Dayım aradı.
-Ben yarın Ankara’da olacağım. Genel Kurul var. Gel de görüşelim.
Ertesi gün TÜFAD’ın sahibi olduğu otele gittim… Bir sürü teknik direktör, otelin önündeki alanda kendi arasında tartışıyordu. İçlerinde daha birkaç sene önce, süper ligin yayıncı kuruluşunun telaffuz ettiği isimler de mevcuttu. Hepsi, her şeyi en iyi biliyordu. Bir kaç tanesi hariç. Ayrı bir masada, kimseyle tartışmaya girmeden, sadece gülümsüyorlardı. Bana göre esas efsaneler onlardı. Bir futbol fanatiği olarak, her ne kadar canlı izleyemesem de, tartışmaya katılmayanların kimler olduğunu biliyordum. Onlar, zamanlarının en büyük futbolcularıydı. Dayım gelince beni ilk önce onlarla tanıştırdı. Benim için çok değerli olan ama onlar için sıradan bir anıydı.
Bir iki sene sonra dayım yine aradı.
-Ben yarın Ankara’da olacağım. Genel Kurul var. Gel de görüşelim.
Tüfad’ın Küçükesat’taki oteline gittiğimde, daha önceki durum tekrarlanıyordu. Bir farkla, eskiyen futbolcular, yeni teknik direktör adayı olarak oradaydılar. Tartışmaya girmeyenler ayrı bir grup olarak oturmaya devam ediyorlardı. Onlar öyle büyük futbolculardı ki, isimleri söylendiğinde ceketinizin düğmelerini iliklemeniz gereken insanlardı; hem de tek bir düğme bile iliksiz olmaksızın. Artık tanış olmanın rahatlığıyla “merhaba” diyerek, masalarına oturma cüreti gösterdim. Çaylar geldi, çaylar gitti. Gençler kenarda bir hafta önceki maçı tartışıyorlarken, masalarına oturduğum büyük futbolcular, Türk Futbolu'nun geleceğinden endişe ediyorlardı.
O masadakilerden biri olan Müjdat Yalman’ı toprağa vereli, neredeyse bir ay oldu. Onu mezara indirirken, tabutunun üzerindeki Ankaragücü formasını ve atkısını emaneten bana verdiler. Eskişehirspor yöneticisi olarak bu görevi almak paha biçilmez bir paye olmuştu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder