Hani damatlar için söylenen bir laf vardır, “elin adamı” derler.
Öyle ya, hiç tanımadığın biri, akşamın bir vakti gelip kızını ister, mutluymuş gibi görünürsün de, için için bu elin adamına kinlenirsin ya. Taa ki, kızının üstüne titrediğini, onun bir dediğini iki etmediğini, senin kızına yapabileceğin her türlü fedakârlığı onun da yaptığını görene kadar.
Ben de Eskişehirspor söz konusu olduğunda kendimi elin adamı gibi hissediyorum. Ankara’dakinden daha fazla insanla anılarım var ama kimlikte şehrin adı geçmiyor, anastra bilmiyorum, her mahallesinde top tepmişliğim yok vs. Geçen Çavdarların Fatih sordu, “abi son yazı ne oldu?” diye. “Eskişehirspor ile ilgili her yazıyı kaldırıyorum” diye cevapladım. Öyle de yaptım ama bazılarına elim gitmedi. Onlardan biri, bu blog üzerinde en çok okunan ama benim yazmadığım bir yazıydı. Onun yazarı bizim Lenin Mesut’tu. Zat-ı muhterem akşam bana yine döşenmiş, sonradan gördüm. Eskişehirspor ile ilgili bir süre daha cümle kurmamaya devam edeceğim. Bunu da, Lenin Mesut yazdığı için dayanamadım, sizlerle paylaşıyorum.
***
TFF 3.ligine ne olduğunu anlamadan tepetaklak düşmüşük.
İsmini bulamadığımız, şimdilerde Dinar’a 30 kişi gidip 3000 kişinin hikâyenin içinde kendine yer yarattığı zamanlar. Fikstüre bakıp, gideceğimiz yerlere göre plan yapıp , “lan bu Denizli’nin” deyip Samsun’un kasabası çıkınca…
“He ya tamam gidelim” deyip, topu görse karpuz zanneden Karanlık Erdinç.
Gidebilmek için sokaklarda boza + leblebiyi 3 liraya sattığımız, heyecanla akşam 7’de buluşup, kahvede anastraya gömülüp, gece 1’de hareket ettiğimiz geceler. Gidiş yolunda geçen 12 saat ayrı bir hikâye.
Tabii o zamanlar "Eskişehirspor geliyor. Tüm halkımız maça davetlidir" diye belediye hoparlörlerinden anons yapılan günler.
Eskişehir’den 1 vip (302’ye binmek ayrıcalık) 302 otobüsle gidiyoruz. Çevreden amir, memur Eskişehirspor’u koşulsuz şartsız seven 250 kişiyle beraber.
Şakır şakır yağan Karadeniz yağmurundan nasibimizi alıyoruz.
Toprak saha çamur olmuş, iliklerimize kadar ıslanmışık. İlk golü kaptan Halit atıyor. Öne geçiyoruz. Yanımızda ev sahibi seyirciler pat pat havaya sıkıyor kurşunları. (Ne deplasman tribünü hacim yaa. Herkes iç içe oturuyor) Lan ne oluyor, biz nereye geldik. Kafada deli sorular.
Pısmışık.
Silah sıkan eleman anladı cıvık cıvık olduğumuzu.
Çekti beni, “kardeşim size değil bizim takıma sıkıyorum.”
Islanmışık, üşümüşük, karnımız aç, paramız yok. İban numarası zaten uzak bir hayal.
Eskişehir’den 800 km uzaktayız.
Sonra ıslanmayalım diye ev sahibi taraftar seferber oluyor. Çarşıda, dükkânlarında bulabildikleri brandaları başımızın üstüne seriyorlar. Kendileri ıslanıyor. Maç sonucu önemsiz bir teferruat kalıyor.
Çıkışta karnımızı doyurup, arabamıza kumanya koyuyorlar. Bunları yapan hemen hepsi belli bir yaşın üstü adamlar. Seneler sonra düşünüp anlıyorum ki; 1970’lerdeki Eskişehirspor’un Anadolu futbolunda açtığı yolun ya da başkaldırının saygısının KDV’siydi bunlar.
‘’Son akşamın sabahında, son güneş doğacaksa; yine de yaşasın Eskişehirspor’’
***
Güldürmüyor, ağlatmıyor kimse ESES gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder