25 Kasım 2020 Çarşamba

Gerçek

Cem, uçağa binmek için anons edilen kapıya yöneldi. Uçakla havalimanı arasında kurulan köprüden geçip uçağa giriş yaptı. Kendisini güler yüzleriyle hostesler karşılamıştı. “Hoş geldiniz” dediler. Teşekkür ederek ilerledi ve yerini bulup oturdu. Bir süre sonra yanına deli dolu bir yolcu geldi ve elindeki valizi koltuğun üstüne koyduktan sonra üzerindeki montu çıkarırken Cem ile konuşmaya başladı.

-Selam dostum, bugün beraber uçuyoruz ha.

Hayatı boyunca neredeyse herkesle mesafeli olan Cem, adama kafasıyla selam verdikten sonra, ufacık pencereden dışarıya bakmaya devam etti. Ancak yanı başında gelişen gürültüye tepkisiz kalamayarak kafasını çevirdi. Seyahat boyunca yanında oturacak adamın, valizini yukarıdaki bölmeye yerleştirememesi nedeniyle hosteslerden biri yardıma gelmişti. Uzun boylu hostes, gülümseyerek şöyle dedi;

-Size yardımcı olmamı ister misiniz?

-Sizin gibi güzel bir kadının bana yardımcı olmasına nasıl hayır diyebilirim ki?

Hostes, adamın valizini yerleştirirken, arkada biriken kalabalığın homurdanmasına kayıtsız kalmıyordu.

-Bir iki saniye sonra yerinize ilerlemeye başlayacaksınız.

Ancak kalabalıktan sesler yükselmeye devam ediyordu.

-Hadi be kardeşim seni mi bekleyeceğiz burada.

-Nereden düştük bu uçağa, metrobüs çilesi çektirmeyin bize.

Cem’in yanında oturacak adam, kalabalığa doğru seslendi.

-Sayın yolcu arkadaşlar. Lütfen biraz sakin olalım. Bakın hostes arkadaşımız, bu dünya güzeli kadın, bana yardımcı olmak için burada. Sizlerden özür diliyorum. Bunun sorumlusu benim. Boyum yetmiyor, uzanamıyorum oraya. Bu güzeller güzeli kadın da bana yardımcı oluyor. Lütfen hostes arkadaşımıza anlayışlı olalım. Bu kâinat güzeli kadın valizimi yerine koyduktan sonra ilerlemeye devam edeceksiniz. Sizleri beklettiğim için içtenlikle özür diliyorum.

Kalabalık sesini bir anda kesmişti. Hostes ise bir yandan valizi yerleştirirken diğer taraftan adama gülümsüyordu. Hostes valizi yerleştirdikten sonra söze girdi;

-Lütfen ilerlemeye devam edelim. Sizi beklettiğim için özür dilerim.

Sonra bu kısa boylu ve göbekli adama “iyi yolculuklar” diyerek, uçağın ön tarafına doğru geçti. Cem’in yanındaki koltukta oturan adam elini uzatıp tanışmak için harekete geçmişti.

-Merhaba, benim adım Oktay.

Cem, kendisine uzatılan eli görünce istemsizce elini uzatmıştı. Oktay ile Cem tokalaşırken, Oktay konuştu;

-Böyle bir durumda nezaketen karşımdaki de adını söyler.

Cem, yalandan da olsa bir gülümsemeyle adını söyledi. 

-Kusura bakmayın benim adım Cem.

-İyi hatun di mi?

-Anlamadım.

-Hostes diyorum, iyi parça öyle değil mi?

Cem bir şekilde cevap vermesi gerektiğini düşünmüştü.

-Bilmiyorum, ben evliyim.

Oktay bu cevap karşısında afallamıştı. Evli bir adamın bu soruya neden cevap veremediğini anlayamadı.

-Dostum rahat ol. Bu sadece bir soruydu. Hatunla sevişmek ister misin diye sormadım ki.

O sırada kemerlerin bağlanması gerektiği anons edilmişti. Artık havalanmak üzerelerdi. Uçmaktan korkan Cem, elleri titreyerek kemerini bağlamıştı. Yanındaki Oktay ise hostese odaklanmıştı. Hostes uçağın ön tarafından arkasına doğru ilerleyerek, her yolcunun kemerini bağlayabildiğini teyit ediyordu. Oktay ile Cem’in olduğu sıraya gelince Oktay’ın kemerini bağlamadığını gördü.

-Efendim lütfen kemerlerinizi bağlayın. 

-Sizden rica etsem, ben beceremedim de, nasıl bağlanıyor gösterebilir misiniz?

Hostes, Oktay’ın kemerini nasıl bağlaması gerektiğini gösterirken, Oktay da onun saçlarından gelen kokuyla kendinden geçmişti.

-Bağladım. Başka bir isteğiniz var mı?

-Saçlarınız.

-Efendim.

-Saçlarınız öyle güzel kokuyor ki, şampuanınızın adını sorabilir miyim?

Kendisine kur yapıldığını anlayan hostes, yolcuyla muhabbeti kesmek için her zaman yaptığı gibi şirket kurallarını ortaya sürmüştü.

-Kusura bakmayın efendim. Şirket kuralı gereği müşterilerimizle ilişkiye girmemiz yasaktır. Arzu ettiğiniz başka bir şey yoksa müsaadenizle diğer yolcularla ilgilenmem gerekiyor.

Oktay, eliyle dur işareti yapmıştı.

-Başka bir arzum var. Siz de bunun için buradasınız di mi?

-Buyrun efendim.

-Adınızı öğrenebilir miyim?

Kadın bir süre durakladı ama bir an önce oradan sorunsuz ayrılmak için adını söylemek zorunda kaldı.

-Adım Seher efendim.

Oktay, sanki günlerce sürmüş bir meydan savaşını kazanan komutan edasıyla gülümsemişti.

-Sehercim görüşürüz sonra. 

Uçak havalandıktan sonra tırmanışa geçti. Bulutların arasından geçerlerken, Cem iki eliyle koltuğun kenarlarına sıkı sıkı tutunmaktaydı. Uçuş yüksekliğine ulaşıldıktan sonra kemer ikaz lambası söndü. Oktay kemerlerini çözerek ayağa kalktı. Çevresindeki yolcularla diyaloğa başladı. 

-Selam dostum ben Oktay.

-Ne iş yaparsınız?

-Hımm benim de orada bir tanıdığım var. 

-Evet bilirim oraları. Zamanında birkaç kere gitmiştim.

-Aaa biliyorum oraları. Orada oksijen oranı çok üst seviyedeymiş.

-Ben son seçimde sizin partiye oy vermiştim, ne iyi etmişim.

-Çocuklarınız var mı? Yanınızda fotoğrafı var mı? Çok güzel bir çocuğunuz varmış gerçekten. Maşallah.

-Boş ver dostum ben de boşandım, biri gider diğeri gelir.

-İnanamıyorum. Sizin gibi güzel bir kadını nasıl aldatmış olabilir ki?

-Buyrun benin kartım. Siz beni arayın ben size yardımcı olurum.

Oktay, yaklaşık 15 dakika içinde, neredeyse uçaktaki yolcuların yarısıyla ahbap olmuştu. Cem ise onun bu girişken tavrının tam tersi birisiydi. Oktay yerine geçince Cem’e baktı.

-Sen konuşmayı fazla sevmiyorsun sanırım.

Cem nezaketen cevap vermek zorunda hissetmişti.

-Kusura bakmayın, uçak korkum var da. Normalde bu kadar anti sosyal değilimdir. Yine de sizin kadar girişken değilim.

-Hey dostum, bak 11 saat civarı uçacağız. Gideceğimiz yere kadar film izleyip, uyuklamayı mı planlıyorsun?

-Ne yapacağımı bilmiyorum.

-Evli misin?

-Evet.

-Çocuğun var mı?

-Yok 

-Oh ne güzel. Eşini seviyor musun?

-Deliler gibi. Üniversite birinci sınıftan beri beraberiz.

-Vaaaaay. Demek aşk evliliği ha.

-Evet, tam olarak öyle.

-Keşke ben de beni gerçekten sevebilen bir kadın bulabilseydim. Karşıma çıkan tüm kadınlar hep param için benimle beraber oldular.

-Zenginsiniz o halde.

-Birazcık öyleyim. Bu dünyada para karşılığı bir kadınla geceyi geçirebiliyorsun. Sabah olunca filmi başa sarmak zorunda kalıyorsun. Yani yine yalnız kalıyorsun. Param olmasa o kadınların hiçbiri sabaha kadar yanımda olmazlardı.

-Gayet sempatik birisiniz. Bence şansınız var.

-Dostum senin gözlerinde sorun mu var. Ayağa kalktığımda kafam hostesin omuzlarına denk geliyor. 

Tam bu sırada hostes Seher, Oktay ile Cem’in oturdukları yere gelmişti. 

-Efendim ne arzu edersiniz? Köfte-pilav veya bolonez soslu makarnamız var. Hangi menüyü istersiniz. 

Cem hiçbir şey istemediğini belirtti ama bir cin tonik için ricacı oldu. Hostes Seher “tabi efendim” diyerek Oktay’a döndü.

-Siz ne arzu edersiniz?

Oktay, bu sorunun altında kalmayacaktı elbette.

-Sehercim sen evli misin?

-Evet efendim. Üstelik bir de çocuğum var. Eşime de aşığım.

-Sehercim, sen benim gibisini bu uçuşlarda çok görmüşsündür. Ben senin gibi güzel bir kadın görünce kendimi tutamıyorum. Kocana söylemezsin değil mi?

-Söylemem efendim. Biz bu tür şeylere alışığız. 

-Yine de, eğer olur ya, eşin seni aldatırsa, kavga ederseniz, boşanmak zorunda kalırsanız, bu benim kartım, beni ara olur mu?

Hostes Seher şaşkınlık içinde kartı Oktay’dan aldı ama kendini hızlıca toparladı. 

-Hangi menüyü istersiniz Oktay Bey.

-Ben de aynısından istiyorum. Ama öyle bir yudumluk olmasın ne olur. Biraz fazla doldurur musun?

-Tamam Oktay Bey. Yemek servisimiz bitince cin toniklerinizi getireceğim.

-Teşekkürler Seher Hanım.

Hostes Seher, bir sonraki koltuğa menü isteklerini sorarken, uçağın kemer ikaz lambaları yandı. Pilot endişeli bir ses tonuyla anons yapıyordu.

-Sayın yolcularımız. Büyük bir hava boşluğuna girmek üzereyiz. Lütfen kemerlerinizi bağlayınız. 

Seher ve diğer hostesler koşturarak uçağın ön tarafına doğru gittiler. Cem panikle Oktay’a sordu;

-Bu ne demek şimdi?

-Hazırlan dostum, uçağın içinde kıyamet kopacak.

-Kıyamet mi? Ne demek istiyorsun? Ben ölmek istemiyorum.

-Merak etme ölmezsin. Sadece birazcık aşağı doğru düşeceğiz.

Uçağın titremeye başlamasıyla Cem koltuğuna biraz daha sıkıca tutunmaya başladı. Çığlıklar içindeki yolcuların dışında, uçağın her yanından çatırdama sesi geliyordu. Cem’in en son hissettiği şey büyük bir basınçtı. Sanki bir anda hücreleri birbirinden ayrılmıştı. Gözünü açtığında bir hastane odasındaydı. Hemşire koşarak dışarı çıktığında bağırmasını duyulabiliyordu.

-Doktor, doktor gözünü açtı.

Bir süre sonra odaya giren doktor ve hemşireler yanı başında sevinçle gülümsüyorlardı. Doktor bir yandan Cem’in nabzını kontrol ederken, diğer yandan gülümseyerek yanındakilere “bu bir mucize” diyordu. Cem gözlerini zorlukla açıyordu ve kimseyi tam olarak seçemiyordu ama çevresindekilerin konuşmalarını duyabiliyordu. 

-Cem Bey, ben doktorunuzum. Lütfen beni duyuyorsanız elimi sıkın.

Doktorun eli, Cem’in elini tutuyordu. Cem avucundaki eli sıkmaya çalıştı. Hiç gücü yoktu ama biraz da olsa doktorun dediğini başarmıştı. Doktorun gözleri doldu.

-Bu inanılmaz bir olay. Arkadaşlar hastamız döndü. 

Doktorun arkasındaki kalabalıktan zafer çığlıkları duyuldu. Doktor arkasındaki hemşirelere seslendi.

-Hemen ailesine haber verin gelsinler.

Cem, başındaki kalabalık dağılınca gözlerini açmayı denedi. Önce gözlerini kamaştıran bembeyaz bir ışık vardı. Sonra çevresindekiler şekillenmeye başladı. Bir hastane odasında değildi. Hastanenin yoğun bakım ünitesi gibi bir yerdi. Kafasını çevirince yan yatakta Oktay’ı gördü. Ona seslenmek istedi ama yeterli gücü yoktu. O sırada odaya giren hemşire Cem’in yanına geldi. 

-Lütfen kendinizi yormayın. Daha iyi olacaksınız merak etmeyin.

Kendisini çok yorgun hisseden Cem, göz kapaklarının ağırlığına dayanamadı. Ertesi gün sabah saatlerinde gözlerini açtığında yanında bir kadın vardı. Bu kadın uçaktaki hostesle aynı kadındı. Cem’in ellerini tutuyor ve yanı başında oturuyordu. 

Bir süre sonra doktor gelmişti. Cem’in yanına gelerek konuşmaya başladı.

-Cem Bey, bugün daha iyisiniz değil mi? Artık her geçen gün daha iyi olacaksınız.

Cem, ellerini tutan güzel kadına birkaç saniye bakıp, tekrar gözlerini kapattı.

Aradan geçen birkaç günde Seher, bir yıl boyunca yaptığı gibi her gün Cem’i camın arkasından görmeye gelmişti. Cem ise gün içinde her uyandığında camın arkasında onu görüyordu. 

Doktor, Cem’in günden güne iyileşen sağlık durumunu kontrol için, uyanık olduğu bir anda yanına gelmişti. Cem, doktora yanında yatan hastayı sormuştu.

-Oktay Bey nasıl?

Doktor bu soru karşısında şaşırıp kalmıştı.

-Cem Bey, siz onun adını nereden biliyorsunuz?

-Çünkü onunla beraber seyahat ediyorduk. Koltuklarımız yan yanaydı.

-İyi de Cem Bey, siz Oktay Bey’in kullandığı arabayla çarpıştınız. O yüzden buradasınız.

-Hayır doktor, biz onunla aynı uçaktaydık, yan yana koltuklardaydık, uçağımız düştü.

-Anlıyorum Cem Bey. Hadi siz biraz daha istirahat edin.

Doktor, yoğun bakımdan çıkınca aceleyle başka bir doktor arkadaşını aramıştı. Durumu anlattı, çözüm için destek istedi.

-Kardeşim iki tane hastam var. Yoğun bakımda yan yana yatıyorlar. Arabayla kafa kafaya çarpışmışlar. Bir yıldan beri komadalar. Şimdi biri uyandı ve çarpıştığı adamın adını biliyor. Ben çıkamadım işin içinden.

-Acaba sen farkında olmadan bunlar uyanmış olabilirler mi? Sonra birbirleriyle tanışmışlardır, olamaz mı?

-Olamaz öyle şey. Adamların ikisi de komadaydı. Bir tanesi daha yeni kendisine geliyor. Diğeri ise resmen bitkisel hayatta. Fişi çeksek eks olacak. Bu nasıl olabilir, bir fikrin var mı?

-Daha önce hiç böyle bir şey görmedim. İstersen sabah geleyim, bir de ben konuşayım hastanla.

-Tamam sabah bekliyorum o zaman. Saat 8’de gelebilir misin?

-8’de görüşürüz.

Sabah olduğunda, iki doktor buluşmuşlardı. 

-Kardeşim kahven var mı?

-Aşağıdaki kafeden alırız. Ne oldu gece yoğun mu geçti yoksa?

-Sorma ya. Sabaha kadar canıma okudu?

-Hangisi, kızıl olan mı, esmer olan mı?

-Esmer olan. Sabaha erken kalkmam lazım dedim ama durduramadım. İnanır mısın iki saat uykuyla buradayım.

-Ben hiç anlamam bunlardan. Bu vakayı sen çözeceksin. 

-Tamam tamam, şu kahveyi içelim de, ondan sonra başlayalım.

İki doktor, kahvelerini içtikten sonra yoğun bakımdan içeri girdiklerinde, bir senedir her gün oraya gelen kadın ile karşılaştılar. Cem’in doktoru, onu yanındaki doktor ile tanıştırdı.

-Selen Hanım bu bir doktor arkadaşım. Eşinizin yanındaki hastamız kendisine gelmeye başladı. Bazı hafıza problemleri var. O yüzden kendisinden destek istedim.

-Doktor Bey, eşimin yanındaki hasta uyandığına göre, eşim de uyanabilir mi?

-Bu tamamen eşinize bağlı. Biz elimizden geleni yapıyoruz. Neden olmasın, O uyandıysa eşiniz de uyanabilir.

Cem’in doktoru, yanındaki doktor arkadaşına Selen Hanım’ın kim olduğunu anlatıyordu.

-Selen Hanım da, Cem Bey’in yanındaki Oktay Bey’in eşi.

-Memnun oldum efendim. Umarım eşiniz de bir an önce iyileşir.

Doktorlar, yoğun bakım ünitesinden içeri girip Cem’in yanına gitmişlerdi.

-Cem Bey… Cem Bey…

Cem gözlerini araladığında, karşısında beyaz gömlekli iki doktor gördü.

-Cem Bey günaydın. Bakın bu benim çok güvendiğim bir doktor arkadaşım. Sizi kontrol etmeye geldi.

Cem, kafasını sallamak istedi ama gücü yoktu. Sadece gözlerini açık tutmaya gücü yetiyordu. O sırada iki doktorun arkasındaki noktadan, camın arkasından Selen’i gördü. O anda gözlerinden yaşlar boşandı. Doktorlar Cem’in neden ağladığını anlayamıyorlardı. Cem onlara değil de, arkalarındaki Selen’e baktığını görünce, Selen’i içeri aldılar. Cem elini ona doğru zorlukla uzattı. Selen de şaşkın bir şekilde bu yabancının elini tuttu. Cem, kelimeler ağzından çıkarken tüm enerjisini harcıyordu;

-Aşkım seni çok özledim.

Selen bu cümleden sonra elini hızla çekti ve yoğun bakım odasından çıktı. Arkasından da doktorlar çıktı. Selen bir köşede ağlıyordu. Doktorlar yanına gelip onu sakinleştirmek istediler.

-Eşimin yanındaki hasta bana “aşkım seni çok özledim” dedi. Ben bunu duymak için bir senedir bekliyorum. Ama eşimden duymak için bekliyorum, eşimin arabasıyla çarpışan bir adamdan değil. 

-Selen Hanım, onu tanıyor musunuz?

-Hayır, kazadan önce hiç görmedim. Eşimle yan yana yatmıyor olsalar, kim olduğunu bilemezdim.

Doktorların kafası iyice karışmıştı. Ancak olaylar henüz daha yeni kıvılcımlanmaya başlıyordu. Hemşirelerden biri çığlık çığlığa bağırmaya başladı.

-Uyandı, uyandı. Diğer hasta da uyandı.

Doktorlar yoğun bakım ünitesine girerken, hemşireler Selen’i içeri girmemesi için zorla kontrol etmişlerdi. Oktay, gözlerine tutulan ışığa tepki veriyor ve hatta mırıldanıyordu. Oktay dönmeye başlamıştı.

Doktorlar, aynı Cem’e yaptıkları gibi Oktay’ın tepkilerini ölçtüler. Oktay, kendisine yapılan her müdahaleye tepki veriyordu. 

Aradan geçen bir haftadan sonra hem Oktay hem de Cem, günün belli saatlerinde uyanıyorlardı. Onlar her uyandıklarında yanlarına gelen doktor veya hemşirelere yanıt verebiliyorlardı. Doktorlar, herhangi bir travma olmaması için, hastaların eşleriyle görüşmemeleri konusunda anlaşmışlardı. İki kadın her gün sabah 08:00 ile 08:15 arasında camekânın arkasından eşlerini görebiliyordu. Bir ay sonra hem Cem hem de Oktay normal bir hasta kıvamına gelmişlerdi. Artık yoğun bakımdan çıkıp, odaya alınacakları günler gelmişti. Doktor, bu haberi onlara verdiklerinde çok sevinmişlerdi. Doktor onların yanından ayrıldıktan sonra Cem, Oktay’a mutluluğunu belli ediyordu.

-Sonunda eşlerimizle buluşabileceğiz. Onunla bir gece boyunca, hiç uyumadan, elele durmak istiyorum.

-Hakkın var. Çok güzel kadın.

-Hostes de seni her gün ziyaret ediyor. Nasıl oldu bilmiyorum ama senden çok etkilenmiş olmalı.

-Senin gözlerinde sorun mu var Cem. Baksana bana. Sempatik ve zengin birisiyim. Tüm kadınlar bana hasta kardeşim. 

Ertesi gün, daha henüz kahvaltı servisi yapılmadan, hasta bakıcılar tekerlekli sandalye ile geldiler. Cem’i 2008 nolu odaya, Oktay’ı ise 2009 nolu odaya götürdüler. Arkasından kahvaltı servisi yapıldı. Doktorlar ikisini de ziyaret edip, büyük haberi verdiler. Bir saat içinde eşleriyle buluşacaklardı. İkisi de önlerine konan kahvaltılıklara dokunmadılar. Heyecandan yerlerinde duramıyorlardı. En sonunda televizyonu açıp, sevdiklerini beklemeye başladılar. Oktay’ın odasının kapısı açıldı. Selen içeri girdi. Oktay, karşısında tanımadığı bir kadını görünce şaşırdı.

-Merhaba

-Aşkım

-Efendim. Hanımefendi, Cem Bey’i arıyorsanız yan odada.

-Aşkım seni öyle özledim ki…

Selen, Oktay’ın üzerine atlayıp dudaklarına yapışmıştı. Oktay, doğası gereği kadınlardan gelen bu tür çağrıları cevapsız bırakamıyordu. Oktay da haliyle buna karşılık vermişti.

Tam bu esnada, Cem’in odasından içeri Seher girdi. Cem, hostes Seher’i görünce şaşırdı. Seher büyük bir özlemle ona seslendi.

-Aşkım.

-Aşkım mı? Hanımefendi, Oktay yan odada.

-Bırak şimdi onu, seni öyle özledim ki…

Seher, Cem’in üzerine atlayıp dudaklarına yapışmıştı. Ancak Cem doğası gereği onu itti. 

-Seher Hanım, ben evli biriyim. 

-Evet, benimle evlisin.

-Hayır, ben sizinle evli değilim. 

Seher’in, bu durum karşısında morali bozulmuştu. Ancak Cem, onu elinden tutarak, Oktay’ın odasına götürmeye karar verdi. Oktay’ın odasına girdiklerinde Selen ve Oktay öpüşüyorlardı. Cem yıkıldı kaldı. Oktay’a bağırmaya ve darp etmeye başladı.

-Sen benim karımla nasıl sevişirsin. Alçak herif. Al sana.

Gürültüler üzerine oraya gelen hasta bakıcı ve hemşireler onları ayırmaya çalıştılar. Birkaç dakika sonra doktorlar gelmişti. İkisini de bir odaya aldılar. Oktay’ın Selen’le evli olduğunu, Cem’in ise Seher’le evli olduğunu, kazadan dolayı hafızalarının geçici olarak kaybolduğunu, bir süre sonra gerçekleri hatırlayacaklarını söylediler. Cem doktorlara Selen’le evli olduğunu, onunla üniversiteden beri birlikte olduklarını söylese de kimseyi inandıramamıştı. Zira devletin kayıtlarında da böyle yazmıyordu. Bir doktor, ikisine ait evlilik cüzdanını gösterince Cem’in dünyası başına yıkılmıştı. Oktay ise halinden gayet memnun gözüküyordu.

-Hey dostum, karınla mı evliyim ben şimdi. Aslında hostes de iyiydi ama bu da idare eder.

Cem, Oktay’ın üzerine yine atlayınca, hasta bakıcılar bir kez daha devreye girdiler. İkisini de ayrı odalara kapatıp, tüm ziyaretleri yasakladılar. Konuyu tartışmak üzere başka doktorları da dâhil edecekleri bir toplantı organize ettiler. Toplantıya farklı dallarda uzman doktorlar katılmıştı. İki hastanın nasıl tedavi edilmesi gerektiğini tartışmışlar ama kesin bir çözüme ulaşamamışlardı. Dahası, araçları çarpışan ve birbirini tanımayan iki kişinin, bir yıl komada kaldıktan sonra uyanır uyanmaz birbirleri hakkında bu kadar çok şey biliyor olmalarını açıklayamıyorlardı. 

-Belki de kazadan önce tanışıyorlardı. Şans eseri araçları çarpıştı.

-Mümkün değil. Eşleriyle konuştuk. Kadınlar da birbirlerini ilk defa hastanede gördüklerini söylediler. Ne Cem, ne de Oktay birbirleri hakkında eşlerine daha önce hiçbir şey anlatmamışlar.

-İyi de kardeşim, bunlar diğer taraftan mı buraya geldiler? Başka bir boyutta birbirlerini tanıyorlardı da, ölüp burada mı gözlerini açtılar?

Doktorlar bu soru karşısında susmuşlardı. Hiçbirinin uzmanlık konusu değildi. Zaten başka bir boyutun varlığı teoriden ibaretti. Bilimsel olarak açıklanamıyordu.

-Arkadaşlar, biz bilimden ayrılmayalım. Bunlar bir şekilde kazadan önce tanışıyorlarmış işte. Standart tedaviyi uygulayalım. İkisinin de akıl sağlıkları bozulmuş durumda. Tedaviye akıl hastalıkları hastanesinde devam etmeyi öneriyorum. Başka bir çözümü olan yoksa bu şekilde ilerleyelim.

Ertesi gün, ikisinin de akıl hastanesine nakli gerçekleşmişti. Yemekleri odalarına getiriliyordu. İkisinin de odadan dışarı çıkmasına izin verilmiyordu. Verilen ilaçlar da, hem zihinlerini hem de vücutlarını uyuşturuyordu. Bir hafta sonra doktor, Cem’in odasına geldi. “Eğer birbirinize saldırmayacağınıza söz verirseniz, odadan çıkmanıza izin vereceğim” dedi. Cem çaresizce kabul etti. Oktay ise “zaten hep O bana saldırıyor, ben hiç ona saldırmadım ki” diyerek öneriyi kabul etmişti. 

Aradan geçen bir haftada ikili hiç konuşmadı. Öğle yemeğinde Oktay, elindeki tepsiyle Cem’in yanına geldi.

-Oturabilir miyim?

Cem kafasını sallayarak onay verdi. İkisi de önlerindeki yemekleri yemek yerine sanki içlerinde bir şey arıyormuşçasına karıştırıyorlardı. Oktay sessizliği bozdu.

-Sana söylemediğim bir şey var.

-Neymiş bu kadar gizli olan şey.

-Oğlum.

Cem, Oktay’ın bir çocuğu olduğunu bilmiyordu. Şaşkın bir halde ona bakarken Oktay devam etti.

-Onu bir yıldır görmüyorum. Annesi onu benden kaçırdı. Evi terk ettiğinden beri oğlumu bana göstermiyor. Onu çok özledim. Senin Selen’i özlediğinden daha çok belki de. Buraya sıkışıp kaldık. Burası başka bir dünya. O gün uçağımız düşmüş olmalı. Biz öldük ve burada, başka bir boyutta yaşamaya devam ediyoruz. Ben bu hayatı istemiyorum dostum. Oraya dönüp, oğlumu bulmak istiyorum.

-Eşin seni neden terk etti?

-Başka bir adam vardı.

-Ne yani, sen çok çapkın olduğun için olmasın.

-Ben onu hiç aldatmadım. O evi başka bir adam için terk edince, ben de değiştim, bu adam oldum.

-Bence gayet başarılısın. Eşimi bile yatağa atacaktın neredeyse.

-Yapma Cem, sen de biliyorsun, buradaki kadın senin eşin değil. Senin de oraya dönmen gerek.

-Evet haklısın. Oraya dönmemiz gerek. Peki, sen gerçekten dönmeyi istiyor musun?

-Bu dünyada senin eşinle bir ömür geçirmektense, oraya dönüp oğlumu kucaklamak isterdim.

-O halde şimdi beni iyi dinle. Her öğünde alabildiğin kadar elma almalısın.

-Elma mı?

-Evet elma alacaksın. Çekirdeklerini bir torbanın içinde biriktireceksin.

-Elma’yı yemek yok, sadece çekirdekleri mi?

-İstersen elmayı ye ama sakın çekirdeklerini yeme. Onları bir torba içinde biriktir. 30 tane elmanın çekirdeklerini topladığında hepsini yut.

-Böyle yapınca ne olacak?

-Elma çekirdeklerinin içinde amigdalin diye bir madde vardır. Bu madde sindirim enzimleriyle birleşince siyanüre dönüşür.  30 tane elmanın çekirdeklerini aynı anda yutarsak ölürüz. Oraya dönmek istiyorsan bunu yapmalısın.

-Öldüğümüzde bıraktığımız yere döneceğimizi nereden biliyorsun? Ya dönemezsek.

-Sen bilirsin Oktay. Ben bir süredir elma toplamaya başladım. 

-Bilmiyorum Cem. Bunu yapabilir miyim bilmiyorum.

-Oğluna kavuşmak istiyorsan bunu yapmalısın.

10 gün sonra Cem hedefine ulaşmıştı. Akşam yemeğinde yine yan yana oturdular. Cem tepsinin içindeki iki elmayla Oktay’ın yanına oturdu.

-Bugün gidiyorum. Seninle vedalaşmak için buradayım.

-Bilmiyorum Cem. Bu doğru olmayabilir.

-Bak Oktay. Eğer benden sonra arkamdan gelmezsen, diğer tarafta çocuğunu bulup öldürürüm.

-Dur ya dur. Gelmeyeceğim demedim ki. Ama biz buradaysak, sevdiğimiz kadınlar da buradaysa, belki oğlum da burada olabilir. Olamaz mı?

-Oktay, senin aşık olduğun hostes benim eşimmiş gibi durmuyor mu? Benim eşim de, senin eşinmiş gibi değil mi? Bu şartlarda senin oğlun benim oğlum olabilir? Bu durumda ne yapmayı düşünüyorsun?

-Ne bileyim en azından onu görebilir, koklayabilirim.

-İyi de Oktaycım, akşamları benim eşimle aynı yatağa gireceksin, onu ne yapacağız?

-Sen de hostesle beraber olacaksın.

-Ben eşimi istiyorum arkadaşım, bana ne hostes Seher’den. Tamam güzel kadın ama umurumda değil.

-Demek yapacaksın ha.

-Evet. Umarım sen de arkamdan gelirsin. Diğer tarafta görüşmek üzere.

-Dur. Eğer başarırsan bana bir mesaj gönderir misin?

-Bunun imkânsız olduğunu ikimiz de biliyoruz. 

Cem tepsisindeki elmaları cebine koyarak, odasına doğru ilerledi. Oktay ise kararsızdı. Hem ölmekten hem de oğlunu bir daha görememekten korkuyordu. Doğru olan neydi bilemiyordu.

Sabah olduğunda hastane koridorlarında koşuşturmalar başlamıştı. Tüm hastalara odalarına dönmeleri söylenmişti. Tüm hasta bakıcılar, hemşireler ve doktorlar Cem’in odasının önündeydi. Oktay, Cem’in amacına ulaştığını anlamıştı. Ancak gerçek neydi bilemiyordu. Cem diğer tarafa mı geçmişti yoksa hiç bilmediği başka bir boyutta mıydı?

Ertesi gün doktorlar Oktay’ın odasına gelerek ona sorular sormaya başladılar.

-Oktay, Cem siyanürü nereden buldu biliyor musun?

-Siyanür mü?

-Evet. Otopsi sonucu kanında siyanür bulundu. İntihar etmiş.

-Bilmiyordum.

-Bak Oktay, dışarıda Cem’in eşi Seher Hanım var. Ona bir açıklama yapmamız gerek. Bize yardımcı olur musun? Onunla konuşur musun?

-Elbette.

Seher içeri girdiğinde güneş gözlükleri vardı. Gözlüğünü çıkarınca, ağlamaktan kızarmış gözlerine baktı. Seher, doktorlar çıktıktan sonra konuşmaya başladı.

-Oktay Bey, ne olur eşimin neden intihar ettiğini bana söyleyin. Ne eşimin ne de sizin akıl sağlığınızı kaybetmediğinizi biliyorum. Bana tüm gerçekleri anlatmanızı istiyorum.

Oktay bir süre başını öne eğdi. Seher’in ısrarla sorması üzerine konuşmaya başladı.

-Seher Hanım, Cem ve ben bu dünyadan değiliz. 

-Ne demek bu?

-Yani insanız, uzaylı veya başka bir ırktan değiliz. Sadece bu boyuttan değiliz.

-Anlamadım.

Bunun üzerine Oktay, tüm hikâyeyi, elma çekirdekleri olmadan başından sonuna kadar anlatmıştı. Seher, Oktay’ın son cümlesini duyunca ona ifadesiz bir şekilde bakakalmıştı.

-İşte tüm hikâye böyle. Ve bu yüzden bize deli diyorlar. Ben de bir süre sonra oğlumu görmek için buradan ayrılacağım. 

-İyi de, Selen Hanım ne olacak?

-Selen Hanım diğer tarafta hiç görmediğim bir kadın. O Cem’in eşi. Burada nasıl olduysa benim eşim olmuş. 

-Yani siz de mi intihar edeceksiniz?

-Bu tam olarak intihar etmek demek değil. Oğluma kavuşabilmem için tek şansım.

-Siz delisiniz.

-Evet, bu boyutta bize öyle diyorlar.

Seher odadan çıkınca, doktorlar tekrar odaya girmişti. 

-Ona ne anlattın?

-Gerçekleri. Kocası deli değildi. Hepsi bu.

-Tamam Oktay. Biz seni sağlığına kavuşturmak için çalışmaya devam edeceğiz. İstediğin bir şey var mı?

-Hayır yok. Durun durun, bir şey isteyeceğim sizden. Dün akşam yemeğinde verdiğiniz elmalar var ya, onlardan yedi sekiz tane gönderebilir misiniz? Tadı damağımda kaldı da.

Seher’le olan bu görüşmeden sonra Oktay da gitmeye karar vermişti. Elmalar Oktay’ın odasına gelince, daha önce biriktirdiği elmalarla birlikte çekirdeklerini çıkardı. Sabaha karşı tüm çekirdekleri yuttu. Sabah olduğunda Oktay’ın odasının önünde tüm hasta bakıcı ve hemşireler birikmişti. 


Cem gözlerini açtığında karşısında gülümseyen bir doktor vardı.

-Merhaba Cem Bey. Çok şanslısınız. Kazadan kurtulan birkaç kişiden birisiniz.

Cem halsiz olmasına rağmen, sordu.

-Kaç kişi kurtuldu?

-Siz ve bir yolcu kurtuldu. Haa bir de görevli var. Ancak onu uzun süre önce taburcu ettik. Her gün sizi ziyaret ediyor.

-Kurtulan yolcunun adı ne?

-Yolcunun adı Oktay. O da hemen yanınızdaki yatakta yoğun bakımda. Umarım O da sizin gibi uyanır.  

Cem kafasını çevirip yanındaki yatağa bakıp, Oktay’ı görünce gülümsedi. Doktor bu gülümseme karşısında Cem’e sordu.

-Onu tanıyor musunuz?

-Evet, yan yana oturuyorduk.

Doktor, Cem’in hafızasının yerinde olmasından, komadan çıkmasından mutlu olmuştu. 

-Lütfen şimdi dinlenin. Ben tekrar geleceğim.

Cem, doktor ayrılmadan önce seslenmişti.

-Doktor…

-Buyrun Cem Bey.

-Ne kadar zamandır buradayım?

-Bir yıldan fazla bir süredir sizi hayata döndürmek için uğraşıyoruz. Yaklaşık 14 ay oldu ama merak etmeyin başardınız. Yakınlarınıza haber verdik, yarın sabah onları görebileceksiniz.

Doktor yoğun bakımdan ayrılınca Cem, yanındaki yatakta yatan Oktay’a söylendi.

-Haydi oğlum ya, gel artık.

Cem’in gözleri hem yorgunluktan hem de damardan verilen sakinleştirici ilaçların etkisiyle kapanmaya başlamıştı. Tam bu sırada yoğun bakım içinde koşuşturma başladı. Oktay’ın yattığı yatağın başında toplanmaya başladılar. Cem olanları izlemek istiyordu ama gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu. Gözleri kapandıktan sonra duyduğu son söz, bir hemşirenin çığlığıydı.

-Göz kapakları oynuyor, dönmeye başladı, doktoru çağırın.

Sabah olduğunda, Cem sanki evindeki yatağından kalkmış gibi doğruldu. Kafasını çevirdiğinde yanındaki yatakta Oktay vardı. Hemşire geldiğinde ona Oktay’ın sağlık durumunu sordu.

-Dün gece komadan çıktı. Birer gün arayla ikiniz de uyandınız. Bu bir mucize. Gazeteler sizi yazıyor.

Hemşire oradan ayrılıp, koşar adımlarla elinde birkaç gazeteyle geri döndü.

-Bakın gördünüz mü, hepsi sizi yazıyor.

Cem gazetelerdeki haberlere bakarken doktor gelmişti.

-Bakıyorum da, çok hızlı iyileşiyorsunuz. 

-Doktor Bey arkadaşımın durumu nasıl?

-Tüm verileri çok iyi. Öyle sanıyorum ki, bugün gözlerini açacak. Dün gece onu uyutmak zorunda kaldık. Siz de uyanmadan önce benzer tepkiler vermiştiniz. Kalbinizin ritmi çok yüksekti. Oktay Bey de dün gece aynı sizin gibi tepki verdi. İnanıyorum 24 saat içinde onunla konuşabileceğiz.

Ertesi gün sabaha karşı, Oktay kendine gelmeye başlamıştı. Gözlerini açmakta zorlansa da, uykusunda sayıklayan biri gibiydi. 

-Döndüm, buradayım.

Hemşireler onun kendine gelmeye başlaması nedeniyle doktoru haberdar etmişlerdi. Doktor yatağından kalkıp hastaneye gelmişti. Oktay’ın yoğun bakımdaki yatağının yanına geldiğinde hemşirelere bağırmaya başladı.

-Hastaya acilen sakinleştirici yapalım.

Aradan geçen 24 saatten sonra sabahın ilk ışıklarına uyanan Oktay olmuştu. Kısa bir süre sonra da Cem uyandı. Oktay, Cem’in hareketlendiğini görünce, zorlukla konuştu.

-Geldim işte buradayım.

Cem yatağında Oktay’ın sesini duyar duymaz cevap verdi.

-Hoş geldin. Kaldığımız yerden devam ediyoruz ha, ne dersin?

-Evet Cem, sanırım başardık.

Doktor, yoğun bakımdan içeri girdiğinde Oktay’ın kalbi hızla çarpmaya başladı. Vücuduna bağlı makinelerden anormal sesler geliyordu. Doktor hızlı adımlarla Oktay’a yaklaştı. Doktor, hemşirelere söyleniyordu.

-Size söylediğim sakinleştiriciyi yapmadınız mı?

-Yaptık hocam.

-Bir daha yapın, hemen.

Doktor, Oktay’ın yükselen kalp ritmine karşı onu sakinleştirmek için elinden tutmuştu.

-Oktay Bey, sakin olun, güvendesiniz.

Oktay, ellerini tutan doktora bakarken, gözyaşları süzülmeye başladı. Kalbi hızla artmaya devam ederken, doktor hemşirelere bağırdı.

-Şu lanet sakinleştiriciyi yapın artık.

Hemşirelerden biri güçlü yatıştırıcıyı damar yoluna enjekte ederken, Oktay’ın ağzından kelimeler döküldü.

-Canım oğlum benim.

Sonra Oktay’ın gözleri kapandı. Cem, panikle odadakilere seslendi.

-Ne oldu ona, öldü mü?

Doktor, Cem’e cevap verdi.

-Sakinleştirici enjekte ettik. Merak etmeyin, iyileşecek.

Cem, artık yoğun bakımdan çıkacak noktaya gelmişti. Ancak Oktay hala uyutuluyordu. Zira her uyandığında kalp ritmi inanılmaz seviyelere geliyordu. Doktor, Cem’in yanına gelip, artık yoğun bakımdan çıkacağını söylediğinde Cem karşı çıktı.

-Doktor Bey, lütfen bana güvenin. Oktay uyandığında burada olmam gerek. 

-Cem Bey, sizi artık burada tutamayız. Ayrıca aileniz 14 aydır sizi bekliyor. Artık onlarla bir araya gelmek istemiyor musunuz?

-Ailem mi?

-Evet. Dışarıda güzel bir kadın ve dört çocuk sizi bekliyor.

-Dört çocuk mu?

-Cem Bey, onları hatırlamıyor musunuz?

Bir önceki deneyiminden, vermesi gereken cevabı biliyordu.

-Yoooo, elbette onları özledim. Bir an önce onlara kavuşmak istiyorum ama arkadaşımı da yalnız bırakmak istemiyorum.

-Merak etmeyin arkadaşınızla ilgileniyoruz. Odanız hazır durumda. Aileniz de sizinle kucaklaşmak istiyor. Hadi bir an önce kalkın da, odanıza geçin. 

Cem, hasta bakıcıların getirdiği tekerlekli sandalyeye oturarak, kendisi için ayrılmış odaya doğru yola çıkmıştı. Odanın girişinde bir kadın ve dört çocuk vardı. Cem hiçbirini tanımıyordu ama onlar büyük bir sevinç içindeydi. Hasta bakıcılar Cem’i yatağına yatırınca, bir kadın onu dudaklarından öptü. Sonra çocuklara seslendi;

-Haydi babanıza merhaba desenize.

Çocuklar bunun üzerine Cem’in üzerine çıkarak ona sevgi gösterisinde bulundular. O sırada içeri giren doktor, çocukları Cem’in üzerinden alarak, Cem’in eşine karşı çok sert bir ifadeyle uyarıda bulundu;

-Bu şekilde olursa, sizi ve çocukları hastane dışında tutmam gerek. Ülkenin en büyük demiryolu kazasından sağ kurtulan üç kişiden biri kocanız. Lütfen biraz daha dikkatli olunuz.

Cem, üzerine çıkan çocukları ve dudağından öpen şişman kadını tanımıyor olmasından endişelenirken, doktorun demiryolu kazası söyleminden yanlış yere döndüğünü anlamıştı. Doktor odayı boşalttıktan sonra Cem’e iyi olup olmadığını sormuştu. Cem, doktora Oktay ile görüşmesi gerektiğini söyledi. Doktor, Cem’e Oktay’ın iyi olduğunu söylese de Cem diretiyordu.

-Acilen onu görmem gerek. Lütfen doktor lütfen.

Doktor, Cem’in bu yalvarırcasına isteğine karşılık olarak, Oktay uyandığında onu görebileceğini söyledi.

Ertesi gün sabah saatlerinde Cem’in odasına bir hemşire geldi. 

-Kahvaltınızı yememişsiniz. Bu şekilde nasıl iyileşeceksiniz? 

-Canım istemiyor.

-O halde Oktay Bey’i göremezsiniz.

-Oktay uyandı mı?

-Evet. Ancak siz kahvaltınızı yapmadığınız için onu göremeyeceksiniz.

Cem büyük bir hızla kahvaltı tabağındakileri yemeye başlamıştı. Son olarak çay bardağından birkaç yudum aldıktan sonra “ben hazırım” dedi. Hemşire gülümseyerek kahvaltı tepsisini önünden aldı. Cem’in yataktan kalkmasına yardımcı oldu. Hemşire, Cem’i yoğun bakım ünitesindeki Oktay’ın yanına götürdü. Hemşire, “ben sizi baş başa bırakayım” diyerek ayrıldı. Oktay, Cem’i görünce mutlu olmuştu.

-Sonunda döndük kardeşim.

-Evet Oktay ama burası aynı yer değil.

-Ne demek istiyorsun?

-Burası bizim dünyamız değil Oktay.

Oktay aklına ilk geleni sormuştu.

-Peki ya oğlum?

Cem, Oktay’ı üzmek istemiyordu ama gerçekleri de söylemek zorunda hissediyordu.

-Benim şişman bir eşim ve dört tane çocuğum var.

-Selen’e ne oldu?

-Bilmiyorum dostum bilmiyorum.

-Yani ben oğlumu göremeyecek miyim?

-Sanmıyorum Oktay.

-Ne yapmamızı öneriyorsun?

-Yapmamız gerekeni biliyorsun. Onlara ulaşıncaya kadar devam etmeliyiz.

-Yine mi elma çekirdekleri?

-Başka şansımız var mı? En acısız olanı bu.

Tam bu esnada doktor içeri girmişti.

-Vaaaay, Oktay Bey bakıyorum da kendinize gelmişsiniz. Cem Bey, siz de iyi görünüyorsunuz. Arkadaşınızı ziyarete mi geldiniz?

Doktorun arkasından bir hemşire koşarak içeri girmişti. 

-Doktor Bey, anneniz gelmiş.

-Tamam, şimdi geliyorum.

-Efendim içeri girmek istedi, engel olduk ama ne yapalım?

-İçeriye mi girmek istedi?

-Evet. 

Hemşire kafasıyla yoğun bakımı diğer taraftan ayıran camekân bölmeyi işaret edince, hepsi oraya doğru baktı. Ellerini cama yaslamış yaşlı bir kadın ağlayarak içeriye bakıyordu. Doktor, annesinin bu durumunu görünce telaşlanarak ona doğru hızlı adımlarla gitti. Ancak Cem ve Oktay bu duruma çok şaşırmışlardı. Camın arkasındaki yaşlı kadın Seher’den başkası değildi. Daha yaşlı olsa da O Seher’di. Cem ve Oktay şaşkınlıkla Seher’e bakıyorlardı. Doktor, annesinin yanına gittiğinde annesi ona yalvarıyordu.

-Anneciğim ne oldu sana, neden ağlıyorsun?

-Oğlum, ne olur beni oraya götür.

-Anneciğim orası yoğun bakım. Hastalarımızın ve senin sağlığın için oraya girmemen gerek.

-Oğlum sen beni içeri al, sana her şeyi orada açıklayacağım.

Doktor, annesinin elinden tutarak , onu çaresizce yoğun bakımdan içeri aldı. Annesi birkaç adım attıktan sonra durdu. Oktay’a şefkatle bakarken gözlerinden yaşlar damlıyordu. Yavaş adımlarla Oktay’a yaklaşıp ona sarıldı. Doktor bu duruma bir anlam verememişti ama olanları izlemekle yetiniyordu. Oktay, kendisine sarılan kadının Seher olduğunu biliyordu ama onun kendisine sarıldığı gibi sarılamadı. 

-Anne yeter artık. Lütfen açıklar mısın, kim bu adam?

Seher elindeki mendille gözlerini silerken Oktay’a bakıyordu.

-O senin baban oğlum.

Doktorla beraber Oktay da şaşırmıştı. Bu nasıl olabilirdi ki? Onunla sadece uçakta kısa süre görüşmüşlerdi. Ondan sonra da uçak düşünce bir daha görüşmemişlerdi. 

-Anne bu adam benimle neredeyse aynı yaşta. Bu nasıl olabilir?

-Hayır. Nasıl bu kadar genç kaldığını bilmiyorum ama O senin baban. Onunla uçakta tanışmıştık.

-Oktay Bey, annemin söyledikleri doğru mu?

-Evet, onunla uçakta tanıştığımız doğru ama uçak düştü. Gözlerimi açtığımda başka bir dünyadaydım. Orada başka biriyle evliydim. Hatta yanımdaki Cem’in gerçek hayattaki eşi ile. Sonra intihar ettik ve buraya geldik. Biliyorum bunlar saçma geliyor ama gerçek bu.

Doktor bu anlatılanlara inanamıyordu. 

-Cem Bey, doğru mu bunlar?

-Evet doğru.

-O halde siz benim babamsınız?

-Bu mümkün değil. Çünkü ben annenle hiç beraber olmadım.

-Anne neler oluyor söyler misin? Bu adamlar 14 ay önce tren kazasından sonra buraya geldiler ama uçaklarının düştüğünü söylüyorlar. Bununla ilgili bir açıklaman var mı?

Seher, Oktay’ın elini tutarak konuşmaya başladı.

-30 yıl önceydi. O uçak kazasından sonra hayatta kalan beş kişiden biri bendim, diğeri de Oktay'dı. Ben bir ay sonra taburcu oldum ama diğerleri uzun süre yattılar. Ancak hiçbiri hayatta kalamadı. Günün birinde bir kadın, yanında beş yaşında bir çocuk ile hastaneye gelmiş. Zaman zaman hastaneye gidip, hayatta kalanların sağlığını soruyordum. Seni o gün orada gördüm. Birkaç gün sana hemşireler bakmışlar. Annenin seni orada, ölüm döşeğindeki babanın yanında terk ettiğini öğrenince çok üzülmüştüm. Annen döner umuduyla seni eve götürdüm ama annen hiç dönmedi. Bir yıl boyunca her gün babanın uyanması için dua ettim ancak hastaneden gelen bir telefonla vefat ettiğini öğrendim. Ondan sonra da seni evlat edindim. 

-Anne, bunları bana neden hiç anlatmadın?

-Ne faydası vardı ki? Baban uçak kazasında ölmüş, annen de seni terk etmişti. 

Oktay’ın gözleri dolmuştu. Sonunda oğluna kavuşmuştu. Her ne kadar otuz yıl kadar kaybı olsa da, ona kavuşmuştu. Doktor oğluna elini uzatıp,

-Sana babamın adını vermiştim. O gün büyükbaban çok mutlu olmuştu. Gel Murat, sana bir sarılayım.

Doktorun kafası iyice allak bullak olmuştu.

-Benim adım Murat değil.

-Ne demek Murat değil? 

-Benim adım Kemal. 

-Seher, oğlumun adını mı değiştirdin?

-Hayır, öyle bir şey yapmadım, onun adı Kemal.

-İyi de benim oğlumun adı Murat’tı. 

Doktor bu durumun bir an önce son bulması için annesinin kolundan tutarak dışarı çıkardı. Seher, Oktay’a bakarak bağırdı;

-Hatırlayacaksın Oktay. Hepsini hatırlayacaksın. Şoktasın, kendine gelince gerçekleri hatırlayacaksın.

Doktor annesini dışarı çıkarınca, Cem de Oktay’la konuşmaya başladı.

-Burası da doğru yer değil. Zaten görüyorsun işte, Seher annen yaşında kadın olmuş.

-Ya oğlum ne olacak?

-Onun senin oğlun olduğunu nereden bilebilirsin ki? Baksana adı bile aynı değil.

-Ama hikâye tam olarak uyuyor. O şirret kadın kazadan sonra başka bir adamla yeni bir hayata başlamak istemiş olabilir. Oğlumu terk etmiş olabilir.

-Ne fark eder ki Oktay. Öyle bile olsa aradan 30 yıl geçmiş. Aranızda hiçbir bağ yok. Büyük ihtimalle annesinin deli olduğunu düşünüyordur.

-Benim için fark etmez. Eğer Seher’in anlattıkları gerçekten yaşanmışsa, O benim oğlum. Hem eşin de hayatta demektir. Sen şimdi eşin 60 yaşındaysa onu sevmeye devam etmeyecek misin? Onu bulmuşken bırakacak mısın?

-Bilmiyorum Oktay. Neyin doğru neyin yanlış olduğuna artık karar veremiyorum.

Doktor, yoğun bakımın kapısından hızlıca içeri girip Cem’e seslendi.

-Cem Bey, lütfen siz de çıkınız ve bir daha buraya gelmeyiniz.

Cem, Oktay’ın kolunu sıkarak “görüşürüz” dedi. Oktay onu durdurdu ve sordu.

-Yine mi deneyeceksin? 

-Evet. Sen gelmeyecek misin? 

-Ben şimdilik kalıyorum Cem. 

Bu sırada doktor sabırsızlıkla seslendi.

-Haydi Cem Bey, biraz acele eder misiniz lütfen.

Cem, Oktay’a baktı ve bir şey söylemeden dışarı çıktı. Onu oraya getiren genç hemşireyle birlikte odasına doğru yürürlerken, Cem hemşireyle konuşmaya başladı. Amacı onunla yakınlık kurarak, elma edinmekti.

-Evli misiniz?

-Hayır ama evlenmeyi de düşünmüyorum.

-Neden?

-Birisine bağlanmak büyük bir sorumluluk. İnsanın eşini kaybetmesi çok zor bir şey, umarım bunu hiç yaşamam.

-Haklısınız, bu acıyı tarif etmek imkânsız.

-Geçen sene hastanemize bir kadın yatmıştı. Tam da sizin kaldığınız odada kalıyordu. Eşi vefat ettiği için zor günler geçiriyordu. Burada tedavi olurken arkadaş olduk. Hala tam olarak atlatabilmiş değil ama atlatacak. Çok iyi bir insan. Zaten onun yaşadıklarından çok etkilendiğim için şu anda evlenmeyi düşünmüyorum.

-Onun için zor olmalı.

-Evet, daha yeni evlenmişler. Birbirlerini çok seviyorlarmış. 

Cem’in odasından içeri girdiklerinde hemşire ona bir isteği olup olmadığını sordu.

-Sizden bir şey rica edeceğim. Ben elmayı çok severim. Şöyle 5 kilo elma olsa da, canım istediğinde alıp yesem diyorum.

-Cem Bey, o kadar elmayı mutfaktan getirmemiz mümkün değil. 

-Canım çok çekti, bir şansınızı deneseniz.

-Bakın şöyle yapalım. Doktora sorayım, elma yemenizde bir sakınca yoksa ben size yarın marketten alıp getiririm.

-Harikasınız, süper.

Ertesi gün, hemşire elinde 5 kilo elma ile Cem’in odasından içeri girmişti. Cem onu görünce çok sevinmişti.

-Çok teşekkürler, size borçlandım.

-Aman canım lafı mı olur.

Cem, hemşire odadan ayrıldıktan sonra yataktan kalkarak elma dolu torbayla odasındaki tuvalete girmişti. Orada elma çekirdeklerini çıkarıp, seramik bir kupanın içine doldurdu. Sonra hemen yatağına döndü. Kimse görmesin diye de, kupayı yanındaki çekmeceye saklamıştı. Tavana doğru kafasını kaldırıp yolculuğa çıkmak için kendini hazırlarken, arada bir çekmeceyi açıp elma çekirdeklerine bakıp, hayatı ve gerçekliği sorguluyordu. Akşama doğru, çekmeceyi açıp kupayı eline almıştı. Artık bunu bitirmeye kararlıydı. Odasının kapısı bir kere tıklanıp açılınca, elmaları getiren hemşireyi görüp, panikledi. 

-Cem Bey benim nöbetim bitiyor. Artık çıkıyorum. Bir isteğiniz var mı?

Cem, elindeki kupanın içindeki çekirdekleri yutmaya hazırlanırken, tek ayak üzerinde yakalanmıştı.

-Sizden rica etsem su verebilir misiniz?

Hemşire, odanın dışındaki sebilden, plastik bardakta su getirmişti. Cem suyu alırken sordu.

-Sizce gerçek nedir?

Hemşire şaşırmıştı ama bir an önce gitmek için yanıt verdi.

-Gerçek, gerçektir işte. Siz gerçeksiniz, ben gerçeğim, bu oda gerçek.

-Emin misiniz? Yaşadığımız dünya gerçek mi, yoksa bizim için birden fazla dünya mı var?

Gerçeğe nasıl ulaşabiliriz?

-Cem Bey, sizinle konuşmak isterdim ama dışarıda arkadaşım bekliyor. Bunu sonra konuşsak olmaz mı?

-Ah özür dilerim. Kusura bakmayın. 

-Rica ederim. Hani size bahsettiğim, eşi vefat eden arkadaşım var ya. İşte O geldi. Beraber yemeğe gideceğiz. 

-Anlıyorum. Sizi bekletmeyim o halde, yarın konuşuruz.

-Anlayışınız için teşekkür ederim. Yarın gelirken getirmemi istediğiniz bir şey var mı?

O sırada Cem, plastik bardaktaki suyu seramik kupanın içine boşaltmıştı. Seramik kupanın içindeki elma çekirdekleri suyun içinde dans etmeye başladı. Kupanın içindekileri midesine göndermeden önce hemşireye teşekkür etti ve kupayı kafasına dikti. Beklemekten sıkılan hemşirenin arkadaşı ise odadan içeriye kafasını uzatıp sesleniyordu.

-Canım, ben seni aşağıda bekliyorum.

Hemşire, arkadaşına daha cevap verememişken, kapıdaki kadın şaşkın bir yüz ifadesiyle içeri girmeye başladı. Hemşire “tamam canım sen git, geliyorum” dese de, arkadaşı odadan içeri adım adım girmeye devam ediyordu. Eliyle ağzını silmekte olan Cem de, tanıdık olan bu sese doğru kafasını çevirmişti. Hemşire, arkadaşına seslendi.

-Selencim sen arabada bekle, üstümü giyinip geliyorum.

Cem, önce Selen’e baktı, sonra da elindeki seramik kupaya.

Kupanın içinde hiç elma çekirdeği kalmamıştı.

***

Richter'in, Leonardo Da Vinci'nin notlarını derlediği çalışmasından; 

"La verità sola fu figliola del tempo." 

Türkçe olarak çevirirsek, "gerçek, zamanın tek kızıydı."

Bu hikâyenin altına çok yakıştı. Ameliyat sonrası Diocuğuma gözü gibi bakan Seher ve Selen'e sevgilerimle.

***

Arch Enemy - The World Is Yours 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder