6 Temmuz 2018 Cuma

Değerli Topraklara Veda

Çok eskiden bir aile tanımıştım. Bir çocukları vardı. O çocuğa Emre adını vermişlerdi. Sohbet esnasında konu dönüyor dolaşıyor Emre'ye geliyordu. Ancak konu ne zaman ona gelse ailenin gözleri doluyordu. Sanki Emre ölmüş gibi konuşuyorlardı. Annesi dedi ki, "babasının omzuna çıkıp, şu kiraz ağacının meyvelerini toplarken hayal ediyorum." Babası "ben size biraz kiraz toplayım" diyerek, kaçarcasına uzaklaştı yanımızdan. Arkadaşımın da gözleri dolmuştu. Şaşırmıştım. Oysa çocukları Emre, bahçede bizim yanımızda oynuyordu.

Bu meseleyi, en sonda bu yazının gerçek konusuyla bağlayacağım. Konumuz Eskişehir Atatürk Stadyumu. Şimdi oradan devam edelim.

Bazı insanlar, canı olmayan maddelerle de iletişim kurabilirler. Veya kurduklarını zannederler. Bu belki psikolojik bir hastalık da olabilir. Çocukken, bu bağı çok daha iyi kurabilirsiniz. Zihniniz daha berraktır, çocuk hayalleriniz henüz büyük darbeler yememiştir. Bir gün ailem, bana yeni bir oda takımı almaktan bahsetmişlerdi. Dediklerine göre artık genç olmuştum ve benim genç odasına ihtiyacım varmış. Siparişini vermişler, yarın da gelecekmiş. O gece, sabaha kadar odamdaki eski mobilyalarla konuştum durdum. Bebekliğimden beri benimle beraber olan, yatağım, gardırobum, etajerimle sohbet ettim. Onlardan özür diledim. Belki cevap veremediler ama elimden bir şey gelmediğini anladıklarını hissettim. Cansız objelerle konuşmak, delilik mi? Sanırım bazı delilikler bende kalıcı olmuş. Bir süre sonra torun torba sahibi olacak yaşlara doğru ilerlerken bile, Eskişehir Atatürk Stadyumu için de aynı şeyleri hissediyorum. Cansız bir varlık için hüzünleniyorum. Çünkü onun da bir ruha sahip olduğunu hissediyorum.

Eskişehir Atatürk Stadyumu...
Burası denizin olmadığı ve rüzgarın sert estiği bir yer. 
Kışın içliğiniz olmadan açık tribünde olmamanız gereken yerlerin en başındaki yer.
Burası kale arkası olmayan, tribünlerinde tuvalet sayısı yetersiz olan, kadınların altına, erkeklerin duvarlarına işediği bir yer.
Burası gençliğimizin mabedi.
Burası ilk defa bir futbol maçına gittiğimiz yer.
Burası çocuğumuzu ilk defa bir futbol maçına götürdüğümüz yer.
Burası Sevilla'yı, Marsilya'yı, Fiorentina'yı, Köln'ü ve daha nicelerini misafir ettiğimiz yer. Şimdilerde olmayan Balkan Kupası maçlarını oynadığımız yer.
Burası Türkiye'de tribün kültürünün başladığı yer.
Burası, çevresindeki beton panel duvarların altından ve arasındaki 1 cm'lik boşluklardan, bilet parası çıkışmayanların ESES'i izledikleri yer. 

Eskişehirspor'un adının anılmadığı yıllarda, 1998 yılında, rahmetli Devrim Sağıroğlu, Hürriyet gazetesindeki köşesinde yazmıştı. "Ah" demişti, "o stadın dili olsa da konuşsa."

Stadın dili olsa, sevdiklerini söyleyenler onu yakarken "durun, yapmayın bunu bana" diye bağırmaz mıydı? Devrim Sağıroğlu o yazıyı Seneca'nın muhteşem sözüyle bitirmişti;‘‘Hafif acılar konuşabilir ama, derin acılar dilsizdir!’’

Burası, hep kötü stadyum denilen bir yer. Ancak hani sevdiklerimizin kusurlarını umursamayız ya, hani hep görmezden geliriz, onu sevmemize engel teşkil etmez ya. İşte öyle bir yer. Önder Özen'in TRT ekranlarında kötü stadyum denildiğinde verdiği cevap ise, onun hakkında söylenmiş en güzel cümle olarak tarihe kazınmıştır;"Orada yaşanmış olanları düşünürseniz, Eskişehir Atatürk Stadyumu değerli topraklardır."

Ve biz bu değerli topraklara, yaşadığımız onca anıya ihanet edercesine, sırf siyasi otoriteyi orgazma ulaştıracak sığlıktaki bir törenle veda ettik. Bunu bile organize edemeyen Gençlik Spor İl Müdürlüğü'nün ve Eskişehirspor Kulübü yöneticilerinin rahatsız olduklarını sanmıyorum. Ben deliyim ya, cansız objelerle iletişime geçebiliyorum ya, Atatürk Stadyumu'nun sessiz çığlıklarını duyabiliyorum; "bir an önce yıkın, yok edin beni, daha fazla eziyet etmeyin bana."

Şimdi en başta bahsettiğim Emre'ye geri dönelim. Emre'nin annesi, "çay demlenmiştir. Emre'ye bakarsınız di mi?" diyerek yanımızdan ayrılırken, ben de Emre'nin yanına gitmiştim. Emre, toprağın üzerindeki karıncaların hareketlerini izliyordu. Henüz konuşmayı öğrenememişti ama kendisine göre bir dil geliştirmişti. Bana karıncaları göstererek "Habala hubala" gibisinden bir şeyler söyledi. Hazır annesi ve babası yokken arkadaşıma sordum;
-neden annesi ondan sanki ölmüş gibi bahsediyor?
-hayır ondan bahsetmiyor. Emre'nin abisinden bahsediyor. Kötü bir hastalığa yakalandı ve maalesef  5 yaşında kaybettik. Sonra bir çocukları daha oldu. Ona da Emre ismini verdiler. Ve sen şimdi onunla oynuyorsun. 

Bundan sonra bizim yapmamız gereken, tıpkı Emre'nin ailesinin yaptığını yapmaktır. Yani yeni yapılan stadyumun adını Atatürk yapmaktır. Anıları yaşatmak ve canlı tutmak için, bir toprak parçasını değerli hale getirmek için atılması gereken ilk adımdır. İnanıyorum, gerisini bu taraftar halledecektir.

***

İzlediklerim arasında, en iyi canlı grup performansına sahip konser olan Black Symphony ile bitirelim. Within Temptation, Memories ile duygularımıza tercüman oluyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder