarını süpüren bir belediye işçisi. Şimdi ona karşı sorumluluk hissediyor. Annesiyle tanıştırmadan önce seni onunla tanıştırmak istiyor. Bana anlattı ve yardım istedi. Benim de gelmemi istedi. Hadi giy ayakkabını, gidelim görelim bu güzel adamı.

Sevgilim taksiden indikten sonra her zamanki centilmenliğiyle annemin kapısını açmış, onun bastonunu alarak, arabadan inmesini sağlamıştı. Sonra yanıma gelip elimi tuttu. 

-İşte orada. Hala sokakları süpürüyor.

Annem, kendisinin bizi yavaşlatmasını istemiyordu. 

-Hadi siz gidin, ben yavaş yavaş gelirim.

Sevgilim elimden tutmuş, koşar adımlarla manevi babasına doğru beni sürüklüyordu. Adama yaklaştığımızda ona seslendi. 

-Ali Rıza Amca… Ali Rıza Amca…

Adam, elindeki çalı süpürgesi ve peynir tenekesinden yapılmış faraş ile yüzünü bize doğru döndü. Olduğu yere zımbalanmıştı. Biz ise ona koşarak ilerliyorduk.

-Ali Rıza Amca, merhaba. Hani sana hep anlatıyordum ya… İşte bu gelinin… Anamdan önce seninle tanıştırmak istedim… 

Babamla birbirimize bakakalmışken, annem arkadan gelmişti. Tam arkamızda durduğunu, bastonun sesinin kesilmesinden anlamıştım. Kafamı yukarı kaldırdığımda gemiler her yerdeydi. Sanki bizi gözlemliyor ve bizim yapacaklarımıza göre hareket edecekmişçesine hazırda bekliyorlardı. Gökyüzüne baktığımı gören babam da kafasını yukarı kaldırdı. Bir adım ileri attım ve babamın elini tutup, öpüp alnıma koydum. Gemilerin hepsi, sırayla yok oldular. Babam alnımdan öptükten sonra sevgilime döndü.

-Hayırlı olsun oğlum. Artık bu güzel kadını annenle de tanıştırmalısın. 

Sevgilim benden onay istercesine bakmıştı. Ben de ona “hadi gidelim” demiştim. Sevgilimin evine doğru koşarak uzaklaşırken, babam elindeki çalı süpürgesi ve faraşı yere koymuştu. Annemin yanına gelerek, yaptığı iş nedeniyle utanıp utanmadığını sordu. Annemin verdiği cevap, babamı sevindirmişti.

-Kadınların, üniformalı erkeklere karşı zaafı vardır. Kırmızı geceliğimi giymek için sabırsızlanıyorum.  

Müstakbel kayınvalidemle konuşurken telefonum çaldı. Arayan babamdı.

-Kızım biz annenle eve dönüyoruz. 

-Tamam baba, beni merak etmeyin. 

-O adamın yanında olduğun sürece seni merak etmem mümkün değil. 

Beraberce yemek yedik, kahvelerimizi içtik ama saat gece yarısına yaklaşınca eve dönmem gerektiğini hissettim. İzin isteyerek evden ayrıldım. Sevgilimle dışarı çıktık. Beni eve bırakmak için taksi çağırdı.

-Senin gelmene gerek yok.

-Olmaz, saat geç oldu. Ben seni bırakır dönerim.

-Senin taksi ücretlerinden haberin var mı? İş buldun diye paraları sokağa mı atacaksın?

-Ama aşkım…

-Olmaz dedim. Ben eve gidince sana mesaj atarım. 

-Seni gecenin bir yarısı tanımadığım bir taksiye bindirip göndermemi beklemiyorsun değil mi?

-Birkaç saat önce evlilik teklif ettiğin kadınla tartışmayı mı tercih ediyorsun?

-Hayır tartışmak değil de…

-Beni merak etmene gerek yok. Benim gökyüzünden gelen koruyucu meleklerim var. Bana kimse zarar veremez.

Taksi geldiğinde, sevgilimin dudaklarına öpücük kondurup, arka koltuğa oturdum. Camı açıp seslendim;

-Eve gidince ararım seni.

Taksi hareket edince, arkamı dönüp gözden kaybolana kadar onu izledim. O da, taksi köşeyi dönene kadar elini salladı. Parmağımdaki yüzüğe bakarak ne kadar şanslı olduğumu düşünürken, taksiciye nereye gideceğimizi söylememiş olduğumu hatırladım ama sanki nereye gideceğimi biliyormuş gibi ilerliyordu. Dikiz aynasından şoföre baktım. Şoför, annemin ayağını kırdığında ona yardım eden garson çocuğa benziyordu.

-Afedersiniz, siz bir kafede garsonluk yaptınız mı?

-Evet, kısa süre önce oradan ayrıldım. Daha önce size servis mi yapmıştım.

-Annemin ayağı kırıldığında yardım etmiştiniz.

-Aaa evet hatırladım. Anneniz nasıl oldu? 

-Şu anda çok iyi. Size teşekkür etmek için kafeye geldim, sizi tarif ettim ama burada öyle biri çalışmıyor dediler.

-O sektörde çok sık eleman değişimi oluyor. Beni tanımıyor olmaları normal.

Yol boyu konuşmuştuk. Hatta konuşmaya öyle dalmıştım ki, evimin önüne geldiğimizde durmuş olmamıza rağmen hala anlatmaya devam ediyordum. 

-Ne kadar çenem düştü bakar mısın. Eve geldiğimi bile fark edemedim. 

Taksimetrenin ne kadar yazdığına bakmak istedim ama kapalıydı.

-Borcum ne kadar?

-Borcun yok abla. Biz artık arkadaş olduk. Ben arkadaşlarımdan para almam.

-Olur mu öyle şey? Bak bu da senin ekmek teknen. Kabul edemem böyle bir şeyi.

-Bir anlaşma yapalım mı?

-Nasıl bir anlaşma?

Gömleğinin cebinden bir kâğıt çıkarıp bana uzatmıştı. 

-Yarın saat 12:00’de şu adreste olman yeterli.

Kâğıdın üzerinde, bir mezarlığın adı ve mezarlığın numarası yazıyordu.

-Bu kimin mezarı?

Bana cevap vermemişti. Uzattığım parayı tekrar cebime koydum ve arabadan indim. Arabadan iner inmez uzaklaşmıştı. Apartmanın kapısını açarken, hiçbir adres vermemiş olmama rağmen beni evime kadar nasıl getirdiğini anlamlandırmaya çalışıyordum. Evden içeri girer girmez sevgilime mesaj attım. Eve geldiğimi söylemiş ve yarın 12:00’de kağıttaki adrese gelmesini istemiştim. Yalnız başıma gitmekten korkmuştum.

Ertesi gün, kâğıtta yazan mezarlık adresine gitmiştim. Eski garson, yeni taksici, bir mezarın başında hareketsizce duruyordu. Biraz yaklaşınca “merhaba” dedim.

-Merhaba abla.

-Beni neden buraya getirdin?

-O senin kayınpederindi. Bunu bilmek senin hakkın. Elbette evleneceğin adamın da.

Bana doğru yöneldi ve birkaç saniye baktıktan sonra yürümeye devam etti. Arkamı dönünce, nohut tanesi büyüklüğünde bir ışığın gökyüzüne doğru hızla yol aldığını gördüm. 

Mezara doğru yaklaşırken, yeni vefat etmişlerin, mezar taşları henüz yapılmamış toprak birikintilerinin üstüne basmamak için çaba gösteriyordum. Ben mezara doğru ilerlerken, sevgilim arkamdan adımı bağırıyordu. 

Onu duymazdan gelerek mezarın yanına gittim. Mezar taşının üstünde, hastanede annemin karşı odasında yatan yazarın adı yazıyordu.

*

Kitabın son cümlesini yazdıktan sonra bir kitabı daha bitirmiş olmanın huzuruyla bilgisayarın kapağını kapatmıştım. Güneş doğmak üzereydi ama kitapta eksik olan bir şey vardı. Bilgisayarı açtım, kitabın en başına döndüm. Eksik olanı tamamladım;

 “Bu kitabı, gemilerde görevli varlıklara ithaf ediyorum”

Kaydet tuşuna bastıktan sonra, çalışma odamın ışıklarını kapatıp yatak odasına çıktım. Oğlumun, babasıyla uyuyakaldığını gördüm. Onu kucaklayıp, yatağına yatırdıktan sonra odaya geri dönmüştüm. Açık kalmış şifonyer çekmecesini kapatırken, annemden kalan kırmızı gecelik alevler içinde parlıyordu.  

**************


Bu yazı, İlhan Abi ile zamanın bir yerinde, bir yerlerde yeniden buluşmak umuduyla yazılmıştır. “İlhan İrem’le yeniden buluşmak mı” diye sorabilir, “O artık öldü, yok” diye düşünebilirsiniz. Benimkisi hayal işte, ümit katıyorum her işe. Kıyıdaki kayalara çarpan dalgaların köpüklerinin, sonsuzluğu anlattığını tasvir edebilen bir filozof için, yerlere düşen damlaların yeniden yağmur olmasını hayal etmek zor olmasa gerek. 

Yerlere düşen damlalar, yine yağmur oluyor mu? 

Çoğumuz onu sanatçı diye biliriz. Şarkıcı, söz yazarı, besteci vs. Yeniden bedenlenmeyi böylesine kusursuzca sorgulayan insana filozof demek daha doğru gibi.

Görüşürüz İlhan Abi, gemiler benim için döndüklerinde, zamanın birinde. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder