1 Ekim 2017 Pazar

Dıt Dıt

Akşamın ılık esintisinde, iki kişilik ufak bir masada tek başıma oturuyordum. Garson her zaman sipariş ettiğim şekilde mezelerle rakıyı getirdi. Buz kasesini getirdiğinde ise şef kızdı.
-Olm bilmiyor musun, abimiz rakısına buz istemez. Al götür bunu. En soğuğundan bir su kap gel.

Bu sırada orta yaşlarda biri geldi. Suratından endişeli olduğu anlaşılıyordu. Yandaki masaya, tam karşıma oturdu. Masalarımız arasında bir karış mesafe olduğu için sanki aynı masada karşılıklı oturuyor gibiydik. Şef geldi ve,
-Hoş geldiniz abicim. Ne arzu edersiniz? Mezelere bakmak ister misiniz?
-Yok yok, hemen getirme.
-Misafirimiz var değil mi?
-Evet. Yani inşallah. Belki. Umarım.
-Tamam abicim sen ne zaman istersen.

Rakıyı bardağa doldurmuş, ilk yudumu almak için kaldırmıştım. Şef gidince, adam etrafına bakınmaya başlamıştı. Adamı süzdüğüm anlaşılmasın diye gözlerimi kaçıracaktım ama çoktan yakalanmıştım. Yüz yüze geldik. Elimdeki kadehle selam verdim. Kafasıyla karşılık verdi.

Hava yavaştan soğumaya başlamıştı. Tuvalete gitme vaktinin geldiğini haber veren çanlar çalıyordu. Masadan kalktım ve dükkandan içeri girdim. Dükkanın sahibi bana seslendi.

-Abicim şu adamı tanıyor musun?
-Hayır.
-İlginç birisi. Günlerdir geliyor, aynı masaya oturuyor. Sonra da üç beş kadehi kafaya dikip gidiyor.
-Birisini bekliyormuş.
-O beklediği gelmez abicim.
-Nereden biliyorsun?
-Gelecek olsa, şimdiye kadar gelirdi. Adam boşuna bekliyor. Yazık be adama. Kim bilir nasıl sevdi. Baksana şu haline.

Arkamı dönüp adama baktım. Gözleri bir kapıya, bir telefonuna bakıyordu.

Yerime oturup, ikinci kadehi doldururken, şef yine adamın masasına geldi.
-Abicim bir emrin var mı?
-Yok, biraz daha bekleyeceğim.

Üçüncü kadehi doldurmak için şişeye uzandım. Kapağı ağır ağır çevirerek açtım. Yeşil gözlü, kızıl saçlı bir kadın kadar alıcı ama bir o kadar zehirli üzüm suyunun üzerine, sarışın donuk bakışlı kadın kadar soğuk suyu doldurdum. Karşımdaki adamın gözü kapıdaydı. Beklediği hala gelmemişti. Masada ters duran bardaklardan birini aldım. Ortasına kadar rakıyı doldurdum. Üzerine bir parça su koyup, adamın önüne bıraktım. Adam bana şaşırarak baktı. Kendi kadehimi alıp, adamın önündeki kadehe tıklattım.
-Dönenlere.

Adam önündeki kadehe uzandı. Hiçbir şey söylemeden hepsini tek nefeste içti. Bir duble daha doldurup, kadehimi yine kaldırdım.
-Affedenlere.

Rakı boğazımdan aşağı doğru yolunu bulmuş giderken, adam öylece bana bakıyordu.
-Çok mu belli oluyor?
-Sana şöyle diyeyim. Ben senin kadar bekleyen iki grup insan tanıdım. Biri bizim takımın taraftarları. Her sene hayal kırıklığı yaşarlar ama hep sezon açılsın diye beklerler. Sonra yine düş kırıklığı, sonra yine bekleme. Bu böyle devam eder. Bir de senin gibiler var işte. Bu iki grup arasında şöyle bir fark var. Biri her türlü fedakarlığı yapar, karşılık alamaz ama öyle sevmiştir ki; vazgeçemez. Sen gibiler ise kesin bir halt yemiştir. Pişmandır ama iş işten geçmiştir. Ah bir dönse, ah bir gelse, dağları deler, geceyi gündüz yaparsınız.
-Yaparım be. Dağları da delerim, geceyi de gündüze çeviririm. Yeter ki beni yine sevsin.

Adam kadehi kafaya diktikten sonra hikayesini anlattı. Onunla hep buraya gelirlermiş. Belki bir umut gelirse diye bekliyormuş.
-Peki onu hiç aradın mı?
-Hayır. Nasıl arayım ki? Açmaz ki. Telefonu açsa bile ne diyeceğim ona?
-Seni seviyorum diyeceksin.
-İnanmaz ki.
-Peki ya geçen bu günlerde, O da senin gibi bekliyorsa. Mesela şu anda O da aynı senin yaptığın gibi telefonuna gelecek bir mesajı bekliyorsa.

Kadehler dolup boşalıyordu. Her kadehten sonra karşımdaki adamın çaresizliği artıyor ve ön yargılarından oluşan koca duvardan parçalar teker teker düşüyordu.
-Arayım mı?
-Ara be.
-Mesaj atsam daha iyi olur gibi.
-O da olur.
-Ne yazayım?
-Ne hissediyorsan onu yaz.

Adam elleri titreyerek telefonunu eline aldı. "Seni çok özledim" yazdı ve rakısından bir yudum daha aldı.
-Gönderiyorum.
-Gönder.

İşlem bitince telefonu masaya fırlatıp attı. Benim şişeme kendi şişesiymiş gibi davranıp, sanki aynı masada oturuyormuşuz gibi şöyle dedi.
-Şunu doldursana be kardeşim.

Adam rahatlamıştı.Üzerinden kalkan yükün hafifletici etkisiyle gülümsemeye bile başlamıştı.
-Şimdi bu mesajı gönderdim ama sence cevap verir mi?
-Yenge hangi takımı tutuyor?
-Aslında futboldan çok anlamıyor ama ben ESES'liyim diye ESES'li olmuştu. Hatta koluna dövme bile yaptırdı.
-Gerçekten iyi bir ESES'liyse biraz sonra mesajına cevap gelir.
-Nasıl olacak o iş?
-Dedim ya, bizim taraftar çile çekmeye alışıktır. Her sene eziyetin alasını çekip, hayal kırıklığı yaşar. Ama durum her kötüleştiğinde daha çok sarılır sevdiğine.
-Amma sıktın be kardeşim. Ne alakası var?

Derken adamın telefonu titredi ve "dıt dıt" diye çınladı. Adam ağzına götürdüğü kadehi hızla masaya bıraktı. Gülümseyerek bir şeyler yazmaya başladı. Sonra yine "dıt dıt" diye bir ses geldi. Adam hızlanarak yazıyordu ve yazdıklarına cevaplar geliyordu. "dıt dıt", "dıt dıt", "dıt dıt".

Ertesi akşam adamın her zaman oturduğu tek kişilik masası boştu. Sonraki akşam da öyle. Bütün bir hafta adamı görmedim. Geçen akşam yine aynı meyhaneye gidip, masaya oturdum. Meyhanenin sahibi ile şef yanıma geldi. Dükkan sahibi bana bir zarf uzattı. Üzerinde siyah bir fiyonk vardı. Düğün davetiyesine benziyordu.
-Hani şu bekleyen adam var ya. Bunu sana bıraktı.

Kırmızı zarfın içindeki kırmızı kartonun üzerinde siyah harflerle şöyle yazıyordu; "bu mutlu günümüzde bizimle birlikte olmanızdan mutluluk duyarız." Altındaki isimlere baktım. Gülümseyerek, "demek adı buymuş" diye mırıldandım. O ise benim adımı hala bilmiyordu.

Dükkan sahibi söze girdi.
-Abi o gece ne oldu? 
-Anlatırım ama hikaye sana bir 35'liğe patlar.
-Bir duble olsun, sen özet geç, ana fikri söyle.
-Anlaştık. Hazır mısın?
-Hazırım.
-Başkaları için yaşamaya alışmış bir adama kendisinden asla hayır gelmez. Başkaları için yaşamaya alışmışsan ve kendin için bir şey yapmak istiyorsan, sadece seni sevenlere sarıl, yeter. Onlar zaten senin mutluluğun için gerekeni yapacaklardır. Haa bir de, sevdin mi ESES'li kadın seveceksin. Şimdi ver bakayım oradan bir duble.
-Abi be, bir de ikinci ayakta bir tane tek versene.
-Arsene Lüpin
-Hadi ya. Gelmez bu yarışta.
-Sen bilirsin aslanım, ben daha bugüne kadar Arsene Lüpin'e oynayıp da kaybedeni görmedim.

***
Her şeyiyle son yılların en duygusal, en melodik şarkılardan biriyle kapatalım.

Bir ay sonra düzenleme: Bugün evlendiler. Ve Arsene Lüpin kazandı.

5 yıl sonra düzenleme: Hikâyenin aslı tam olarak böyle değil elbette. O gün aynı masada kafa kafaya vermiş, ne halt edeceğimizi konuşuyor ve çıkış yolu arıyorduk. Hikâyeyi yazmama neden olan bu adam artık başka bir mekanda. Kerem Balcı, ruhun huzur bulsun. 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder