İlkokul ikinci sınıfı yeni bitirmiştim. Tatil başlamıştı ve her gün sokakta arkadaşlarımla deli gibi maçlar yapıyorduk. Günde beş, belki altı defa hem de. O gün kendimi iyi hissetmiyordum ama yine de maç yapmak için dışarı çıkmıştım. Hemen takımı kurduk ve başladık. Bir süre sonra anladım ki, topa vuracak halim yoktu. Yine de kimseye hissettirmemeye çalışıyordum. İkinci maç için kadroyu kurarken kimse beni kendi takımında istemedi. Zaten bir kişi de fazlaydık. Haliyle dışarıda kaldım. Kaldırıma oturup maç yapanları izlemekten sıkılmıştım ve başım dönüyordu. Eve gitmem gerektiğini hissettim. Zile bastım. Annem kapıyı açar açmaz, kendimi onun kollarına bıraktım. Terler içinde ve halsizdim. Annem panikle “yavrum neyin var?” diye sordu. Elini alnıma götürdükten sonra beni kucakladı ve hemen banyoya götürdü. Üstümü başımı çıkarıp, kafamdan aşağı su dökmeye başladı. Vücudum ateşler içinde yanıyordu. Sonra üstüme hiçbir şey örtmeden beni kendi yatağına yatırıp, içeriye gitti. Telefonumuz holde duruyordu. Hani şu çevirmeli telefonlardan. Annemin, bir yerleri aradığını anlamıştım.
-Alo... Merhaba ben Ömer’in eşiyim. Ona ulaşmam gerekiyor…Bakın bu çok önemli…Fabrika içinde anons yapamaz mısınız?...Çok acil gerçekten…Tamam ben kapatıyorum, lütfen hemen evi aramasını sağlar mısınız?
Annem telefonu kapatıp yanıma gelmişti. Elini tekrar alnıma koydu ve bana gülümseyerek, “Ah oğlum ah. Sen nasıl böyle hasta oldun” diye söylendi. Aradan birkaç dakika geçince telefonumuz çaldı. Annem koşarak içeri gitti.
-Alo…Ömer… Oğlan çok hasta…Ateşi var…Tamam, tamam…
Annem yeniden yanıma gelmişti.
-Bak şimdi babanın doktor arkadaşı gelecek, seni muayene edecek. Baban da geliyor, merak etme.
Babamın doktor arkadaşı geldi, kocaman bir iğne yaptı. “Merak etmeyin hanımefendi, biraz dinlenirse geçer. Yalnız üzerini örtmeyin, gece de yalnız bırakmayın, ateşini devamlı kontrol edin” diyerek gitti. Bir süre sonra babam eve geldi. Annemde garip bir değişim vardı. O endişeli hali, babam eve gelince yok olmuştu. Annem, tavuk suyuna çorba yapmak için mutfağa gidince, babam da yatağın yanına bir sandalye çekip oturdu. Babamın gözlerinin altı mosmordu. Yorgun olduğu her halinden belliydi. Elimi tutup, yüzümü sevdi. Babam çok çalıştığı için onunla başbaşa kalabildiğimiz nadir zamanlardan biriydi. Bana hikayeler anlatmasına bayılıyordum.
-Baba bana bir hikaye anlatır mısın?
İçeriden annem seslendi.
-Ömer çocuğa saçma sapan hikayeler anlatma sakın. Çocuk zaten hasta, bırak uyusun biraz, dinlensin.
Babam güldü, sonra fısıldayarak başladı anlatmaya.
-Bizim takımda oynayan bir futbolcumuz varmış. Onun eşi futbolcumuzu, annenin beni sevdiği gibi sevmiyormuş. Hep kavga etmeye başlamışlar. Sonra da boşanmaya karar vermişler. Futbolcumuz çok üzülmüş ama yapacak bir şey yokmuş. Takım maç için kampa girmiş. O zamanlar tesis filan yok, kamp için otellere gidilirmiş. Otelde durumdan haberdar olan futbolcumuzun oda arkadaşı olan diğer futbolcumuz, bu futbolcumuza demiş ki, “hadi gel seni biraz dışarı çıkarayım, açılır, kendine gelirsin.” Herkes odalarına çekildikten sonra, bunlar gizlice dışarı çıkmışlar. Böyle bir durumda, iki arkadaş ne yaparsa onu yapmışlar. Bir meyhaneye giderek, kafaları çekmişler. Otele döndüklerinde, zil zurna sarhoşlarmış. Odalarına çıkmak için asansörü çağırmışlar. Yukarı çıkarlarken, asma kattaki restoran katında asansör durmuş. Kapı açılmış. O da ne? Karşılarında başkan. Sabah ikisi de kadro dışı kalmışlar. Gazeteler iki futbolcumuzun neden kadro dışı kaldığını yazmışlar ve başkana hak vermişler. Ama o gece aslında ne olduğunu, o takımı takım yapan değerlerin nasıl meydana geldiğini yıllar sonra bile çoğu kimse anlayamamış.
Annem elinde tepsiyle içeri girip, kapıda durmuştu.
-Ömer ne dedim ben sana? Bırak şu çocuğu, hadi git de duş al, kendine gel.
Babam bana göz kırpıp, gülümsedikten sonra banyoya gitmişti. Annem çorbadan bir kaşık alıp, ağzıma tıkarken sordum.
-Anne, neden dedemle babannem, babamın gerçek doğum tarihini bilmiyorlar? İnsan çocuğunun doğum tarihini bilmez mi?
-Oğlum o zamanlar öyleymiş. Şimdiki gibi değilmiş ki. Öyle doğum günü filan kutlaması olmazmış.
-Ben neden olduğunu biliyorum anne. Babam bana anlattı.
-Hımm. Yine o hikayelerden biri değil mi? İnanma oğlum, onların hepsi babanın kafasındaki zırvalar.
Bir kaşık daha ağzıma doğru gelirken, annem merakla sormuştu;
-Neymiş bakalım hikayesi?
-Merak ettin di mi? Anlatayım da dinle bak. Babamı bebekken hastaneye götürmüşler. Kimliği olmayınca da içeri almamışlar. Dedem de acilen nüfus cüzdanı çıkartmak zorunda kalmış. Doğum tarihini sormuşlar orada. Dedem de bizim takımın kuruluş gününü yazdırmış.
Bir kaşık tavuk suyu çorbası daha ağzıma gelirken annem cevap veriyordu;
-Hah bak işte bu doğru olabilir. Dedenin bunu yapacak kapasitesi var, biliyoruz. Görüyorsun işte, babanın kime çektiği ortada.
-Anne, ben de babama mı çekmişim?
-İnşallah öyle değildir yavrum, inşallah öyle değildir.
Gecenin ilerleyen saatlerinde, içerde annemle babamın konuşmalarını duyuyordum. Annem babamı ikna etmeye çalışıyordu.
-Hayatım, zaten onca saat mesai yaptın. Dün gece de hiç uyumadın. Sen yat dinlen, ben beklerim başında.
Doktor gece başında bekleyin dediği için, kimin benimle kalacağını tartışıyorlardı. Dua ediyordum içimden, kısa çöpü babam çeksin, babam beklesin başımda diye. Ne hikayeler anlatırdı bana kim bilir. Tam o sırada annem içeri girdi.
-Hadi bakalım, artık uyuma vakti.
Tam hayal kırıklığı yaşayacakken, annemin arkasında babam belirmişti.
-Annene iyi geceler öpücüğü ver bakalım. Bu gece senin yatağında annen yatacak. Biz de seninle beraber kalacağız.
Sevinçten çığlık atmak istemiştim. O anda sanki bir güç beni iyileştirmişti. Annem klasik uyarısını yapmak için hazırlanıyordu;
-Bak Ömer, yavrumu rahat bırak tamam mı? O zırva hikayelerle çocuğumun beynini yıkamanı istemiyorum. Zaten hasta yavrucak, bırak uyusun da dinlensin.
Annem gidince, babam yanıma geldi.
-Hadi bakalım, anneni duydun. Şimdi uyku vakti.
-Baba ne olur, bir tane hikaye, lütfen.
-Tamam ama ondan sonra hemen uyuyacaksın söz mü?
-Söz.
Yüzüm tavana dönük olarak kafamı yastığa koydum. Annem duymasın diye, babam kulağımın dibine gelip, fısıldayarak anlatmaya başladı;
-Bir yöneticimiz varmış. Şehrin zenginlerinden biriymiş. Bu yönetici bizim takımın kurulmasında çok emek vermiş. Takım kurulmuş ama takımın harcamaları çokmuş. Yöneticiler ceplerinden çok para harcamışlar. Ama ihtiyaç her geçen gün artıyormuş. Bir gün toplantı yapmışlar ve çekiliş yapmaya karar vermişler. Yöneticiler esnafı dolaşmış, kiminden buzdolabı kiminden çamaşır makinesi bağışı almışlar. Böyle böyle küçük ve büyük hediyelerle çekiliş için malzemeleri toplamışlar. Sıra çekiliş biletlerini satmaya gelmiş. Satışlar çok kötüymüş ve çekiliş günü yaklaşmaktaymış. İşte o yönetici, eskiden herkesin buluşma yeri olan en merkezi noktaya, Kılıçoğlu sinemasının önüne gitmiş. Elinde biletlerle bağırıyormuş; “bilet alın, çekilişe katılın”, “büyük ödüllerimiz var”, “haydi Eskişehirliler, takımınıza sahip çıkın”, “bir bilet almaz mısınız beyefendi” diye. Bir sokak satıcısı gibi, elindeki biletleri satmaya çalışan bu zengin iş adamının ablası da oradan geçmekteymiş. Sinemanın önünde çığırtkanlık yapanın erkek kardeşi olduğunu görünce şok olmuş. Yanına gitmiş, kardeşinin sırtına dokunmuş, dönünce de suratına tokatı yapıştırmış. “Ailemizin şerefini iki paralık etmeye utanmıyor musun?” diye bunu azarlamış. İşte yavrum bu takım, yıllarca böyle yöneticiler sayesinde ayakta kaldı. Şerefli, haysiyetli, onurlu insanlar sayesinde.
Annemin odaya doğru geldiğini fark eden babam, “hemen kapat gözlerini, annen geliyor” dedi. Annem içeri girip, sessizce babama seslendiğinde gözlerim kapanmıştı.
-Ömeeer, uyudu mu yavrum?
-Kum Adam geldi az önce, merak etme hayatım.
-Ah Ömer, ne diyeyim sana bilmem ki.
***
Hikayemiz kurmacadır ama hikayenin içinde anlatılan hikayeler gerçektir.
Bilmeyenler için açıklayalım. Efsaneye göre Kum Adam, çocuklar yattıklarında odalarına sessizce süzülerek üzerlerine kum serpen, böylece onları uykuya yönlendiren uykuların efendisi olarak anlatılır. İster inanın ister inanmayın ama hikayesi böyle.
Öz babamız olmasalar bile, dolaylı da olsa, Eskişehirspor’un bir parçası olabilmemizi sağlayan, hayatta olsun olmasın, tüm babalara sevgi ve saygılarımla. New York'un bağrından kopan efsane grup Manowar'ın, Türkçe söylediği "baba" şarkısıyla kapatalım.
Bilmeyenler için açıklayalım. Efsaneye göre Kum Adam, çocuklar yattıklarında odalarına sessizce süzülerek üzerlerine kum serpen, böylece onları uykuya yönlendiren uykuların efendisi olarak anlatılır. İster inanın ister inanmayın ama hikayesi böyle.
Öz babamız olmasalar bile, dolaylı da olsa, Eskişehirspor’un bir parçası olabilmemizi sağlayan, hayatta olsun olmasın, tüm babalara sevgi ve saygılarımla. New York'un bağrından kopan efsane grup Manowar'ın, Türkçe söylediği "baba" şarkısıyla kapatalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder