1 Eylül 2021 Çarşamba

Kral Lear

Dönem sonu ödevi için bana teleskop ödevi verilmişti. Beşinci boyuttan üçüncü boyutu gözlemlememiz gerekiyordu. Aslında oradakiler de eski bizlerdik ama buradan bakınca size anlatabilmem neredeyse imkansız. Evren, farklı boyutlarda, farklı şekilde işliyor. O yüzden, siz üçüncü boyuttakilerin anlayabileceği şekilde anlatıyorum.

Okuldan döndüm ve hemen ödevim için teleskobumun ayarlarını yaptım. Üçüncü boyuttakiler için teleskop, uzaktaki nesneleri yakınlaştırmak için kullanılıyor ama bizim teleskoplarımız daha farklı. Önce boyut seçiyoruz, sonra gezegen. Ve bir de zaman. Dünya dışında da bir sürü yaşanabilecek gezegen mevcut. Ve zaman her yerde, buradakinden farklı akıyor. İstediğimiz tarihi ayarlıyoruz. Koordinatları seçip gözlemlemeye başlıyoruz. Evet bir nevi zaman makinesi ama sadece geçmişe bakabiliyoruz. Hani sizden yüzlerce ışık yılı uzaktaki gezegenlerin hareketlerini ışığın size ulaşabildiği hızda gözlemleyebiliyorsunuz ya, hani sizin kısıtınız ışığın hızı ya, bizim de işte böyle benzer kısıtlarımız var. Aşamadığımız sınırlarımız bu boyutta da mevcut.

Teleskobumu Dünya gezegeninde, Avrupa kıtasında bir adaya çevirdim. Buradaki okullarda da okutulan efsanevi bir şairin oyunlarını sahneye koyan bir grup gördüm. Adaya başka bir yerden gelmişlerdi. Burada bile "Shakespeare aslında kimdi" diye sorsaydınız, her kafadan farklı fikirler çıkardı. Kimi Francis Bacon, kimi İtlayan, kimi eldivencinin oğlu derdi. Oysa onun gerçekte kim olduğu umurumda değildi. Beni ilgilendiren bana yaşattığı duygulardı. Üstelik büyük ihtimalle oraya farklı bir yerden göçenlerle aynı kültürden bile değildi.

Benim için Shakespeare'i Shakespeare yapan tek bir şey vardı. İnsanı insan yapan şey neyse aynısıydı. O yüzden farklı kültürlerde olmanın önemi bir anda ortadan yok oluyordu. Hatta benim gibi farklı bir boyutta olmanın bile bir önemi yoktu. Onun oyunlarını izleyen hemen herkes oralarda bir yerde kendinden bir şeyler bulabiliyordu. Shakespeare her kimse bizi, yani insanı anlatıyordu. Belki de bu yüzden farklı boyutlarda bile anlaşılabilir oluyordu. İnsanlıktan nasiplenmiş herkes de, onun anlattıklarında kendini bulabiliyordu.

Herhangi bir nedenle bu adaya göçmüş insanlar, kendi arasında bir tiyatro topluluğu oluşturmuşlardı. Kendilerine geçici bir zaman makinesi yapmışlar ve "Shakespeare bizim oralardan olsaydı, bu oyunlardaki karakterler nasıl olurdu" diye düşünmüşlerdi. Oyunu izleyince, Hamlet birden kasapta çalışan bir göçmen, Kral Lear ise bir inşaat işçisi oluvermişti. 

Annem odamdan içeri girince "artık yeter, hadi uyumalısın" diye beni uyardı. Kendimi, teleskobumdaki görüntüleri izlemekten alıkoyamıyordum. O adadakiler çok şanslıydı. Çünkü o adaya göç edenlerin ülkesine de, bir sürü göçler oluyordu. Ama oraya gelenlerin neredeyse hiçbirinin oraya katkısı yoktu. Oysa o ülkeden adaya göçenler, adaya muazzam değerler katıyorlardı.

Annem bir süre sonra yeniden odama geldi. Odamda yankılanan şarkıyı duyunca bu sefer beni uyarmadı. Gözlerini kapatıp, şarkıyı dinledi. Dudaklarında hafif bir tebessüm vardı. Şarkı onu sanki milyonlarca ışık yılı geçmişe götürmüş gibiydi. Çalan şarkının bitmesini bekledi. Sonra kendi kendine söylendi;

-Kral Lear.

Söylediğine anlam veremedim ama yatağıma yattığımda düşünmeye devam ettim. Annem neden bir Shakespeare karakterini dile getirmişti. Sonra şarkıyı mırıldandım. 

I don't think you understand

There's nowhere left to turn

The walls keep breaking

Time is like a leaf in the wind

Either it's time well spent or time I've wasted

Don't waste it


Yine de anlayamadım. Uyuyakalmışım.

Sabah kalktığımda hala şarkıyı mırıldanıyordum. Annem bana "günaydın Kral Lear" diye seslenince, dün akşam neden müdahale etmediğini anladım. 

Annem, belli ki daha önce O tiyatro topluluğunu izlemişti. Belki de ilkokuldaki bir ödevinde, O da aynı adaya ve aynı koordinatlara gitmişti. Yoksa şarkıyı söyleyen adamın Kral Lear olduğunu nereden bilecekti ki. Zamanımı sıradan boş şeylerle harcamadığımı görmüştü. 

***

Yazarın Notu:

Bugün büyük üstad Ferhan Şensoy'u uğurladık. Bu yazıyı ona adayalım. Böylece bu yazıyı her okuyan onu anmış olur. Dünyaya geldiğimizde, her birimizin birer rolü oluyor. Leydi Macbeth çocuk bakıcısı olabilir miydi? Shylock’u bir bulaşıkçı olarak hayal edebilir misiniz? Seyyar Company, Tanrı'nın casting ajansı gibi çalışmış.

Arkada çalan şarkı Cage The Elephant'ın Telescope şarkısı. Grubun kurucusu ve solisti, söz konusu adada göçmen olarak yaşayanlardan biri. Eski mesleği inşaat işçiliği. Adada "Seyyar Company" adıyla kendini tiyatroya adayan Türklerin oluşturduğu tiyatro topluluğunun Shakespeare kahramanlarından birinin inşaat işçisi (Kral Lear) olması tesadüf olmasa gerek.

Gerçi benim favorim "now gods, stand up for bastards" diye haykıran bu kadın. Hadi hangi karakter olduğunu siz tahmin edin.

Umarım herkes, bu sihirli tiyatro topluluğunu günün birinde izler. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder