9 Ekim 2017 Pazartesi

Fantom Etkisi

Hilmi gittiğinden beri dükkanı ben açıyorum. Sabah işe geldim. Kapıyı açtım, soğuk ve sessizdi. Hala alışamadım yalnızlığa. Çayı demledim. Ne gelen vardı ne de giden. "Ah" dedim "şimdi Hilmi olsaydı, ona bağırıp çağırsaydım, kırıp dökseydim de, ona toplatsaydım." Duvarlar bana, ben duvarlara bakıyordum. Sessizliği cep telefonumdaki çağrı kesti. Yurt dışından aranıyordum. Şu "üç kağıtçılardan biridir" diye düşündüm. Bu yüzden biraz bekledim. Beşinci çalışında açtım. Kalın bir ses tonuyla verdim.
-Alo.
-Patron.
-Hilmi. Koçum sen misin?
-Benim patron. Nasılsın?
-Beni siktir et, esas sen nasılsın?
-Canavar gibiyim patron. Deniz, kum, sahil, kızlar falan işte.
-Hilmi sen oraya dil öğrenmeye gitmedin mi?
-Evet.
-Ulan eşoğlusu, nasıl oluyor o zaman deniz, kum, sahil, kızlar filan?
-Patron bakıyorum da, formundan bir şey kaybetmemişsin. Aramızda binlerce kilometre var ama burada bile beni azarlıyorsun.

Özlemişim keratayı. Bulmuşken yağlı kazığa oturttum da, biraz rahatladım. Oradan buradan bahsederken, dün akşam ki maçtan konu açtı.
-Ampute'lerin maçını izledin mi patron?
-İzledim tabi.
-Ne güzel oldu değil mi? Çok mutlu oldum ya.
-Çok güzel oldu Hilmi. Ülke futbolunun böyle bir zafere ihtiyacı vardı. Ama maç bitince çok sinirlendim, televizyonu kıracaktım.
-Hayırdır patron?
-Ulan maç bitmiş, duygusallık tavan yapmış, tam gözlerden yaşlar süzülüyor reklam girdiler. Gecenin en güzel anlarının içine sıçtılar.
-Haklısın patron.
-Haklıyım tabi. Ne kadarlık bir reklam parası, o anları yaşamaktan daha değerli olabilir ki?
-Haklısın patron.
-Haklıyım tabi. Sonra telefonu kıracaktım.
-Hayırdır patron.
-Sosyal medyada, amputeler üzerinden A Millilere geçirip, layk kasanlara kızdım. Her türlü güzellikten, kötülük çıkarabilecek insanları gördükçe deliriyorum Hilmi. Gecenin güzelliğini yaşasana be kardeşim.
-Haklısın patron.
-Haklıyım tabi. Adam mayına basarak ülkesi için ayağını feda etmiş. Yılmamış, çalışmış, milli futbolcu olup ülkesini Avrupa şampiyonu yapmış. Hikayenin karşısında ceketimin düğmelerini iliklerim. Bu güzelliği görmek yerine, içindeki kini, nefreti kusanlarla aynı havayı soluyoruz Hilmi. Onun dışarı verdiğini sen ben içimize çekiyoruz. Ne yapalım, nefes almayalım mı Hilmi?
-Haklısın patron.
-Haklıyım tabi. Sonra aklıma trafik magandaları geldi. Bu magandalar da bugün seviniyorlar ama yarın yine kaldırıma park edip, engellilere engel çıkaracaklar diye kızdım. 
-Çıkarırlar patron.
-Arabasını kaldırıma park eden her maganda için, "Demirören'in ibrikçibaşısı olsun" diye lanet okudum. İyi yapmış mıyım Hilmi?
-İyi yapmışsın patron.
-Özledim be çocuk. Ne zaman geleceksin?
-Azı bitti, çoğu kaldı patron.
-Sensiz olmuyor be Hilmi. Dükkanın tadı tuzu gitti.
-Patron, fantom etkisini hatırlıyor musun? Hani şu kitapta yazdığını. Hatta dur sana sayfasını da söyleyim... Sayfa 92.
-Hatırlamaz olur muyum?
-Hah neydi fantom etkisi? Hani Carolyn'in bacağını kesmişlerdi de, O hala parmaklarını oynattığını hissediyordu ya. Çarşafı kaldırıp, bacağının kesildiğini görene kadar bacağının kesildiğine inanmamıştı ya. Ben burada öyle yapıyorum. Sevdiklerim yanımda değil ama buradaymışsınız gibi hissetmeye çalışıyorum. Anlayacağın çarşafı hiç kaldırmıyorum. Sen de öyle yap. Orada olduğumu hissedeceksin. Alo... Patron... Aloo... Alla Alla, hat mı kesildi acaba? Aloo... Patron orada mısın? Aloo.
-Evet Hilmi, fantom etkisi.
-Hat koptu zannettim patron. Sen ağlıyor musun?
-Ne ağlaması, ağladığımı da nereden çıkardın. Haydi kapat çok yazmasın.
-Patron internet üzerinden arıyorum, yazmaz.
-Benim işim gücüm var Hilmi, kapat hadi.
-Tamam görüşürüz patron.
-Görüşürüz Hilmi. Yine ara tamam mı?
-Ararım patron.

Telefonu kapattım. Fantom etkisini, üzerimde denemek istedim. Boş dükkanda Hilmi'ye seslendim.
-Hilmiiii. Çay demlenmiştir. İki bardak doldur da içelim. Hilmiii, kime diyorum ben. Hilmiiii.

Sesime ses veren yoktu. Zaten Hilmi de yoktu. Kendimi kandırıyordum. Çayımı almak için masadan kalktım. Çaydanlığa uzanırken, gözüm kafamın hizasında duran dolabın üzerindeki kırık aynaya ilişti. Geçen ay Hilmi'ye fırlattığım ayakkabının aynayı kırdığını hatırladım. Tam kafasına gelirken nasıl da kaçmıştı ayakkabıdan. Fırlattığım ayakkabı aynayı kırıp, yerdeki boya tenekesinin içine düşmüştü. O bana gülerken, benim ampute olmadığımı unutmuş ve ikincisi hedefini bulmuştu. Kırık aynadaki yansımama bakıp, gülümsedim.
-Hilmicim, şekersiz olsun lütfen. Yanına çibörek de alsak mı ha, ne dersin? Akşam da rakıya mı gitsek? 

***

Bazen bir yıl uğraşır kitap yazarsınız. Sonra birileri çıkar sizin kitapta anlatmaya çalıştıklarınızı tek bir maçta, üstelik 90 dakika bile olmayan bir futbol maçıyla, ansiklopedilere sığmayacak kadar yazar, müzelere sığmayacak kadar resmeder. Başkası da öyle bir fotoğraf çeker ki, bütün bunları tek bir kareye sığdırır. Gerek sahada kaybeden takım, gerekse finalde yer alamayan tribünlerdeki diğer ülkelerin ampute futbolcularının hikayeleri de bizim çocuklardan farklı değildir. Sonunda oyunu kazanmasa da, tenekeden bir kupa alamasa da, her birinin anlattığı hikaye aynıdır. Kimi savaşta, kimi kazada, kimi doğuştan kaybettiği uzuvlarının yerine yüreklerini koymuşlardır. Belki oradan bakınca bir kol, bir bacak eksik gibi görünebilir ama aslında orada bir şey vardır. Göremezsiniz, sadece hissedersiniz.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder