14 Ağustos 2020 Cuma

Yanan Anlar

Murat, sabah işe gelir gelmez, her zamanki gibi üzerindeki kıyafetleri çıkarıp işçi tulumlarını giymişti. Dün akşam tamir etmek için uğraştığı aracın altına girdikten bir süre sonra patronun sesini duymuştu.
-Murat biraz konuşabilir miyiz?
-Abi şu yağ deposunun kapağını halledip hemen geliyorum.

Murat alnındaki teri silip, patronun kapısına gelmişti. Kapı açıktı ve usulden de olsa kapıya tıklayıp içeri girdi. Patron eliyle masanın önündeki koltuğu işaret ederek, 
-Gel Murat, otur şöyle.
-Abi üstüm kirli oturmayım.
-Olm otursana şuraya.

Murat koltuğun kenarına sıkılarak oturunca patron söze girdi.
Biliyorsun tüm dünya bir salgın ile mücadele ediyor. Biz de uzun süredir bu salgın nedeniyle işlerimizi yürütmekte sıkıntı yaşıyoruz. Ödemelerde sıkıntımız var, daha az insan aracını tamire getiriyor. Haliyle gelirlerimiz çok düştü. Sonunda bir karar vermek zorundaydım. Bu durum geçinceye kadar işçi çıkarmam gerekiyor. Bunu söylemek benim için zor ama maalesef işine son vermem gerek.

Murat’ın başından kaynar sular dökülürken bayılacak gibi oldu ama ilk şoku atlatır atlatmaz cevap verdi.
-Patron, benim sana maliyetim ufacık bir şey. Bana sigorta bile yapmadın. Neden beni çıkarıyorsun?
-Mecburum Murat. Diğer çalışanlar sigortalı olduğundan işten çıkarmam kanunen yasak. Ama sen sigortasızsın. Dolayısıyla sadece seni çıkarabilirim.
-Patron, bana verdiğin parayı düşür ama ne olur beni işten çıkarma. Ben nereden iş bulurum bu dönemde. Bak sana bir teklifim var. Bana 1500 lira veriyorsun ya, 1000 lira ver ama işten çıkarma lütfen.
-Kusura bakma Murat. Ama sana söz, işler düzelince seni tekrar işe alacağım.

Murat yerinden kalkıp, kıyafetlerini giymek üzere patronun yanından ayrılmıştı. İş yerinden son defa ayrılıp sokağa çıktığında elini sağ cebine atmıştı. Cebinden çıkardığı 50 liraya uzun uzun baktı. Annesinin ilaçlarını, evin kirasını, elektrik, su ve mutfak ihtiyacını karşılaması için hemen yeni bir iş bulmalıydı. Babasından kalan emekli maaşı ile geçinmeleri imkânsızdı. Elini diğer cebine attığında ise annesinin yazdığı ihtiyaç listesini gördü.  
1 kg domates
1 kg soğan
1 kg patlıcan
250 gr biber
1 kg bulgur
1 kg mercimek

Listeye göre cebindeki paranın yarısı şimdiden tükenmişti. Hemen bir şey yapmalıydı yoksa durum daha kötü olacaktı. Dolmuşa binip, o gün pazar olan semte gitti. Orada kurulan pazara geldiğinde, pazarcıları teker teker dolaştı. 

-Abi, rica etsem, hani satılamayacak domatesiniz olursa, bana verir misiniz?
-Abi, rica etsem, hani satılamayacak biberiniz olursa, bana verir misiniz?

Böyle böyle listenin büyük kısmını halletmişti. Akşam, pazarcılar tezgahlarını toplarken hepsini teker teker dolaştı. Çöpe atılacak olanların içinden çürümemiş olanları seçerek torbaya doldurup eve gitti.

Annesi torbalardaki sebzeleri görünce söylenmeye başladı.
-Ah oğlum, bunlar ne böyle.
-Ne oldu anneciğim.
-Oğlum alırken hiç bakmadın mı, hep en kötüleri doldurmuş pazarcılar. Ah oğlum ah. O kadar para veriyorsun, yazık günah parana ya.
-Tamam tamam, bir dahakine daha dikkatli olurum.
-Mercimek ile bulguru da almamışsın. 
-Aaaa, unutmuşum tamam yarın alırım.

Annesine işten çıkarıldığını söylememeliydi. Onu üzmek istemiyordu. Ertesi gün, her sabah evden çıktığı saatte, işe gidiyormuş gibi evden çıkmıştı. Pazar olan başka bir semte gitti. Bir pazarcıdan pazarlık ederek bir miktar limon aldı. Pazarda yer alacak durumu yoktu. O yüzden pazarın yanındaki sokakta tezgâhını kurdu. Öğlen olduğunda tüm limonları satmıştı. Sonra bir miktar daha limon alarak satışa devam etti. Gün sonuna kadar, tamircide bir günde kazandığına yakın bir miktarda kazanmıştı. Sonraki günlerde pazar pazar dolaşarak limon satmaya devam etti. Şehrin nispeten daha zenginlerinin yaşadığı semtteki pazarda, kazancı diğer semtlere göre daha fazla oluyordu. Pazarcılardan nasıl fiyatlama yapılacağını öğrenmişti. Fakir semtte ucuz fiyat, zengin semtte pahalı fiyat. Güne başlarken en yüksek fiyat, akşama doğru indirimli fiyat uygulanmalıydı. Neyse ki, alış veriş yaptığı pazarcılar ona hep akşam ve fakir semt fiyatından mal satıyorlardı. 

Bu durum iki ay boyunca devam etti. Artık limonun yanında başka şeyler de satmaya başlamıştı. Ama hep satabileceği kadar satın alıyordu. Bazen elinde kalanları eve götürüyordu ve annesinin ona “aferin oğlum, hiç çürük almamışsın” övgüleriyle mutlu oluyordu.

O gün, şehrin diğer semtlerine nazaran, zenginlerin oturduğu semtteki pazarda akşam olmuştu. Kalan son domatesleri de eve götürmeye karar verdi. Eline bir torba alıp, doldurmaya başlamadan hemen önce bir kadın ona seslenmişti;
-İki kilo domates verir misiniz?

Kaç lira dememişti, taze mi diye sormamıştı, sadece iki kilo domates.

Murat kendisine seslenen sese doğru kafasını çevirince öylece kala kalmıştı. Kendini kadının gözlerine bakmaktan alıkoyamıyordu. Her ne kadar kalbi alev alev olduysa da, “işçisin sen işçi kal” şarkısı geldi aklına. Kalan son domatesleri torbaya doldururken, diğer yandan kadına anlık olarak bakıyordu. Kadın da ona bakınca gözlerini kaçırıyordu. Domatesler 1,7 kg gelmişti. Kadının istediğinden daha azdı.

-Elimde kalanlar bu kadar. Arzu ederseniz kalanı pazarcı arkadaşlardan tamamlayım.
-Efendim?
-Arzu ederseniz...
-Adımı nereden biliyorsunuz?
-Bilmiyorum.
-Haaa, Arzu dediniz de.
-Arzu ederseniz dedim.
-Pardon, yanlış anlamışım. 
-Arzu ederseniz pazarcı arkadaşlardan temin edip 2 kiloya tamamlayım.
-Haaaaa. Yok yok, gerek yok. Ne kadar?
- 5 lira yeterli.

Parayı kadından alırken son kez onun gözlerine baktı. Hayatının sonuna kadar unutamayacağını düşündüğü bir gülümseme ile “teşekkürler” diyen gözlerle vedalaştı.

Artık tüm mallarını satmıştı ve pazarcı arkadaşlarına iyi akşamlar diyerek evin yolunu tutmuştu. Evine giden dolmuşa binmek için, pazarın arka tarafından yürümeye başlamıştı. Aklında sadece kadının gözleri vardı. Karanlık her tarafta hüküm sürerken kısık bir çığlık duymuştu. Önce umursamamıştı ama tükenmek üzere olan bir sesle “lütfen yardım edin” yalvarışını duyunca, sesin olduğu tarafa yöneldi. “Lütfen yapmayın, lütfen” diyen bir kadın sesini daha net duymaya başlamıştı. Birkaç adım sonra, pazarın arka tarafındaki karanlık kuytu bir köşede, hafızasına kazınmış gözleri gördü. Bu sefer gülümsemiyordu, yalvarırcasına bakıyordu. Murat'ın karşısına üç kişi dikilmişti.
-Hayırdır kardeş? Hadi ikile bakayım.

Milat öncesi taşlara kazınan çivi yazıları gibi, hücrelerine kazınmış bakışlara bakıp, karşısına dikilenlere efelenmişti.
-Ne yapıyorsunuz kadına?
-Sana ne ulan?

O anda karar vermek zorundaydı. Kendisine “lütfen beni bunlardan kurtar” diye bakan o gözlere karşı kayıtsız kalamazdı.  Kendisine en yakın olanı bir yumrukla yere serdi. Sonra diğerine yöneldi ve boğuşmaya başladılar. Kadını kollarında tutan diğeri ise kadını yere fırlatıp ona arkadan yaklaşıp, cebinden çıkardığı çakıyı arka baldırına üç kez saplamıştı. Büyük bir acıyla döndüğünde ise diğeri büyük bir bıçağı midesine saplamıştı. Yere yığılırken, hayranı olduğu gözler ona dehşetle bakmaktaydı. Yere düştüğünde son darbe, tek yumrukla yere serdiğinden gelmişti. Bir eliyle gözünü tutan saldırgan, diğer elinde koca bir bıçakla karşısındaydı. Bıçağı yandan böbreklerine doğru saplamış ve içeride bir tur çevirmişti. Saldırganlar, kadın çığlık çığlığa bağırınca kaçmaya başlamışlardı.

Murat gözünü açtığında, karşısında zihnine kazınmış gözleri gördü. Öldüm ve cennete geldim diye düşündü. Kadın, Murat’ın elini tutuyordu, göz göze bakışıyorlardı. Kadın onun gözlerini açtığını görünce gülümsedi. Gülümseyince bir başka güzel oluyordu. Kadın bağırdı;
-Babaaaaa, uyandıııııı

Odaya bir anda kadının ailesi dolmuştu. Kadının annesi, babası, abisi, kız kardeşi odaya koşarak girmişlerdi. En arkada da Murat’ın annesi vardı. Murat, hayatında hiç görmediği bu insanların içinde, annesine seslendi.
-Anne.
Murat’ın annesine yol açtılar ve onun yatağın yanına gelmesine yardım ettiler. 
-Oğlum. Kurban olduğum yarabbim seni bana bağışladı.

Murat, annesinin elini koklayıp, kokusunu içine çekti. Sonra yine adının Arzu olduğunu düşündüğü kadınla göz göze geldi. O gülen gözlere bakmak, ona öyle iyi geliyordu. 

Murat, olaydan iki hafta sonra hastaneden çıkmıştı. Dikişleri neredeyse kaynamıştı. Annesi artık tamircide çalışmadığını öğrenmişti. Ertesi gün pazara gitmek için yataktan kalktı ama annesi izin vermemişti. Bir sonraki gün yine pazara gitmek istedi ama annesi yine izin vermedi. Birkaç gün sonra Arzu’nun yaşadığı semtteki pazara gitmek istediğinde annesi yine karşı çıktı.
-Hayır oğlum, dinlenmen gerek.

Ancak Murat’ın derdi para kazanmaktan ziyade Arzu’yu görmekti. Bu sefer annesini dinlemedi. Üstünü giyinip pazara doğru yola çıktı. Her zamanki gibi pazarcılardan mal temin etti. Pazarcılar onu görünce ekstra indirim yaptılar ve onu kahraman gibi karşıladılar. Murat her zaman olduğu gibi pazarın yanındaki sokakta tezgâhını açtı. Tüm gün onun gelmesini bekledi. Güneş batmış, hava kararmıştı. Tezgâhta neredeyse satılacak hiçbir şey kalmamıştı. Artık gelmeyeceğini düşündüğü sırada biri ona seslendi;
-İki kilo domates verir misiniz?

Kafasını kaldırıp baktığında onu gördü. Gülümseyen gözleriyle ona doğru bakıyordu. O an her şeyi bırakıp dudaklarına yapışmak istedi. Tam hareketlenecekti ki, kadının arkasında bir adam belirdi. Kadın adamın koluna girerek konuştu;

-Aşkım, işte bu kahramanımız Murat... Murat, bu nişanlım Korhan.

***

Adamlar, “garibin başında rüzgar, halimizden yanan anlar” diyor. Elbet bir gün kanserin ilacı bulunur ama acının ilacı bulunmaz arkadaş. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder