13 Ocak 2022 Perşembe

Sobeee

Lise 1. sınıfın ortalarıydı. Gitar teli çok pahalıydı ve iyi bir ses için pürüzsüz bir gitar teli setine, bir haftalık harçlığımı veriyordum. Evimizin yanındaki binanın altında açılan meyhane tarzı yere gittim. Patronu buldum, “merhaba” diyerek doğruca söze girdim.

-Akşamları gitar çalmamı ister misiniz?

Adam beni şöyle yukarıdan aşağıya doğru süzdü.

-Olur ama sana fazla para veremem.

-Ne kadar verebilirsiniz?

-40 lira veririm, en fazla bu.

Hem elektro hem de akustik gitar için uygun olan tellerin bir takımı 40 liraydı. Her gece bir takım gitar teli seti alabilecektim. Mi-si-sol telleri çelik, re-la ve kalın mi telleri çelik tel üzerine bronz tel sarılıydı. Türkiye’de üretimi yoktu ve elime para geçtikçe, Kızılay’a gidip alırdım.

-Kabul ediyorum, bu akşam görüşürüz.

Tam arkamı dönüp giderken, arkamdan seslendi.

-Dur bakalım genç. Bize bir şeyler çal da, biz de bilelim mekânda kimin çalacağını.

Elimdeki gitarı kılıfından çıkardım. Bardakları silen barmene seslendim.

-Abi sen nerelisin?

Patrona da sordum, “abi sen nerelisin?”

Aldığım cevaplar doğrultusunda, yörelerinin türkülerini rock’n roll tarzında çaldım. Tam gitarı kılıfına koyarken, “dur” dedi patron;  “Bir tane daha çal.”

***

Akşam olunca, evden çıkmak için hazırlandım. Annem sordu, 

-Oğlum bu saatte nereye?

Meyhanede çalıp, para kazanacağım demeye utanmıştım.

-Stüdyoya gidiyorum, çalışmamız var.

-Tamam yavrum, üstünü sıkı giyin, hava çok soğuk.


Apartmandan çıkıp, yandaki meyhaneye girdim. Patron, benim için ayaklı bir mikrofon ve sandalye ayarlamıştı. Barmene selam verip, yerime geçtim. Patron hemen yanıma gelip, cama astığı ilanı gösterdi. Camda canlı müzik yazıyordu.

-Bugün her zamankinden fazla müşteri var. Hadi göreyim seni.


Meyhane kitlesinin en çok sevdiği şarkıları tıngırdatırken, gitar çalmaktan nefret etmeye başladığım ilk anları yaşıyordum. Derken LA teli kopmaz mı. Çaktırmadım ama şarkı bitince hemen ara verip, yedekteki paslı tellerden biriyle değiştirmek istedim. Yedekteki LA teli kısa geldi. Başka bir telle düğüm atarak kelebeğe bağladım. Tekrar sandalyeye oturduktan sonra, daha ilk şarkıda ince Mİ teli kopmaz mı. Çaktırmadım, devam ettim. O şarkının sonunda “5 dakika ara” deyince, kalabalıktan hoşnutsuz bir “Oooooooo” sesi geldi. Onu da tamir edip, şarkılara devam ettim. Gecenin son iki şarkısında kimse farkında değildi ama hem RE hem de DO teli olmadan çalıyordum. İşin garibi orada teller yoktu ama sanki varmış gibiydi. “Bir de alkol kötü derler. O gece, orada olanlar alkollü olmasalardı, kim bilir ne bok yerdim” diye düşünerek programı bitirdim.


Gecenin sonunda paramı alıp eve döndüm. Gergin geçen bir gecenin sonunda kendimi yatağa attım. Gözlerim ha kapandı, ha kapanacakken odamda bir aydınlanma oldu. Sanki biri içeri girip, odanın ışığını açmıştı. Gözlerim kamaşmışken, odaya girenin kim olduğunu merak ederek doğruldum. Kapıya doğru baktım ama kapım kapalıydı. Sonra yanımdakileri görünce irkildim. Yatakta, duvara doğru sırtımı vererek pozisyon aldım. Karşımda biri kadın, biri erkek iki kişi vardı. Kadın olan bana doğru eğildi.

-Korkma aşkım, benim. 

Onlara bakıp bu anlamsız olayı çözmeye çalışıyordum. Uyumuş da rüya mı görüyordum? Kendime tokat attım ama kadın gülümseyerek ellerimi tuttu.

-Yapma, dur.

-Kimsiniz? Ne istiyorsunuz benden?

-Korkma aşkım. İyi olacaksın, biz seninle beraberiz.

-Siz kimsiniz?

-Merak etme bir tanem. Biz hep senin yanındayız. 

Kadının bana aşkım demesi hoşuma gitmişti ama onu hiç tanımıyordum. İşin garibi ne benim ne de onların dudakları oynamıyordu. Tamamen zihinsel bir temas halindeydik. Arkasında duran adamı kastederek sordum;

-O kim?

-Sorun yok. O benim abim. Seni öyle çok özledim ki, seni görebilmem için benimle buraya geldi. Hadi şimdi uyu. Bugün çok yoruldun. İyi geceler.


Sabah annemin sesiyle yataktan kalktım.

-Hadi oğlum, baban kahvaltını hazırladı. Geç kalacaksın, kalk artık.


Okuldan sonra ilk iş Kızılay’a gidip, bir set gitar teli aldım. Hem de en iyisinden. Eh nasıl olsa para kazanmaya başlamıştım. Akşam olunca biraz da erkenden mekâna gittim. Patron, ben kapıdan içeri girince üstüme atladı. 

-Hoş geldin aslanım. Biliyor musun, ne oldu?

-Ne oldu?

-Tüm masalar rezerv oldu. Burayı açtığımdan beri ilk defa bu gece tüm masalar dolu olacak.

-Senin adına sevindim patron.

-Bak sana ne diyeceğim. Seninle haftada 3 gün diye anlaşmıştık ya. Bunu 5 güne çıkaralım mı? Günde 80 lira veririm.

O anda kafamda bir hesap yaptım. Babamın bana haftalık olarak verdiğinin 5-6 katını kazanabilecektim. 

-Patron, kusura bakma ama işin aslı ben meyhanede çalmak istemiyorum. Çalışmak ayıp değil biliyorum ama bir sokak meyhanesinde çalışmak bana ağır geliyor. Üstelik çoğunlukla hiç sevmediğim şarkıları çalmak zorunda kalıyorum. Tek amacım birkaç gece çalıp, kendime yedek gitar telleri alabilmekti. Bunun parayla bir ilgisi yok.

-150 lira veririm, ne dersin?

İş artık zıvanadan çıkmıştı. Teklif edilen para benim için çok büyüktü. Dayanamadım kabul ettim.  Patronun keyfi zirve yapmıştı. 

-Aç mısın? Çocuklar oradan güzel bir tabak hazırlayıp getirin.

-Gerek yok, yedim geldim.

-O zaman gel sana bir kokteyl ısmarlayayım. 

-Teşekkür ederim, ben içmiyorum.

-Alkolsüz kokteyl yahu. Biliyorum içmediğini.


Bar sandalyesine oturduk. Oradan buradan konuşurken yanımızdaki bar taburesine genç bir kadın geldi. Üniversite öğrencisi gibi duruyordu. Patron, kendisi ve işletmesiyle ilgili hikâyeler anlattıktan sonra bana sordu.

-Dün akşamki performanstan sonra ne yaptın?

-Hiiiç. Eve gidip yattım.

-O kadar mı? Normal bir gece gibi yatağına yattın yani, öyle mi?

-Evet. Ama sonra bir şey oldu ama neyse boş ver.

-Anlatsana be kardeşim.

-Sanırım bir rüya gördüm.

-Ne gördün rüyanda?

-Bir anda bir kadın ve bir adam odada belirdi. 

Olanları anlattıktan sonra "boş ver patron ya, rüya işte" diyerek geçiştirdim.

Patron sırtıma vurarak yerinden kalktı. Dükkândan içeri girenlere teker teker “hoş geldiniz” diyordu.

Önümdeki kokteylden bir yudum alıp yerine bırakırken, barmenin arkasındaki aynada onların yansımasını görmüştüm. Hemen yerimden kalkıp arkamı döndüm ama orada değillerdi. Bir süre daha etrafıma bakındıktan sonra bar taburesine döndüm. Yanımdaki üniversite öğrencisi kadın mırıldandı;

-Onlar buradalar.

-Efendim.

-Senin için buradalar, korkma.


Bar taburesinden inip, etrafı yeniden kontrol ettim. Sonra kadına “siz kimsiniz” diye sordum. Bana elini uzatıp, şöyle dedi.

-Merhaba adım Tülin.

Öylesine dingin bir sesi vardı ki, içimi garip bir huzur sardı. Elimi istemsizce uzattım. Elleri sıcacıktı. Gözleriyle gülümseyebiliyordu. Farklı bir boyuttan gelmiş gibiydi. Ona hakaretler yağdırsam bile bana sıcacık bakabilecekmiş gibi geldi.

-Onlar sizin için buradalar, korkmayın.

-Onlar kim?

-Kusura bakmayın, az önce anlattıklarınıza kulak misafiri oldum. Anlattığınız bir rüya gibi durmuyor.

-Neydi peki? Gerçek miydi?


Tülin bana gülümserken, oturduğu bar taburesinin arkasındaki camın dışında onları gördüm. Kadın bana gülümsüyordu, adam ise tepkisizdi. Elimle Tülin’e işaret ettim.

-Oradalar. İşte bak, görüyor musun?

Tülin arkasını dönüp bakma gereği bile duymadan cevapladı.

-Onları sadece sen görebilirsin. 

-Ama oradalar işte bak. Camın arkasından buraya bakıyorlar.


Sonra kayboldular. Sanki bir sabun köpüğü gibi yok oldular. Kendi kendime “kafayı sıyırıyorsun oğlum, kendine gel” diye konuşuyordum. 

Mekândaki masalar birer birer dolarken, 30 kişilik masa hala boştu. Patron yanıma gelerek artık başlamam gerektiğini söyledi.

Karlar Düşer, Gül Pembe, Ele Güne Karşı gibi klasiklerle kafayı bulanlar, içeri giren kalabalığa aldırış etmeden eğleniyorlardı. Patron yanıma gelerek, gelenlerin yabancı olduğunu söyledi. Yani diyordu ki, arada bir yabancı parçalar da çal. Yarım saat sonra kalabalık masaya İngilizce sordum.

-Bu gecenin en kalabalık masası olarak, istediğiniz bir şarkı var mı?

İçimden Crowded House isteyecekler diye espri yapıp, kendi kendime güldüm. Kalabalık masadan sesler yükselmeye başladı. Tüm meyhane onları seyrediyordu. Aralarında anlaşamadıkları belliydi ama konuştukları dil Fransızcaydı. Onların karar vermesini beklerken, Tülin’e baktım. Bar taburesinden masaya geçmişti ve yanında bir arkadaşı vardı. Kalabalık masanın karar vermesini beklemeden, uğruna Fransızca öğrendiğim şarkıyı çalmaya başlayınca, gürültü bıçak gibi kesildi.

Bedri Ruhselman
Şarkıyı bitirdiğimde, kalabalık masadan biri kalkıp yanıma geldi. Bana Fransızca teşekkür ederek elimi sıktı. Kalabalık masadakiler ayağa kalkarak alkışlıyorlardı. Sonra alkışlananın ben değil de, beni tebrik etmeye gelen takım elbiseli adam olduğunu anladım. Herkes ona “sayın bakan” diye hitap ediyordu.

Ergun Arıkdal

Tülin o günlerde Ankara’da bir üniversite öğrencisiydi. Bugün kim bilir nerelerde...




Gelelim bana aşkım diyen kadına ve abisine. 


Onları, yıllar sonra meyhanede Fransızlarla birlikte söylediğim şarkının konser klibinde sobeledim. Zaman orada farklı akıyor olsa gerek, hiç yaşlanmamışlar, tıpkı bana göründükleri gibiler ama işte buradalar. Sizi sobeledim, n’aaaber. Buradaki zamana göre uzun süredir bana görünmeseniz de, her an yanımda olduğunuzu artık biliyorum.

O akşam çaldığım şarkı ile bitirelim. Şarkı, biz duygusal kalabalıklarız diyor. İnsanı insan yapan duygulardan bahsediyor. Dolaplar dolusu eşyayla mutlu olabilenlere, ambalaj kağıtlarına sarılı hayatlara, hayata dair bir ideali, bir amacı olmayanlara üzülen bir şarkı. 

***

Adı üstünde sadece bir hikâyedir. Bana rehberlik eden ruhsal varlıkları taçlandırmak için yazılmıştır. Hayatım boyunca görmediğim, dokunmadığım ama hep hissettiğim, en zor anlarımda her şeyi yoluna koyan rehber varlıklarıma teşekkürlerimle.  


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder