1 Ocak 2021 Cuma

Yılbaşı Hikâyesi

Belli bir yaşa geldikten sonra, dünyanın güneş etrafındaki bir turunu tamamlamasını kutlamak anlamsız gelmeye başlıyor. Herkese öyle gelmeyebilir ama bana artık öyle geliyor. O yüzden diğer akşamlardan farksız bir şekilde, içimden geldiği gibi takılıyordum. Evdekilerin de benden farkı yoktu. 2020'ye veda etmeye saatler kala komşum aradı.

-Kardeşim hadi gelin, bak bizimkiler hazırlık yapmışlar. Sofra hazır, rakıya buz atmak için seni bekliyorum.

50 yaşına merdiven dayamışken, "ben tarih okuyacağım" diyerek, her akşam kuyumcu dükkânını kapattıktan sonra üniversite yollarını arşınlamış komşumla muhabbetin nerelere geleceği belliydi. Bir süre sonra çocuklar ve eşlerden ayrılıp, sigara içme bahanesiyle, tabaklarımızı alıp başka bir bölüme geçtik. Rakının yanında müzik olmazsa olmazdı. Hikâyesi olan şarkılardan yola çıkarak, sırayla düello yapıyorduk. Önce hikâyesini anlatıyor, sonra şarkıyı dinliyorduk. Melih Kibar’ın “İçimdeki Fırtına” şarkısının hikâyesini anlatıp şarkıyı çalınca, komşum efkârla rakısından bir yudum almıştı. Sonra sigarasını yakmaya çalıştı. Çakmağındaki gaz bitmiş, benden ateş istiyordu.

-Ataşı versene kardeşim.

Sigarasını yaktıktan sonra sıra ondaydı. Aşk, meşk dediğimiz konular, ölüme nazaran çok daha basitti. Yine de ısınma turları için idealdi. İki vatanperverin, önünde sonunda geleceği konu belliydi. Kurtuluş Savaşı etrafında biraz dolandıktan sonra “dur” dedi, “şimdi sıra bende.” Hikâyeyi anlatmaya başlarken içeriden bize “haydi gelin, az kaldı” diye sesleniyorlardı. Elbette takmadık ve kaldığımız yerden devam ederken, başladı anlatmaya.

-Yıl 1944. Amerikalılar USS Blower diye bir denizaltı üretiyorlar. Bu denizaltının başından iki tane kaza geçiyor. Önce Pearl Harbor civarında bir mayın döşeme gemisiyle, sonra da Avustralya Sydney açıklarında bir devriye botuyla çarpışmış. 1950’ye geldiğimizde, yeniden denizlere açılması için tersanede iyileştirmeleri tamamlanmış. Eğitim için kullanılan bir denizaltı olarak görev yapıyormuş. Bu günlerde Türk denizciler eğitim almak için Abd’ye gidiyorlarmış. Bir süre sonra Abd filosundaki bazı denizaltılar, Ortak Savunma Destek Yasası kapsamında Abd’nin müttefiklerine verilmek üzere hazırlanmış. Çeşitli ülkelerden denizciler bu yüzden Connecticut’a gelmiş. Uzun süredir denizaltıları almak için bekleyen denizciler, Peru’lu denizcilerin öncülüğünde bir futbol turnuvası düzenlemişler. Perulu denizciler her önüne geleni yeniyorlarmış. Sadece Türk denizcilere 1-0 yenilmişler.

Hikâye tüm hızıyla giderken, devreye girmeden edemedim.

-Vay be, bak sana söylüyorum, bu futbol denen şey ne kadar önemli. Kurtuluş mücadelemizde de bir futbol maçının önemi çok büyüktür. 

Tarihi yalamış yutmuş adama o anları tekrar anlatmak ayıp olurdu. Sözünü kesmemi fırsat bulup rakısından yudumladı ve devam etti.

-Bizimkiler 19 Aralık 1950’de denizaltıyı teslim alıp, ülkeye getiriyorlar. İsmini TCG Dumlupınar yapıyorlar. 2 Nisan 1952’de NATO’ya yeni katılmış bir ülke olarak “Blue Sea” (Mavi Deniz) tatbikatına katılıyoruz. Tatbikat ertesi gün bitiyor ve TCG Dumlupınar yurda dönmek için yola çıkıyor. Çanakkale boğazının Nara burnu açıklarında, gemiciler için zor olan 75 derecelik bir açıyla dönmeleri gerekmekte. Denizaltının köprüsünün üstünde gözcülük yapan askerler var. Gözcü erlerden biri, ileride bir şilep olduğunu fark ederek hemen bildirim yapmış. İlerideki geminin adı Naboland. (Komşu ülke) İsveç bandıralı Naboland de, TCG Dumlupınar’ı fark etmiş ve geçiş üstünlüğü kendisine ait olmasına rağmen, çarpışma olmaması için yol vermeye çalışmış. TCG Dumlupınar da, geçiş üstünlüğü olan şilebe yol vermek için aynı doğrultuda hareket etmiş. Sonunda kaçınılmaz son olmuş. Dev şilep, TCG Dumlupınar’a gövdesinden çarpmış. TCG Dumlupınar’ın iskelesinde gözcülük yapan iki askerimiz, çarpışmanın etkisiyle denize düşmüş ve şilebin pervanelerine çekilerek paramparça olmuşlardı.  Çarpışmadan sonra, denizaltının köprüsünde görevli olan ve denize düşen beş denizcimiz, Naboland’in mürettebatı tarafından kurtarılmıştı. Ancak TCG Dumlupınar ağır yara almış ve suya batmaya başlamıştı. Dumlupınar, 80 metre derinlikteki boğazın sularına gömülürken, içinde telefon olan şamandırasını denize bırakmıştı. Denizaltının kıç tarafında hayatta kalan 22 denizcimiz vardı. Kurtarma için gelen gemi ve denizaltılarımızdaki komutanlardan biri olan Üsteğmen Suat Tezcan, şamandıradaki telefon vasıtasıyla batan denizaltıyla irtibat kurmuştu. Telefonun diğer ucunda Astsubay Selami Özben varmış. Komutan onlara oksijenlerini mümkün olduğu kadar temkinli kullanmalarını, bu yüzden şarkı söylememelerini, konuşmamalarını ve sigara içmemelerini söylemiş. 22 denizcinin kurtarılmak için en fazla 72 saati ya var ya yok. Onlara moral vermek için defalarca iletişim kurmuşlar ancak zaman daralmakta, oksijenleri bitmektedir. Kurtarma işlemlerinin sonuç vermeyeceği anlaşılınca, komutan aşağıdakileri son defa arar ve “Selami, artık konuşabilirsiniz, şarkı söyleyebilirsiniz, sigara içebilirsiniz” der. Astsubay Selami, söylenenleri anlar ve “vatan sağ olsun komutanım” diyerek cevaplar. Naboland’in olay yerinden hareket etmesiyle, pervanelere dolanmış şamandıra kablosu kopar ve bu konuşma onlarla son konuşma olarak kayda geçer.


Hikâyenin sonunda insan evladı olan herkes mutlu bir son ister ya, hikâye bitmesine rağmen böyle bir sonu kabul edemedim. Bekliyorum devam etsin de, en sonunda kurtarıldıklarını anlatsın istiyordum. Boşalan kadehini doldurdu. Telefonundan türküyü başlatıp, bluetooth hoparlörün sesini sonuna kadar açtı. Kadehinden büyük bir yudum aldı. Sigarasını yakmaya çalışırken çakmağının gazının bittiğini hatırlayıp, bana sordu.

-Kardeşim, ataş var mı ataş?

Ona ataşı uzattığımda, hala hikâye devam edecek diye bir umudum vardı ama belli ki hikâye bitmişti. Uzun süredir ilk defa çenem titreyerek ağlarken, dışarıdan sesler geliyordu;

-10,9.8,7,6,5,4,3,2,1, sıfıııııır… 

***

O kazada 7 subay, 35 astsubay, 39 er hayatını kaybetti. Ne zaman "ah bir ataş ver" şarkısı çalsa, TCG Dumlupınar'da son sigarası için yanındakinden ateş isteyen kahramanları hatırlayalım. O gün, o günden önce, o günden sonra ve bu günden sonra, Türk yurdu için hayatını feda eden ve feda edeceğinden habersiz nice isimsiz kahramana sevgi, saygı ve minnetle…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder