26 Ocak 2021 Salı

Mutlu Son

İşten çıktıktan sonra, sokağın başındaki bara giderek bir şeyler içmek istedim. İçeri girdiğimde, kapıda asılı çanın sesi, hafifçe çalan müziğin sesini bastırmıştı. Bar, bu saatlerde hep boş olurdu. Tam kafa dinlemelik, günün yorgunluğunu atmaya uygun bir ortam istediğimden, hemen her gün iş sonrası kapağı buraya atardım. Barmenle her zaman olduğu gibi derin bir sohbete dalmak üzereydik. Barmen, hikâyeler yazdığımı biliyordu. Elindeki kadehi durularken sordu.

-Abi sen şimdi hikâyeler yazıyorsun ya…

-Evet.

-Hiç düşündün mü, belki de yazdığın her hikâye gerçekten de oluyordur.

-Anlamadım.

-Yani sen ne yazarsan yaz, yazmaya başladığın anda hikâyedeki kahramanlar, mekânlar, olaylar meydana geliyor ve bunlar gerçek hayatta yaşanıyor.

-Hımmm… Hiç düşünmemiştim bunu.

-Sence olamaz mı?

-Bilmem, olabilir mi?

-Olabilir veya olmayabilir. Sen yine de her hikâyeyi mutlu sonla bitir. En azından benim hakkımda yazarsan, n’olur kötü son olmasın. 

Gülümseyerek barmene onay verirken, bardağımdaki son yudumu içip kalkmaya niyetlenmiştim ki, barmen yeniden doldurdu.

-Bu benden abicim.

-Teşekkürler ama gitmem gerek. 

-Aman be abi, yalnız başına yaşadığın eve gidecek ve tüm gece içmeye devam edeceksin. Gel bir hikâye anlat, şöyle mutlu sonla biten. Belki bir yerlerde birilerini mutlu ederiz ha, olmaz mı?

Barmenin teklifine cevap vermeden bar taburesinden kalktım. Barın kapısına gidene kadar söylediklerini düşündüm. Tüm gece yalnız başıma, dört duvar arasında, saçma sapan işlerle uğraşarak vakit öldürecektim. Tam kapıdan çıkmak üzereyken geri döndüm. Barmene dönerek konuşmaya başladım.

-Üniversiteden yeni mezun olmuştu.

Barmen şaşkınlıkla yüzüme bakarak sorarken, ben de az önce oturduğum yere doğru yürümeye başlamıştım.

-Kim abi.

-Duygu.

Elimdeki montu barın üzerine bırakıp, barmenin benim için doldurduğu kadehten bir yudum aldım ve hikâyeyi anlatmaya başladım. 

Duygu, üniversiteden yeni mezun olmuştu. Aylardır başvuru yaptığı ilanlardan birine en sonunda olumlu yanıt gelmişti. Son bir görüşme daha istiyorlardı. Başvuru yaptığı şirket, ülkenin en büyük şirketlerinden biriydi. Görüşme başarılı geçti ve işe kabul edildi. Ayın ilk pazartesi günü işe başlamak için şirkete gitmişti. İlgili bölümdeki müdürü onu tüm şirkete tanıştırmıştı. 

Pazartesi günü, hasta olduğu için işe gelemeyen Erdem, yardımcısı Gönül Hanım ile Salı günü şirkete geldiğinde, yanından geçen herkes ona selam veriyordu. Erdem de kendisine “günaydın” diye seslenenlere gülümseyerek “günaydın” diye cevap veriyordu. Onlarla henüz tanışmamış olan Duygu, önlerinden geçip gitmişti. Erdem, o anda bulunduğu yere zımbalanmış gibi kalakalmıştı. Burnuna gelen parfüm kokusu onu derinden sarsmıştı.

-Gönül Hanım, az önce yanımızdan geçen kimdi?

-Yeni işe başladı efendim.

-Adı ne?

-Duygu.

-Hangi bölümde işe başladı?

-Dış ticarette başladı. 

Erdem, odasına geçtikten bir süre sonra kendisine gelen telefonla toplantıya çağrılmıştı. Yardımcısı Gönül Hanım ile birlikte toplantının yapılacağı odaya gittiler. Toplantının konusu yeni yılın bütçesiydi. Erdem koltuğuna oturunca, aynı kokuyu hissetmeye başlamıştı. Zira Duygu, hemen yanındaki koltuğa oturmuştu. 

Herkes söz alıp görüşlerini bildirmiş, tüm kararlar alınmış, bütçe şekillenmiş ve toplantının sonuna gelinmişti. Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı, Duygu’ya sözü vermek istiyordu.

-Duygu Hanım, siz şirketimize yeni katıldınız. Buradaki arkadaşlar yıllardır şirketimizde hizmet veriyor. Farklı bir gözle bakan birisinin düşüncelerine her zaman önem vermişimdir. Bu toplantıya da o yüzden davet edildiniz. Siz de düşüncelerinizi söyler misiniz?

Duygu, beklemediği bu durum nedeniyle heyecanlanmış olsa da, nezaketi elden bırakmak istememişti.

-Efendim, ben işe dün başladım. Sizler kadar bilgi sahibi değilim. Saygısızlık etmek istemem.

Yönetim Kurulu Başkanı, bu alçak gönüllü cevaptan etkilenmişti ama bu cevap onu daha fazla sorgulamaya itmişti.

-Duygu Hanım, tam da bu yüzden size soruyorum. Herhangi bir konuda öneriniz varsa dinlemek isterim.

Duygu bir süre masadakilere bakıp, aklına gelen ilk şeyi söylemişti.

-Efendim, fabrikalarımızda yeşil alanlarla ilgili bir bütçe ayrıldı. Bunun bir kısmı sulama, bir kısmı ise fidan ve çimenlik alanların ekimi ile ilgili. Bu yeşillik alanlarda koşup oynayacak hayvanlar olsa… Mesela sahipsiz bir sürü köpek var… Alsak onları fabrikalarımızda barındırsak… Eminim fabrikamızda bir sürü atık yemek birikiyordur… Onlara bu yemekleri versek… Hem işçilerimize de, ruhsal olarak bir nevi terapi olur… Dünyaya da bir katkımız olur…

Masadaki yönetici kadrosu sessizlik ve şaşkınlık içinde Duygu’ya bakarken, Duygu da kendi kendine kızmaktaydı. İçinden “şu lanet çeneni bir tutamadın” diye söyleniyordu. Sessizliği yanında oturan Erdem bozmuştu.

-Bence bu harika bir fikir. Ben bu fikri destekliyorum. Gerekirse bizim sunduğumuz bütçeden kısıntıya giderek bu girişimi yapalım.

Masadakiler sessizliklerini korurken Yönetim Kurulu Başkanı, Erdem’in çıkışına uygun olarak bütçenin revize edilmesi talimatını veriyordu.

-Duygu Hanım, bu iş için ne kadar ayırmamız gerek?

Erdem, yanındaki Duygu’ya eliyle iki işareti yapmıştı. Duygu, bunu görerek cevap verdi.

-İki.

Yönetim Kurulu Başkanı anlamamıştı.

-İki mi? İki milyon mu?

Duygu, çaresizlik içinde yan gözle Erdem’den gelecek mesajı bekliyordu. Erdem bir eliyle iki, diğer eliyle yuvarlak işareti yapıyordu. Duygu bunu görünce hemen cevapladı.

-20 bin efendim. Bu kadar yeterlidir.

Yönetim Kurulu Başkanı, kahkahalar atarak karşılık verdi.

-Kızım beni çok korkuttun. Bir an 2 milyon diyeceğini sandım. Tamam arkadaşlar, Duygu Hanım’ın önerisini de bütçeye dâhil edelim ve fabrikalarımızın müdürlükleri gerekli tedbirleri alsınlar. Toplantımız sona ermiştir.

Toplantı bitiminde herkes Duygu’nun yanına gelip onu tebrik ediyordu. Duygu ise yanındaki Erdem’e desteği için teşekkür etmek istiyordu. O sırada Erdem’in yanına gelen yardımcısı Gönül Hanım, Erdem’in koluna girerek odadan dışarı çıkarmıştı. 

Duygu toplantı odasından çıkıp, Erdem’in odasına geldiğinde onu Gönül Hanım karşılamıştı.

-Merhaba, Erdem Bey ile görüşebilir miyim?

Gönül, telefonla Erdem’i arayıp, “Duygu Hanım sizinle görüşmek istiyor” diye sorduğunda cevap gecikmemişti. Duygu, Erdem’in odasından içeri girince, Erdem ayağa kalkmıştı. 

-Merhaba, sizinle henüz tanışmadık ama teşekkür etmek istedim.

-Buyurun Duygu Hanım, şöyle oturun.

Duygu, toplantı esnasında kendisine verdiği destek için ona teşekkür ediyordu ama ters giden bir şeyler vardı. Erdem, Duygu’ya bakmıyordu. Sanki boşluğa bakıyor gibiydi. Bu durum Duygu’nun ilgisini çekmişti. Eliyle hareketler yapıyor, yüzünü çeşitli şekillere sokuyor ama Erdem’in ona bakmasını sağlayamıyordu. Ancak her görme engellide olduğu gibi Erdem’in de başka duyuları gelişmişti.

-Duygu Hanım, boşuna uğraşmayın. Size söylemediler sanırım. Ben görme engelliyim.

Duygu, bu açıklamadan sonra neredeyse yerin dibine girmek istemişti. Ayağa kalktı ve pişmanlıkla özür diledi. Erdem ise onu yanına çağırıyordu.

-Rica etsem biraz daha yaklaşır mısınız?

Duygu, Erdem’in yanına geldiğinde, Erdem’in suratında kocaman bir gülümseme belirdi. Ona parfümünün adını söyledi.

-Aaaa nereden biliyorsunuz?

-Annem de bu parfümü kullanırdı. Bana onu hatırlattınız.

Duygu, masumca gerçeği söylemeye başladı.

-Aslında bu benim parfümüm değil. Annemden ödünç aldım. İlk maaşımı alana kadar onunkiyle idare ediyorum.

Erdem gülümseyerek karşılık vermişti.

-Her parfüm, her ciltte farklı etki eder. Ancak sizin kokunuz…

Erdem ileri gittiğini düşünerek özür diliyordu.

-Lütfen beni yanlış anlamayın. Sizi taciz etmek gibi bir niyetim yok. Sadece kokunuz, size öyle uyumlu olmuş ki… 

İçinden kendine kızıyordu. “Aferin Erdem aferin, iyice et içine.” 

Duygu tekrar koltuğuna geçtikten kısa bir süre sonra, içeriye şirketin Yönetim Kurulu Başkanı girmişti. Duygu onu görünce ayağa kalktı. Gönül Hanım da onun arkasından içeri girerek Erdem’e haber verdi. 

-Efendim yönetim kurulu başkanımız geldi.

Erdem ayağa kalkarak ona saygısını gösterirken, adam Duygu’nun yanına kadar gelmişti.

-Senin burada ne işin var?

-Efendim şey, ben…

Erdem araya girerek sorunu çözmüştü.

-Ben çağırdım efendim. Toplantıda söylediği konunun ayrıntılarını konuşuyorduk. Tamam Duygu Hanım, sizinle daha sonra konuşuruz, teşekkürler.

Duygu odadan ayrılırken, şirketin yönetim kurulu başkanı, “dur” dedi.

-Duygu Hanım, parfümünüz… Bu şey değil mi? 

Adam, parfümün ismini söyleyince Duygu kafasıyla onayladı ve izin isteyip odadan çıktı.

Aradan üç ay geçmiş, Duygu iyiden iyiye şirkete ve işine alışmıştı. Ancak o gün şirkete geldiğinde gözleri ağlamaktan kızarmış, bitkin bir haldeydi. Çalıştığı bölümün müdürü onun bu halini görüp, neler olduğunu sormuştu. Nedenini öğrenince de, evine gitmesi ve dinlenmesi gerektiğini söyledi. Bu haliyle bir faydası olmayacaktı. Duygu şirketin kapısına doğru ilerlerken, kimsenin onu böyle görmesini istemediği için başını kaldırmadan yürüyor, diğer yandan da ağlamaya devam ediyordu. Koridorda ilerlerken Gönül ile Erdem şirketten içeri giriş yapıyorlardı. Duygu yanlarından geçip giderken, Erdem onun kokusunu alınca duraksadı. Kafasını çevirip seslendi.

-Duygu Hanım.

Duygu da kendisine seslenildiği için durmuştu. Kafasını çevirdiğinde onları gördü ama başını öne eğip yerinde kalmaya devam etti. Erdem, kokuyu takip ederek birkaç adım attı. 

-Günaydın Duygu Hanım.

Duygu kafasını kaldırmadan cevap verdi.

-Günaydın Erdem Bey.

Duygu’nun ses tonundaki hüzün anlaşılamayacak gibi değildi. Erdem elini ona doğru uzattı. Suratına doğru parmaklarını götürdü. Yanağındaki ıslaklık her şeyi anlatıyordu.

-İyi misiniz?

-Evet, iyiyim merak etmeyin.

-Neden ağlıyorsunuz?

-Uzun hikâye Erdem Bey. İzin verirseniz gitmek istiyorum.

-Olmaz, senin bu halde gitmene izin veremem. Bak sana ne diyeceğim. Kahvaltı yaptın mı? Hadi gel biraz hava alalım ve bir şeyler yiyelim. Ne dersin?

-Teşekkür ederim ama inanın hiç iştahım yok.

-İtiraz istemiyorum. Gönül Hanım, arabayı hazırlar mısınız lütfen. 

Gönül, buna şaşırmıştı.

-Ama efendim…

-Lütfen Gönül Hanım, dediğimi yapın. 

Gönül, tatsız bir yüz ifadesiyle dışarı çıkıp arabayı kapının önüne getirmek için hareketlenirken, Erdem de Duygu’nun koluna girmişti. 

-Hanımefendi bana yardım edersiniz değil mi?

Elindeki görme engelli asayı göstererek, onu gülümsetmeye çalışıyordu.

-Yoksa sopamı kullanmak zorunda kalırım, ona göre.

Araba şirketin önüne geldiğinde, Gönül hızla aşağı inmiş ve Erdem’i araca bindirmek için yanlarına gelmişti. Aracın içi yeniden tasarlanmış, lüks koltukları olan, hatta içinde televizyon bulunan bir minibüstü. Gönül, hareket edince dikiz aynasından devamlı onlara bakıyordu. Erdem fısıldayarak Duygu’ya sordu.

-Duygu Hanım, size bir şey sormak istiyorum. Şu anda Gönül Hanım bize mi bakıyor?

Duygu kafasını Gönül’e çevirdi. Yine aynı şekilde fısıldayarak cevap verdi.

-Evet. Dikiz aynasından bizi izliyor.

Erdem, gülümseyerek cevap verdi.

-Tam tahmin ettiğim gibi.

O anda sesini yükseltip, fısıldaşmaya son verdi.

-Duygu Hanım, yalnız kalmak istediğimde gittiğim bir yer var. Özellikle istediğiniz bir yer yoksa oraya gidelim mi?

-Benim için fark etmez.

-Gönül Hanım, nereye gittiğimizi biliyorsunuz.

Gönül, bu isteğe itiraz ediyordu.

-Efendim biliyorsunuz, bir saat sonra önemli bir toplantınız var.

-Erteleriz canım, ne olmuş.

-Efendim erteleyemeyiz. Yönetim Kurulu Başkanı da katılacak. Adamlar bu toplantı için Çin’den geldiler. Yani katılmanız gerekiyor.

-Bensiz de halledebilirler. Lütfen devam edelim.

Duygu bu konuşulanlardan rahatsız olmuştu.

-Benim yüzümden işinizi aksatmanızı istemem. Ben iyiyim, beni ilerideki metro durağında bırakırsanız daha iyi olur. 

-Bu mümkün değil Duygu Hanım. Sizi kaçırıyorum ve benim esirimsiniz.

20 dakika sonra, şehrin biraz dışında, denizin kenarında, kulübeden bozma ahşap bir binanın önünde durdular. Harabe sayılabilecek bu yapının yanındaki çürümeye yüz tutmuş ahşap yoldan ilerleyip, binanın arka tarafındaki beş masalı noktaya geldiler. Manzara muhteşemdi. Ortam her ne kadar yıkık dökük olsa da, manzaranın güzelliği büyüleyiciydi. Gönül, tahta sandalyelerden birini Erdem’in oturması için hazırladığında, Duygu da uçsuz bucaksız maviliğe dalıp gitmişti. Sessizliğin de ortama ayrı bir güzellik kattığını söylemek yalan olmazdı. Sessizliği bozan ise kulübenin sahibi olmuştu. 

-Vay benim güzel kardeşim. Erdemim hoş geldin.

Saçı sakalı birbirine karışmış yaşlı bir adam, kollarını açarak Erdem’e doğru gelip, onu arkasından sarıp sarmaladı. Yanaklarından öptükten sonra Gönül’e yöneldi.

-Dünyanın en güzel kadını. Düşlerimin  kraliçesi. Şarkılarımın ilham kaynağı. Hoş geldin.

Gönül, geriye doğru bir iki adım attıktan sonra, “git başımdan” diyerek kaçmaya başladı. Adam da arkasından kovalamaya başladı. Bu sırada Erdem kahkahalarla gülüyordu. Birkaç saniye sonra adam nefes nefese geri döndü. 

-Yahu Erdem, ben bunu yine yakalayamadım. Tazı gibi kadın mübarek. 

Erdem gülmeye devam ederken, adam da Duygu’ya yönelmişti.

-Bu güzel kadının seninle ne alakası var Erdemcim. Yoksa siz, haaa… Sevgili mi yaptın kerata?

-Yok be abi, nereden çıkarıyorsun? Duygu Hanım şirketimiz çalışanlarından. Bir çay molası vermek istedik.

Adam, Duygu’ya doğru ilerlerken konuşmaya devam ediyordu. Ancak adamın enerjisi onu da gülümsetmeyi başarmıştı. Duygu’nun elini tutup öptükten sonra, Kemal’in burnuna gelen parfüm kokusu, onu bir an da olsa duraksatmıştı. Yine de konuşmaya devam etti.

-Merhaba Duygucum. Adım Kemal. Bu güzel adamın ama özellikle şu Gönül denilen dehşetli seksi kadının sevdalısı bir garibanım. 

-Memnun oldum, ben de Duygu.

Kemal, Duygu’nun elinden tutup, Erdem’in karşısındaki sandalyeye oturması için yardımcı olmuştu. Hızla içeriye gidip beyaz bir masa örtüsü getirip, masanın üzerine serdi.

-Duygu Hanım, ne arzu edersiniz?

-Bilmem Erdem Bey, benim karnım aç değil. Siz ne isterseniz söyleyin lütfen.

-Kemal Abi, bize şu güzel tostlarından yaparsan, bir de demli çay verirsen sevinirim.

-Tamam o halde, size tam karışık bir tost getiriyorum. Şöyle bol sucuklu olanından.

Duygu hemen atılmıştı.

-Benimki sucuklu olmasın lütfen.

Kemal, bu cevaba karşılık hinlik yapmaya devam ediyordu.

-Doğru ya, siz şimdi öpüşeceksiniz, birbirinize kokmak istemezsiniz. Benimki de salaklık işte. Tamam o halde, Erdemcim seninkini de sucuksuz yapıyorum. Sadece bol kaşarlı ve tereyağlı.

Erdem boşluğa bakarak gülerken, Duygu utanmış halde tercihini değiştiriyordu.

-Tamam o halde, benimki de bol sucuklu olsun.

Kemal bu cevaba sevinmiş ve hinlik yapmaya devam ediyordu.

-Hah şöyle ya. İkiniz de yerseniz birbirinize kokmazsınız.

Kemal, siparişleri hazırlamak için gittikten sonra Erdem ve Duygu yalnız kalmışlardı. Erdem boşluğa bakarak sordu.

-Yanağındaki ıslaklığın sebebini konuşmak ister misin?

Duygu, daldığı manzaranın içinden çıkarak cevap veriyordu.

-Sizi kendi sıkıntılarımla meşgul etmek istemem.

-Bu yüzden buradayız. Seni dinlemek istiyorum. 

Duygu birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra, “aldatıldım” dedi. “Hepsi bu.” Sonra kafasını yine manzaraya çevirerek bakmaya başladı. Erdem, ona sordu.

-Boşluğa bakmak nasıl bir şey?

-Anlamadım?

-Sen de, benim gibi boşluğa bakıyorsun.

-Siz görebiliyor musunuz?

-Boşluğa baktığını görmek için bir göze ihtiyacım yok. Yapma bunu kendine.

-Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum, çok çaresizim. Uzun süredir beni aldatıyormuş ama benden ayrılmak istediğini söyleyene kadar bunu göremedim. Aslında kendime kızıyorum, ona nasıl inandım diye. Evlenecektim, bir yuva kuracaktım. Hayallerim yıkıldı. Bir parça boşluğa dalıp gitmek için yeterli bir sebep değil mi?

-Değil. Hatta bu andan itibaren anlaman gereken en önemli şey, artık seni bu kadar üzen birisi yüzünden hayatından bir saniye bile çalmasına müsaade etmemen gerektiğidir.  Gerçekten rahatladım. Ailenden birisi öldü zannettim. Yani, telafisi olmayacak, yerine konulması mümkün olmayan bir kaybın olduğunu düşünüyordum. 

Duygu, yaşadıklarının küçümseniyor olduğunu düşünüp, içerlemişti.

-Erdem Bey, siz hiç aldatıldınız mı?

-Elbette. Sayısını hatırlamıyorum bile.

-Bu halinizle kaç tane sevgiliniz olmuş olabilir ki?

Erdem, “bu halinizle” lafıyla yıkılmıştı ama belli etmedi. 

-Aldatılmak sadece karşı cinsle olan ilişkiler için mi geçerlidir? Evet, hiç sevgilim olmadı. Bu halimle benimle kimsenin olması mümkün değil zaten. Ama evet çok aldatıldım. Mesela annem ben ortaokuldayken evi terk edip, başka bir adamla gitti. O günden beri onu görmedim. Ruhumda derin bir izi var, göremeyebilirsin. İş hayatımda güvendiklerimden çok kazık yedim. Banka hesaplarımda izleri halen durmakta ama onu da göremezsin. Çocukluğumda, sadece bir an gülebilmek için, önümde merdiven basamağı olduğunu söylemeyen sınıf arkadaşlarım vardı. İşte, kaşımdaki dikiş izine bakıp bunu görebilirsin. 

Duygu, sinirle söyledikleri için pişman olmuştu. İşini gücünü kenara koyup, kendisine moral vermeye çalışan birisine karşı çok acımasızca saldırdığını düşündü. Sessizliği, Kemal’in elindeki tepsiyle gelmesi bölmüştü.

-Eveeet, işte tostlarınız geldi. Bunlar da çaylar. Haydi afiyet olsun. 

Gönül, elinde telefonla koşar adımlarla yaklaşırken, “Erdem Bey, Erdem Bey” diye telaşlı bir şekilde telefonu uzatıyordu.

-Misafirler gelmiş, toplantı için sizi bekliyorlarmış. Yönetim Kurulu Başkanı telefonda sizi istiyor.

Erdem telefonu kulağına götürüp, “şu anda çok daha önemli bir işim var. Toplantıya gelemeyeceğim” diyerek telefonu Gönül’e uzatmıştı. Sanki hiçbir şey olmamış gibi gülümseyerek, Duygu’ya sordu.

-Tost nasıl. 

-Erdem Bey, benim yüzümden toplantıya gitmediniz. Bunu neden yapıyorsunuz?

Erdem elini masaya doğru uzatıp, Duygu’nun elini tutmuştu.

-O gün, o ilk gün, parfümünün kokusunu ilk aldığımda, bunun bir işaret olduğunu anladım. Sandığın gibi, sana destek olmuyorum. İşin aslı, sen bana yardım için gönderildin. O yüzden, senin için bir şey yaptığımı düşünme. 

Elele tutuştuklarını görünce, Kemal ile Gönül birbirlerine baktılar. Sessizce oradan uzaklaştılar. Erdem elini çektiğinde Duygu ileri atılıp yeniden tutmuştu.

-Erdem Bey, siz çok iyi bir insansınız. Desteğiniz için teşekkür ederim.

Duygu ve Erdem, tostlarını bitirmişler, çaylarını yudumluyorlardı. Duygu dayanamayıp, aklındaki soruyu sordu.

-Erdem Bey, sizin soyadınız ile Yönetim Kurulu Başkanının soyadı aynı. Şirkette arkadaşlara sordum ama herkes farklı bir şey söylüyor. Doğru cevabı bir tek sizden öğrenebilirim. Onunla bir akrabalığınız var mı?

-Evet, bu soru bana ilk defa sorulmuyor. Sadece isim benzerliği. Bunun dışında başka bir şey yok. O kaba saba adamla benim akraba olabileceğimi de nereden çıkarıyorlar anlamıyorum. 

-Arabanız, kıyafetleriniz, yardımcınız Gönül Hanım. Bunları düşününce insan kendine soruyor, acaba patronun oğlu mu diye.

-Arabam, kıyafetlerim ve Gönül Hanım. Engelli olmamdan dolayı hepsinin ücretini şirket ödüyor. Ben sanıldığı gibi zengin biri değilim. Sıradan bir apartman dairesinde oturuyorum. Sıradan bir hayatım var.

-Ama az önce çok önemli bir toplantıya katılmadınız. İşten atılmaktan korkmuyor musunuz?

-Duygu Hanım, korkular insanların hayatlarını yöneten en büyük güçlerden biridir. Korktuğumuz için uçağa binmeyiz, korktuğumuz için sevdiğimiz birisine açılamayız, korktuğumuz için söylememiz veya yapmamız gereken her ne ise yapmayız. Korkularımızın hayatlarımızı yönetmesine izin vermememiz gerek. 

-Ne yani siz hiç korkmuyor musunuz?

-Elbette benim de korkularım var ama bunların hayatımı yönetmesine izin vermiyorum.

-Mesela neden korkarsınız?

-Aldatılmaktan. En kötüsü budur. Güvendiğiniz birisinden darbe yemek gibisi yoktur. Ancak bu yüzden insanlara güvenmekten vazgeçmedim. Mesela Gönül Hanım. Mesela bize bu güzel tostu yapan Kemal. Onlara çok güvenirim. 

Duygu gülümseyerek sormuştu.

-Peki, ben size güvenebilir miyim?

-Ben çok güvenilmez birisiyimdir. Size kendimi tavsiye etmem. Mesela gidip patronunuza sorabilirsiniz. Bana güvenip toplantı ayarladı ama ben onu ektim. 

-Hiç sanmıyorum. Siz çok iyi bir insansınız. Bana bugün kendimi değerli hissettirdiniz. 

O sırada Gönül’ün çığlıkları duyulmaya başlamıştı.

-Bırak beni be adam. Erdem Bey, lütfen şuna bir şeyler söyler misiniz?

Erdem ile Duygu kahkahalarla gülerken Kemal, Gönül’ün arkasından koşturuyordu. Erdem ona seslenip, artık durmasını söyledi.

-Kemal Abi bizim gitmemiz gerek. Kadını rahat bırak artık.

-Arkadaş bir tanecik öpücük istedim. Çok mu şey istiyorum? Duygu Hanım siz söyleyin, çok mu şey istiyorum? Bir tane öpücük yahu.

Erdem, sandalyeden kalktığında, Kemal ona doğru giderek yardımcı olmak istedi. Bunun üzerine Duygu yerinden fırlayıp Erdem’in koluna girdi. Erdem, yanı başındaki kokudan dört köşe olmuştu. Kemal önden hızlı adımlarla ilerlerken, onun önünde Gönül arabayı çalıştırmak üzere tahta yoldan geçiyordu. O kısa yürüyüş esnasında Duygu, Erdem’e sordu.

-Gönül Hanım da, Kemal Amca’yı seviyor mu?

-Bunu, benden daha iyi anlayabilirsin. Buraya geldiğimizde gözleri parlıyor muydu?

-Bilmem, hiç dikkat etmedim.

-Şimdi ne yapıyorlar?

-Arabanın yanında konuşuyorlar. 

-Gönül Hanım gülüyor mu?

-Evet gülüyor.

-Sence de karşılıklı değil mi?

-Evet, öyle gözüküyor. İyi de, madem birbirlerine karşı aynı şeyleri hissediyorlar, niye birlikte olmuyorlar?

-Benim yüzümden.

-Sizinle ne alakası var ki?

-Gönül Hanım beni bırakıp, başka bir hayat kuramaz. Ben onun hayatındaki prangayım. Git desem de gitmez. Annem evden gittikten sonra beni o büyüttü. Beni yıkadı, okula götürdü, yemeklerimi yedirdi, ödevlerimi yaptırdı. Yani benim ikinci annem gibidir. Onun hiç çocuğu yok. Beni hep evladı gibi gördü. Beni bu halimle bırakıp gidemez. 

Kemal ile vedalaşıp araca binmişlerdi. Erdem, Gönül’e gidecekleri yeri söylüyordu.

-Gönül Hanım, Duygu Hanım’ı evine bırakıp şirkete geçelim. Duygu Hanım, siz evinizi tarif eder misiniz?

Duygu bir anda telaşlanmıştı. 

-Hiç gerek yok. Siz beni bir metro istasyonunda bırakırsanız ben giderim.

-Olmaz öyle şey. Siz Gönül Hanım’a tarif edin, evinize kadar bırakalım.

Duygu’nun tarif ettiği yer, şehrin kalburüstü mahallelerinden birini gösteriyordu. Yan yana villalardan oluşan sokağa geldiklerinde Duygu’nun “burada ineyim” dediği yerde onu indirdiler ancak Erdem şüphelenmişti. Duygu, arabadan inince Erdem, Gönül’e “dur” dedi. “Evine girene kadar bekleyelim.” Duygu da onların gitmesini bekliyordu ancak onlar gitmeyince, geriye doğru giderek bir evin bahçe kapısını açarak gözden kayboldu.

Şirkete döndüklerinde Erdem, patronu sordu. Patron, misafirlerle yemeğe çıkmıştı ve bugün şirkete dönmeyeceğini söylediler. Sonra İnsan Kaynakları departmanından Duygu’nun dosyasını istedi. Dosya geldiğinde, Gönül Hanım’a adresi doğrulatmak istemişti.

-Bugün gittiğimiz adres, dosyada yazan adres mi?

-Hayır. Burası bugün gittiğimiz yer değil.

-O halde yarın sabah bu adrese gidelim.

Sabah olduğunda, Erdem’in aracı, Duygu’nun adres olarak belirttiği evin az ötesinde durmuştu. Şehrin en fakir ailelerinin yaşadığı, gecekondulardan oluşan, sokak lambasının olmadığı, yolu çakıldan oluşan mezbelelik bir mahalleye gelmişlerdi.  Gönül, Erdem’e nasıl bir yere geldiklerini anlatınca, manzara Erdem’in beyninde canlanmıştı. Duygu evinden çıkıp yürümeye başlayınca, Gönül de araçtan inip, hızlı adımlarla ona yetişti.

-Duygu Hanım.

Duygu kafasını çevirince Gönül’ü gördü.

-Gönül Hanım ne işiniz var burada?

-Size de günaydın. Buyurun size şirkete kadar eşlik edelim.

Duygu, Gönül’ün eliyle işaret ettiği tarafa bakınca, siyah minibüsü görmüştü. 

-O da içinde mi?

-Evet, sizi bekliyor.

Duygu çaresizce araca doğru yöneldi. Gönül kapıyı açtı ve “buyurun” dedi. Duygu, Erdem’in tam karşısındaki koltuğa oturunca, Erdem derin bir nefes alarak konuştu.

-Bu kokuyu her yerde tanırım. Günaydın Duygu Hanım.

-Günaydın ama bugün parfüm sürmedim. 

-İyi de bu koku, aynı siz gibi kokuyor.

-Hayır, bugün parfüm sürmedim.

-Hayret, demek ki teninize sinmiş.

Kısa bir sessizlikten sonra Erdem devam etti.

-Beni aldattınız?

-Ne?

-Dedim ki, beni aldattınız. Oturmadığınız bir yeri eviniz gibi gösterdiniz. 

Araç yol almaya başlarken, Duygu’nun verecek cevabı olmadığından sessizlik oluşmuştu. Erdem, sessizliği bozan kişi olacaktı.

-Demek ki, dün sizin yaşadığınızın bir benzerini bana yaşattınız. Size dün de söyledim. Hayatımda defalarca aldatıldım. Ancak bu, birilerine güvenmem için bana engel olmuyor. Size güvenmek istiyorum. Dün dosyanızı inceledim. İngilizce işletme okumuşsunuz ve dış ticaret yüksek lisansı yapmışsınız. İlk iş deneyiminizde aynı şirketteyiz. Bunların dışında bilmem gereken ama sakladığınız başka bir şey var mı? 

Duygu başını öne eğip, fısıldarcasına konuştu.

-Utanıyorum Erdem Bey. 

-Oturduğun yer hakkında bana yalan söylediğin için mi?

-Evet. Böyle bir yerde oturduğumu görmenizi istemedim.

-Duygu Hanım, farkında değilsiniz sanırım. Ben zaten sizin gördüğünüz gibi göremiyorum. Hem nerede oturduğunuzun ne önemi var ki?

-Ne bileyim, böyle yıkık dökük bir evde yaşadığımı bilmenizi istemedim.

-Dostlarınızın, sizin yıkık dökük bir evde oturuyor olmanızı bilmelerindense, size güvenen insanları kırmayı mı tercih ediyorsunuz?

-Elbette hayır ama istemedim görmenizi. Yani görmekten kastım, benim fakir bir aileden olduğumu bilmenizi istemedim.

-Artık biliyorum. Sizce bir şey değişmiş gibi duruyor mu?

-Hayır.

-O halde bilmem gereken başka neler olduğunu söylerseniz, aramızdaki güvensizliği ortadan kaldırmak isterim.

-Dün sevgilimden ayrıldım, onu biliyorsunuz zaten. Aslında kendi aramızda sözlü gibiydik. Evlenme teklif etmişti. İster istemez hayaller kuruyorsunuz ama bir anda yerle bir oluyor. Babam işsiz. Yıllarca sigortasız çalıştığı için emekli de olamıyor. Zaman zaman geçici işler buluyor, inşaat işçiliği gibi. Annem ben okulu bitirene kadar evlere temizliğe giderdi. Ancak artık yaşlandı ve evde örgü örüyor, patik filan, onları pazarlarda satıyor. Bir abim varmış, ben küçükken araba çarpmış vefat etmiş. Onu hiç hatırlamıyorum. Hepsi bu.

-Çok güçlü bir kadınsın. Bu kadar olumsuzluk içinde çok iyi bir eğitim almışsın. Umarım bir gün annen ve babanla da tanışırız. Seni okutmak için büyük fedakârlıklar yaptıkları ortada. 

-Evet, onlar okumam için her şeyi yaptılar. İşe kabul edildiğim gün, sevinçlerini görmeliydiniz. Sabaha kadar mutluluktan uyumadılar biliyor musunuz?

Duygu, gözleri dolmuş bir halde o güne geri dönmüştü. Bir damla yanağından süzülürken, Erdem elini ona doğru uzattı. Yanağındaki gözyaşına dokundu. Baş ve işaret parmaklarını birbirine sürtüp, ıslaklığı hissederek, “işte bu sahiciliğin kanıtı” dedi. Duygu gülümsedi ve camdan dışarı baktığında şehirden uzaklaştıklarını anladı.

-Şirkete gitmiyor muyuz?

-Hayır. Fabrikamıza bir ziyaret yapacağız. Fabrika Müdürü özellikle senin gelmeni rica etti. Biliyorsun ben fabrikalardan sorumluyum. Bir etkinlik yapmışlar, bizi çağırdılar.

-Etkinlik mi? Ne etkinliği?   

-Bilmem, davet ettiler, biz de gidiyoruz? Bu arada biz artık arkadaş sayılırız. Senin hakkında bir sürü şey biliyorum. Sana adınla hitap edebilir miyim?

-Elbette.

-Sen de bana sadece Erdem de. Ama şirket sınırları dışında, anlaştık mı?

-Tamam Erdem Bey.

-Efendim, anlamadım.

-Tamam Erdemcim.

Fabrikaya geldiklerinde, onları fabrika müdürü karşılamıştı. Gönül, arabadan inen Erdem’in koluna girmek istedi ama Erdem istemedi. 

-Duygucum, seninle yürüyebilir miyiz?

-Benim için büyük zevk olur Erdemcim.

Gönül, kafasını iki yana sallayarak “hey Allahım” diye iç çekerken, onlar da fabrika müdürünün yönlendirmesiyle, etkinliğin yapılacağı alana doğru ilerlemeye başlamışlardı. Kendileri için hazırlanan plastik sandalyelere oturdular. Fabrikanın tüm işçileri oradaydı. Kaymakam ve Belediye Başkanı da gelmişti. İkisi de Erdem’in yanına gelerek Erdem’in elini sıkmışlardı. Erdem de, yanındaki Duygu’yu göstererek “kahramanımız burada” diyerek onlarla tanıştırmıştı. Duygu, kendisine uzatılan elleri sıksa da, onlar gittikten sonra Erdem’e fısıldayarak “bu kahramanlık da nereden çıktı” diye sormuştu. Erdem’in cevabı Duygu’yu daha da meraklandıracaktı.

-Sen gücünün farkında değilsin. Birazdan anlarsın.

Fabrika Müdürü mikrofonu eline alıp konuşmasına başlamıştı. 

- Sayın Kaymakam,  Belediye Başkanımız, Şirketimizin Yönetim Kurulu Üyesi Erdem Bey ve Duygu Hanım, fabrikamıza hoş geldiniz.

Fabrika işçileri alkışlarla ortalığı inletirken, Duygu kendi adının sunumda olmasına şaşırmıştı. Henüz üç aydır şirketteydi ama adı anılıyordu. Fabrika Müdürü alkışlar kesilince konuşmasına devam etti.

-Fabrikamız kurulduğundan beri çalışanlarına en iyi ortamı yaratmak için çaba göstermektedir. Ancak üç ay önce yönetim tarafından alınan karar gereği bambaşka bir uygulama başlattık. Çevremizde ne kadar sokak köpeği varsa, fabrikamızı onlara yuva yaptık. Bu sayede aç veya bakıma muhtaç köpeklerimizin bakımını üstlendik. Bunun ülkeye nasıl bir faydası olabilir diye sorabilirsiniz. En basitinden Belediyemizin masrafları azaldı. Çok daha önemlisi sağlıksız ortamlarda yaşayan canlılara nefes olduk. Ancak bunun fabrikamız açısından bir başka faydası daha oldu. Şimdi bunları anlatmaları için, sizlere çalışanlarımızı takdim etmek istiyorum.

Fabrika Müdürü, üç tane işçinin adını söylemişti. İşçiler sırayla gelip yaşadıkları anıları anlatıyorlardı. İlk işçi heyecanla mikrofonu alıp konuşmaya başladı.

-Eskiden bu fabrikaya sadece para kazanmak için geliyordum. Şimdi fabrikada yeni dostlarım oldu. Öğlen yemeğini yedikten sonra onlarla boğuşmak için çimenlik alana koşuyorum. Mesai bitiyor, onların yanına koşuyorum. Defalarca servisi kaçırdım ama olsun değer. Hatta mesai dışında bile fabrikaya gelmeye başladım. Sırf onları sevip, onlarla oynamak için. Duygu Hanım size içtenlikle teşekkür ederim. 

Kalabalıktan yükselen alkış ve tezahüratlarla, ortalık inliyordu. İkinci işçi mikrofonu eline aldığında, bir öncekinden daha heyecanlıydı.

-Ben hayvanlardan korkan birisiydim. Özellikle de köpeklerden. Günün birinde, arkadaşlar bana şaka yapmak istediler. Öğle arasında yemeklerimizi yedik, çimenlik alanda güneşleniyorduk. Gözlerimi bağlayıp bana sürpriz yapacaklarını söylediler. O gün doğum günümdü. Bana pasta kesecekler sandım. Gözlerim bağlı şekilde beni onların arasında bıraktılar. Gözlerime bağladıkları paçavrayı çözünce etrafımdaki köpekleri gördüm. Hepsi de dilleri dışarıda bana bakıyorlardı. Önce çığlık attım. Arkadaşlar ise kahkahalarla gülüyorlardı. Aradan biraz zaman geçince zararlı olmadıklarını gördüm. Hepsi beni koklayıp yalıyordu. Hayatımda ilk defa bir köpeği sevdim. Hatta bir sürü köpeği aynı şekilde okşadım. Beni gözlerim kapalı olarak onların içine bıraktılar ama gözlerim açılınca oradan çıkmak istemedim. Bana bu duyguları, bu farkındalığı yaşatmaya vesile olan Duygu Hanım’a teşekkür ederim.

Kalabalık, tüm gücüyle alkışlarken, kimisi de ıslık çalarak gürültünün seviyesini artırıyordu. Son olarak bir işçi daha kürsüye geldiğinde, yanında küçük bir kız çocuğu vardı. Çekingen bir tavırla mikrofonu eline aldı. Diğerlerine nazaran çekinik biriydi.

-Merhaba… Hoş geldiniz…

Az önceki desibelin yüksekliği ne kadar fazlaysa, bu sefer de kalabalıktan çıt çıkmıyordu. Arkadaşları onu tanıyor ve anlatacağı hikâyeyi biliyorlardı.

-Kusura bakmayın, çok heyecanlandım… Bu benim kızım… Adı Seda… Kızım dünyaya geldiğinde dünyanın en mutlu insanıydım… Aradan iki yıl geçti… Onun yaşındakiler çoktan konuşmaya başlamıştı. Fabrikadan eve her döndüğümde, bana “baba” demesini bekledim. 3 yaşına gelmesine rağmen hala konuşmuyordu. Acaba engelli mi diye düşündük. Doktorlara götürdük ama gayet sağlıklıydı. 4 yaşına geldi, en ufak bir kelime bile ağzından çıkmıyordu. 5 yaşına geldiğinde hem eşim hem de ben, bu sessizliği artık kabullenmiştik. Kızım şu anda 6 yaşında. Seneye ilkokula başlayacak. Geçen ay, fabrikamızda baktığımız annesiz bir yavruyu eve, kızıma götürmek istedim. Sağ olsun Fabrika Müdürümüz izin verdi. Akşam yemeğinden sonra eşimle, gizlice odasında onu izlerken, köpekle konuştuğunu gördük… Hani size kızım doğduğunda dünyanın en mutlu insanı olmuştum dedim ya, inanın bana o anda kanatlanıp bulutların üstüne yükseldim. Kızım da size bir şey söylemek istiyor.

İşçi, dizlerinin üzerine çökerek elindeki mikrofonu kızına doğru uzattı. Kızın ince ama gür sesiyle fabrika inledi.

-Duygu Ablacım, teşekkür ederim.

Duygu, katıldığı ilk toplantıda yaptığı öneriyle, büyük bir değişim yaratmıştı. Duygu, bir eliyle kıpkırmızı olmuş gözlerindeki yaşı silerken, Erdem diğer elini tuttu. Duygu da, onun elini daha sıkı tutarak cevap vermişti.

-İyi misin?

-Bundan daha iyi olamam.


-Daha bitmedi. Erken karar verme.

Fabrika Müdürü mikrofonu eline aldığında, “şimdi size bir sürprizimiz var” dedi. Davetliler, sürprizin ne olduğunu beklerken, Fabrika Müdürü seslendi.

-Bırakın gelsinler.

O anda tel örgülerin kapısı açıldı. Birkaç saniye sonra yüzlerce köpek, davetlilerin ve işçilerin arasına karışmıştı. Ortalık panayır yeri gibiydi. Kuyruk sallayarak, sevilmek isteyen köpekler insanların arasına dalmıştı. Çimenlerin üstünde bir sevgi yumağı oluşmuştu. Herkes gülümsüyor, pozitif enerjilerini doğaya bırakıyorlardı.

Tören sonrası Fabrika Müdürü, Erdem’in koluna girmiş, araca doğru yan yana yürürlerken konuşuyorlardı. Arkada da Gönül ve Duygu vardı. Erdem ile Fabrika Müdürü aracın yanına geldiler ama konuşmaya devam ediyorlardı. Gönül, Duygu’yu kolundan tutarak daha fazla yaklaşmasını engelledi.

-Bırak konuşsunlar. Sonra gideriz.

Konuşmaları bitince Fabrika Müdürü, Gönül’e işaret çakmıştı. Gönül de, Erdem’in araca binmesi için yardımcı oldu. Duygu araca binmeden önce Fabrika Müdürü ile tokalaşıp, etkinlik için teşekkür etti. Şirkete doğru yola çıktıklarında, araçta sessizlik hâkimdi. Duygu isteyerek ve bilerek Erdem’in elini tuttu. 

-Teşekkür ederim. Ben bugüne kadar hiç böyle ödüllendirilmedim.

Erdem, elini tutan Duygu’ya, diğer elini üstüne koyarak karşılık veriyordu. Şirkete gidene kadar elleri çözülmedi. Şirkete geldiklerinde, Duygu kendi masasına, Erdem de odasına doğru gitti. Duygu’nun müdürü yanına gelene kadar aksi bir durum yoktu.

-Duygu Hanım, iyi misiniz?

-Evet, çok iyiyim. Erdem Bey ile fabrikadaydık.

-Hımmm. Acaba bana haber vermek aklınıza gelmedi mi?

-Erdem Bey götürünce haberiniz vardır diye düşündüm.

-Hayır yok.

-Özür dilerim benim hatam.

-Önemli değil. Dünden sonra sizi daha iyi gördüm. Atlatmış gibisiniz.

-Evet, sağ olun. 

-Sabah patron aradı. Geldiğinizde sizinle görüşmek istediğini söyledi. İsterseniz sekreterini arayıp sorun. Sizi bekliyor.

Duygu, katıldığı ilk toplantıdaki önerisiyle fabrikada olan katkısı için kendisine teşekkür edileceğini düşünüyordu. Telefona sarıldı. Sekreter hemen gelmesini söyledi. Aceleyle patronun yanına gittiğinde sekreter “sizi bekliyor, buyurun” diyerek içeriye aldı.

-Efendim beni çağırmışsınız.

-Gel kızım, otur şöyle.

Patronun suratı asıktı. Karşısına geçip oturduğunda ters giden bir şeyler olduğunu anlamıştı. Patron telefonu kaldırıp, sekreterine “bizi kimse rahatsız etmesin” dedi. Sonra da koltuğundan kalkarak, Duygu’nun karşısına oturdu.

-Kızım, seninle çok açık konuşacağım. Benim bu hayatta sahip olduğum en değerli varlığım oğlumdur. Bugün yaşama nedenim oğlumdur. Onun için her şeyi yaparım. Annesi bizi terk edip gittiğinde, ben beş parasız bir adamdım. Bir dostumun sayesinde bir iş aldım. Sonra başka bir iş daha, sonra bir iş daha derken kendi şirketimi kurdum. İnan bana, hepsini oğlumun geleceği için yaptım.

Duygu öylesine saftı ki, patronun lafını kesmesinden bile saflığı anlaşılıyordu.

-Oğlunuzla hiç tanışmadık. Yurt dışında mı kendisi?

-Hayır kızım tanışıyorsunuz. Hatta o kadar iyi tanışıyorsunuz ki, yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmiyor.

Duygu, saflığından ödün vermeden “acaba kim” diye düşünüyordu. 

Patron, yüz ifadesini daha da sertleştirerek söyledi.

-Kızım, Erdem benim oğlumdur. Onunla haddinden fazla yakınlaştığınızı görüyorum. Senden istifa etmeni rica ediyorum. Ve mümkün olduğu kadar Erdem’den uzaklaşmanı istiyorum. Onun zarar görmesini istemiyorum. Sana istediğin kadar para veririm. Yeter ki oğlumdan uzak dur. Bak kızım, ben bir iş insanıyım, insanları tanırım. Oğlum görme engelli ve senin gibi güzel bir kadınla birlikte olması imkânsız. Belli ki, oğlumu kandırmışsın. Senin vicdanına sarılıyorum. Oğlumu rahat bırak. Hayatının geri kalanında seni rahat yaşatacak parayı vereyim. Lütfen sessiz sedasız buradan git ve oğlumun hayatından çık.

Duygu, yaşadığı şokun etkisiyle ayağa kalktı. Kapıya doğru yöneldi. Patron da ayağa kalkmıştı ve arkasından seslendi.

-Ne kadar istiyorsan vermeye hazırım. Sadece gitmeni istiyorum.

Duygu arkasını dönüp cevap verdi.

-Oğlunuz çok iyi bir insan. Onu koruyup kollamak istediğiniz için size hak veriyorum. Ancak yanıldığınız bir konu var. O görme engelli olabilir, yine de sizin ve benim göremediğim öyle çok şeyi görüyor ki, bilseniz şaşırırdınız. Merak etmeyin, dediklerinizi yapacağım ve gideceğim. Yalnız garip olan ne biliyor musunuz? Benim gözlerimi açtınız. Ona hiç sevgili diye bakmamıştım. Görme engelli diye kendime yakıştıramadım belki de. Ama oğlunuz çıtayı öylesine yukarı çıkardı ki, bundan sonra hayatım boyunca onun kadar gönül gözüyle bakabilen biriyle karşılaşabileceğimi sanmıyorum.  

Duygu, odadan hışımla çıkıp, masasının üzerine bıraktığı çantasını alarak, kaçarcasına şirketten ayrılmıştı. Onun şirketten çıktığını gören Gönül seslendi.

-Duyguuuu, nereye gidiyorsun?

Duygu cevap vermeden yürümüş, hemen ilerideki bir taksiye binerek uzaklaşmıştı. O günden sonra kimse ondan haber alamadı. Erdem, Duygu’nun müdürüne sordu, “biz de anlamadık, çekip gitti” cevabını aldı. Telefonu yanıt vermiyordu. Gönül, Duygu'nun evine gittiğinde evin terk edildiğini gördü. Sanki buhar olup semaya yükselmişti.

Aradan bir yıl geçmişti. Erdem’in babası pankreas kanserine yakalanmış ve son günlerini yaşamaktaydı. Heybetli bir arazinin içindeki çiftlik evinin yatak odasında, Erdem babasının başında bekliyordu. Babası “Oğlum, Gönül’ü çağır” dedi. Gönül gelince, Erdem’den odadan çıkmasını istedi. 

-Gönül, oğlum sana emanet. Ne yaptıysam oğlum için yaptım. Şu hayattaki tek pişmanlığım Duygu oldu.

Gönül şaşırmıştı.

-Duygu mu?

-Evet. Onu oğlumdan uzaklaştıran benim. Ancak O, odadan çıkarken bile anlamıştım yanlış yaptığımı. Dünyaları sererdim önüne ama O arkasına bakmadan gitti. 

Adam her şeyi anlattıktan sonra Gönül’e şöyle dedi.

-Gönül, hani bizim Ali var ya. 

-Camcı Ali mi efendim?

-Evet O. Ona telefon açıp, Duygu’ya iş teklifi yapmasını ve yüksek bir maaş vermesini istedim. İstedim ki, ulaşılamayacak kadar uzak bir yerlere gitmesin. Duygu şimdi orada. Git onu bul ve oğlumla bir araya getir. Sen oğlumun annesi sayılırsın. Eğer hala alev kor halindeyse, Duygu’yu babasından isteyin. Oğlumu emanet edebileceğim bir sen varsın bir de Duygu.

Erdem’in babası sabaha karşı vefat etmişti. Gönül, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte kendisine söylendiği gibi camcı lakaplı Ali’nin fabrikasına gitmişti. Camcı Ali habere çok üzüldü ama yapacak bir şey yoktu.

Ertesi gün, cenaze için getirilen sandalyelerden birine Erdem’i oturttular. Erdem boşluğa bakarken, bir yandan da dualar okunuyordu. Erdem, karanlıklar içinde otururken birisi elini tutmuştu. Sonra bir parfüm kokusu duydu ve sanki dünyası aydınlandı. Bu koku ona yabancı değildi. İçine çektikçe çekti. Bir yıldır özlemle beklediği kadının kokusuydu bu. Hiç konuşmadılar, cenaze defnedildi, arabaya bindiler, yine de elleri ayrılmadı diğerinden. 

Bir hafta sonra, Duygu’ların kapısının zili çalınmadan beş dakika önce, Duygu’nun annesi, babasına kızıyordu. 

-Kızımızı istemeye gelecekler, sen hala giyinemedin.

-Kırmızı kravat mı takayım mavi mi?

-Ne takarsan tak be adam, hadi gelecekler.

Kapının zilini çalanlar Erdem ve Gönül idi. Erdem kapının önünde, elinde çiçek ve çikolatayla duruyordu. Buyur ettiler içeri, sohbet başladı. Bir süre sonra kapının zili tekrar çaldığında bir adam ve küçük kızı gelmişti. Adam, Erdem’in fabrikasında çalışan bir işçiydi. Kızının adı Seda, Seda’nın elinde de yavru bir köpek vardı. 

Hikâye bitmişti bitmesine ama ben de anlatırken dalmıştım. Hikâye bitince fark ettim ki, ortamdaki müziğin sesini kapatmışlardı. Kalabalık bir topluluk etrafıma toplanmış, sessizlik içinde anlattıklarımı dinliyorlardı. Çiftler birbirlerine sarılmış, çift olmayanlar da etraflarında kendilerine uygun biri var mı diye bakınıyorlardı. Barın üstüne bıraktığım montumu alarak, dışarı çıkmak için kapıya yöneldim. Kapıya gidene kadar üç kadın, elime telefon numaralarını tutuşturdu. 

Bardan çıktıktan sonra, metroya kadar 500 metre civarında yürümem gerekiyordu.  Elimdeki kağıtları çöpe atıp, soğuk havanın bıçak gibi kesen etkisiyle, aceleyle montumu giyip, atkımı boynuma doladım. Köşeyi döndükten sonra, şişman ve saçları topuz yapılmış, 55-60 yaşlarında bir kadın, kaldırımda üstüme doğru geliyordu. Kaldırım, yan yana geçemeyeceğimiz kadar dar olduğundan, yola doğru inmiştim ama orada da tam karşıma dikildi. 

-Bülent Bey.

-Evet.

Geriye dönüp, birkaç adım atıp siyah bir minibüsün kapısını açtı. Eliyle işaret ederek, “buyurun lütfen, sizi evinize kadar bırakalım” dedi.

Yaşlı kadın, minibüsün kapısını açınca içerideki ışık yanmıştı. Kapının önüne geldiğimde, içi yenilenmiş lüks bir minibüs olduğunu gördüm. İçeride sarışın bir kadınla, takım elbiseli bir erkek oturuyordu. Minibüsün içindeki güzel kadın gülümseyerek “lütfen buyurun” dedi. Erkek ise elinde görme engellilerin kullandığı bastonla karşısındaki koltuğu işaret ederek, yaşlı kadına seslenmişti.

-Gönül Hanım, misafirimiz buraya oturabilir.

Adamın işaret ettiği koltuğun yanında sevimli bir köpek vardı.  Onlara “siz kimsiniz” diye sormadan önce birisi sırtıma dokundu.

-Hey dostum kahve ister misin?

Arkamı döndüğümde, elindeki tepside kartondan bardaklar içinde kahveler olan, saçı sakalı birbirine karışmış yaşlı bir adam vardı. Gülümseyerek benden ne istediğini söyledi.

-Arkadaşım, senden rica etsem, müsait bir zamanında, şu saçıma sakalıma bir şekil verip, Gönül Hanım ile olan işimi halleder misin? 


1 yorum: