22 Şubat 2020 Cumartesi

Kahkaha

Bebekken ailem yeni bir daireye taşınmış. Girişin bir kat altı. Dışarısıyla ilgili tek bağlantısı ufak bir pencere. Pencere üstünde bir mazgal. Yerin bir kat altında ama kafanı pencereden çıkardığında, yukarıdaki mazgalın aralığından gökyüzünü görebiliyorsun. O günlerde parası ona yetmiş babacığımın. Apartmanın en üst katına taşındıklarında sokakta top oynamaya başlamıştım. Eski dairemize ise üniversite öğrencileri taşınmıştı. Onlardan biri Kıbrıs'ta kalecilik yapıyordu. Beni mahalle maçlarında görmüş ve beğenmişti. Apartmanın altında Efendi Amca'nın bakkal dükkanı vardı. "Efendi, Efendi, hapşurmadan geberdi" diye takılırdık ona. O günlerde çok geçerli bir küfür olarak arkamızdan depozitolu şişeleri fırlatır ve "teröristin çocukları" diye küfrederdi. İşte bu bakkalın önünündeki betonda aylarca kaleci antrenörüm olmuştu. Mahallede dedikodular alıp başını gitmişti.
-Olm adam Kıbrıs milli takımının kalecisiymiş.

74 çıkarması yeni olmuştu, ortadan ikiye bölünmüş halk olduğunu, devleti olmayan bir ülkenin milli takımı olamayacağını bilmeden inanmıştım. Çünkü bir milli takım kalecisi tarafından çalıştırılmak düşüncesi güzeldi. Zeminin beton olmasına aldırış etmeden, her dediğini yapıyordum. Elinde gerçek bir futbol topuyla bakkalın önüne gelip adımı çağırdığında, yüzümde bir tebessüm oluşurdu. 

Günün birinde çalışma bitince, bana her zaman yaptığı gibi süt ısmarladı. 
Soğuk süt. 
Atatürk Orman Çiftliği markalı. 
Cam şişe. 
1 litre. 
Kan ter içinde büyük bir futbolcu edasıyla onun yanında sütümü içerken sordu.
-Hangi takımı tutuyorsun?

Tebessüm ederek ve anında "Eskişehirspor" dedim.
Hiç beklemediği bu cevap karşısında bana bakıp tebessüm etti. 

-Başka takım tutmuyor musun?
-Shilton'ı tutuyorum.
-Nottingham Forest ha..
-Evet ama Shilton yüzünden.

40 küsür yıl sonra dün, taca çıkmış bir toptan gelen ve kendi kalemize attığımız bir golle lidere yenildiğimiz maçtan sonra, bir arabanın içinde aynı gülümsemeyi gördüm. Maç bittikten sonra Fatih Abi ile stadyumdan ayrıldık. 3 maç sonraki Osmanlıspor deplasman masraflarını üstlenen Fatih Abi'ye beni burada bırak dedim. Yürümem, Eskişehir'in soğuk havasını içime çekmem gerekiyordu. Epey yürüdükten sonra bir köşe başına gelip durdum. Bir araba yanımda durdu. Ön camı açtı, benden yirmi yaş fazlası vardı. Yüzünde garip bir tebessüm ile söze girdi.

"Herhalde yol soracak" diye düşündüm. Cam tamamen açıldığında, "biz ne zaman güleceğiz be kardeşim" dedi. "Maçtan geliyorum, atkını, şapkanı görünce durdum" dedi. Büyükdere Mahallesi'ne gidiyormuş, "seni istediğin yere götüreyim" dedi. Tanımadığı bir adama, maçtan bir saat sonra, sırf boynunda Eskişehirspor atkısı olduğu için duran yaşlı bir adam. Şarkı gibi davranış.

"Abi ben diğer yöne gidiyorum" diyerek tebessüm ettim. "Merak etme hepsi yoluna girecek." İçindekileri döktükten sonra "sağlıcakla" diyerek yoluna devam etti. 

Yaşlı adamın arkasından baktım. Biz mutsuz olmayı çoktan öğrendik de, mutluluğun biraz acemisiyiz. Kazandığımız maçtan sonra bile mutluluk yüzümüzde hep emanet duruyor. Oysa öyle olmamalı. Kahkaha atmak için Eskişehirsporlu olmak yeterli diye düşündüm. "Mutlu olmak için illa kazanmak mı lazım?"

Taksi durağının düğmesine bastıktan sonra bastım kahkahayı. Taksi geldiğinde hala gülüyordum. Kapıyı açtım, kahkaha atarak gideceğimiz yeri söyledim. Taksici de gülmeye başladı.
-Abi neden gülüyorsun?
-Eskişehirsporluyum yahu, zevkten dört köşeyim.
-Bugün yenilmedik mi biz?
-Hah hah haaa. Mutlu olmak için Eskişehirsporlu olmak yeterli değil mi be kardeşim?

Otelin önüne geldiğimizde, yüzümde garip bir tebessüm ile üstü kalsın dedim. El sıkışarak taksi şoförüyle vedalaştık. Otelin resepsiyonundaki yakışıklı çocuk, içeri kahkahalarla giren adamı, yüzünde garip bir tebessümle karşılamıştı. İçinden "aha bir deli daha geldi" diyordu muhtemelen.

Umurumda değildi, zira normal bir insanın Eskişehirspor'u sevebilmesi ve yenildiğinde bile gülümseyebilmesi mümkün değildi. Bildiğin delinin tekiydim.

Yenilmek, kaybetmek, küme düşmek Eskişehirspor'u sevmeye engel mi? Değilse gülümseyin, tebessüm edin hatta kahkaha atın. Emanet durmasın bir tarafınızda tebessümünüz.

Ama durun durun daha bitmedi. Şimdi 40 yıl önceye dönüyorum. Babacığımın eve getirdiği renkli televizyonu görünce ne kadar büyük bir çığlık attığımı hatırlıyorum. Renkli televizyonu yerine koyduktan sonra ona sormuştum.
-Baba siyah beyaz bu televizyonu ne yapacağız?
-Bizim eski dairede oturan üniversite öğrencisi çocukların televizyonu yokmuş. Onlara götüreceğim.

Gelin alın şunu dese, koşa koşa gelip alacaklar ama 6 kat aşağıya, kendinden büyük televizyonu kucaklayıp götüren bir babanın evladı olmanın ve Eskişehirsporlu olmanın gururuyla attığım kahkahanın aynısını 40 yıl önce beni çalıştıran Kıbrıslı kalecinin ve ev arkadaşlarının, siyah beyaz televizyonu gördüğünde attığına eminim.

Cengiz Özakıncı büyüğümün sıklıkla dediği gibi "iyi insanlara, iyi geceler..."



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder