Bu dünyaya neden geldik diye soran, hayatın anlamını sorgulayan çok insan vardır. Ben de onlardan biriyim. Bu yaşıma kadar gördüm ki, gerekli dersleri alabilenler için zaman geçtikçe bazı şeyler daha da belirginleşiyor. Zaman beni tam bir kuşkucuya dönüştürdü ama kuşkulanmak istemediğim iki nokta var.
1)Biz buraya deneyimlemeye ve öğrenmeye geldik. Varlığımızı daha üst mertebelere ulaştırmak için gerekli tekâmül seviyesine tırmanmaya geldik.
2)Böylesine olağan üstü bir varlığın öldüğünde yok olmasını kabul etmek istemediğimden midir nedir, ölümden sonra da bir yerlerde varlığımızın devam etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bütün bunların yanında, varlığımızı evrenin muhteşemliğine göre kıyasladığımda ne kadar anlamsız, sıradan ve olmasa da olur şeklinde değerlendirmeden edemiyorum. Bu noktadan sonra yine başa dönüyorum. İşte insanoğlu bu yüzden inançlar geliştiriyor, kimi güneşe, kimi aya, kimi yıldırıma kimi kendi eliyle yaptığı putlara tapıyor. İnsan illa ki inanmak istiyor. İnandığı zaman da ona güveniyor. Başına bir şey gelmesin diye ona adaklar adıyor, dualar ediyor, her şeyini ona emanet ediyor.
Geçen hafta iki aile deniz kenarında bir villa kiraladık. Çocuklar birbirleriyle eğlenir, biz de keyif yaparız diye düşündük. Sabah herkesten önce uyanıp, denize karşı ilk sigaramı içerken yanı başımdaki sandalyenin üstündeki beyaz kediyi fark ettim. Belli ki tüm gece orada uyumuştu. Sanki evin 20 yıllık kedisi gibiydi. Yine de bir ev kedisi olmanın çok ötesindeydi. Çok zayıflamıştı.
-N’aber kızım.
-Miyaavvv.
-Aç mısın?
-Miyaavvv.
Yerimden kalkıp, mutfağa gittim, buzdolabını açtım. Dolaptaki peynirlerden birazını elime aldım ve ona götürdüm. Peynirleri yerken bile zorlanıyordu. Biraz su verdim ama içmedi. Sonra gitti ve akşama kadar gelmedi.
Akşam mangal sırasında belirdi.
-Gel kızım, al bunu ye.
Oğlum devreye girdi.
-Baba, sıcak verme, azıcık soğut. Kedilere sıcak et verilmez.
Birkaç gün sonra yandaki komşunun nazikçe uyarmasıyla karşılaşmıştık.
-Merhaba, hoş geldiniz, sizin kediniz mi?
-Hayır.
-N’olur yanlış anlamayın, benim de iki kedim var ama siz bu şartlarda ona kötülük yapıyorsunuz.
Önce anlayamadım. Bir kediyi beslemenin nesi kötü olabilir diye.
Dedi ki,
-Siz bir süre sonra gideceksiniz. Size alışacak ve yemek aramayı bırakacak. Siz gidince ne yapacak bu yavrucak?
Öylesine bir ikilem ki, ilk önceliğimiz hasta olduğu her halinden belli olan bir sokak hayvanına yardım etmek mi, yoksa onun yemek bulmasını sağlamak mıydı?
Ben ikilemin içinde tepinirken, şikâyete esas konu belli oldu.
-Hem bahçemize de kakalarını yapıyorlar.
Ertesi gün markette oğlumun uyarısıyla yaş mama aldık. Oğlum sitenin ucuna kadar gidiyor ve onu orada gözden uzakta besliyordu. İşin güzel tarafı her gece aynı saatte geliyor, aynı yere kuruluyor ve uyumaya başlıyordu.
İyi de hangisi doğruydu? Bizden sonra ne olacaktı?
Ertesi gün onu kovmaya başladım ama kaçmadı.
-Hadi git, yemek bul kendine.
-Miyaavvv.
-Kızım bak senin iyiliğin için söylüyorum, hadi git yemek bul kendine.
-Miyaavvv.
Dayanamadım, dünden kalan etleri ufak parçalara bölüp, bir peçetenin içine koydum. Ufak parçalara böldüm çünkü sorunu büyük ihtimalle ağzındaydı. Büyük parçaları koparamıyor, hatta çenesini diğerleri gibi açamıyordu.
-Gel kızım.
Beni takip etti, sitenin ucuna kadar. Elimdeki peçeteyi yere koyar koymaz bana şöyle bir baktı, sonra homurdanarak yemeye başladı. İnsanın karnı doyuyor, bir hayvanın karnını doyurduğunda. İyi de bizden sonra ne olacak diye sormaya devam ediyordum.
Ertesi gün yine aynısı.
Ertesi gün yine aynısı.
Tatilin bitmesine bir gece kala anlamıştım. Bu tatil elbet bitecekti. Peki ya sonra ne olacaktı? Bahçemize pisliyorlar demesini dışarıda bırakırsak komşunun dedikleri doğruydu. Bunu o gün anlamak mümkün değildi. O gün bir garibin karnını doyurmanın mutluluğu içinde komşuyu düşman bellemiştim. Kedi düşmanı, hayvan düşmanı, aşağılık kadın diye içimden geçirmiştim. Bugün artık orada değilim. O kedicik yine aynı sandalyenin üzerinde uyuyor olabilir ama ona yemek veren kimse yok. Belki bizden sonra gelenler de bakmıştır ama ya sonra? Hadi Eylül sonuna kadar ev boş kalmadı ve her gelen, kediyi besledi. Ya sonra?
Kediyi besleyen mi kötü, yoksa kediyi beslemeyin diyen mi? Bu hayat öylesine acımasız ki, insanı zorla filozof yapıyor.
Geçen sene de aynı problemle karşılaşmıştık. Sahile yakın bir köy evinde tatile gittik. Köydeki tüm sokak hayvanlarını ellerimle besledim. Bir tane siyah yavru kedi vardı. Ürkekti ama her sabah kucağıma alıp sevmeme izin verirdi. Önüne koyduğumuz mamayı bile yemekten acizdi. Her seferinde başka kedilere kaptırırdı. Biz de, oğlumla onun karnı doyana kadar önüne mama koymaya devam ederdik. Bir yıl sonra bile hala o siyah yavru kedi ne yapıyor acaba diye konuşuyoruz.
Biliyorum, seneye de aynısı olacak. Doğrusu hangisi bilmiyorum. Doğrusu onları doyurmak mı yoksa bizden sonra da karınlarını doyurabilmelerini sağlamayı öğretmek için onları kovalamak mı? Biz gittik, bizden sonra başkaları geldi, onlar da gidecek. Ya sonra?
Özetle, bugün sana kötü gelen bir şey aslında uzun vadede iyiliğin için olabilir. Başımıza gelen türlü sıkıntılar, aslında bizim iyiliğimiz için olabilir. Bize iyi hissettiren durumlar, aslında kötü olabilir. İnsanoğlu ne kadar çok istese de, bazı soruların cevaplarını alacak şekilde yaratılmamış. İyiliğin olduğu yerde kötülük, güzelliğin olduğu yerde çirkinlik, aydınlığın olduğu yerde karanlık var. Ve bu hiç bitmeyecek bir döngü gibi etrafımızda dolanmaya devam edecek.
***
“Umarım cenazemde çalınır” diye umut ettiğim, öldükten sonra artık dinleyemeyeceğimi düşünüp daha çok dinlemek istediğim şarkılardan biriyle bitirelim. Belki de beni sevenler arada bir mezarıma gelip bu şarkıyı çalarlar. Büyük ihtimalle orada olmayacağım ama en azından o sırada dinleyenlerin ruhu huzur bulabilir. Neyse şimdi hepimiz dinleyelim de, kılcal damarlarımız açılsın. Bir klasik müzik şaheserini, Accept gitaristi Wolf Hoffmann yorumlarsa neler oluyor görelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder