25 Şubat 2017 Cumartesi

Güzel Gençler

2016 yılında bitirdiğim "Yaşamaya Mecbursun" kitabımda da bahsi geçen bir kulüp var. Okuyanlar hikayeyi bilecektir. Sadece "komşu kent" deniyor, "renkdaş" deniyor. Romandaki kahramanlardan Kemal'in yıllarca isteyip de, babasından alamadığı sevgilisini, kayınbabasından almak için seferber olan rakip tribün çocuklarının kulübünden bahsediyorum. Kim demiş hikayelerdeki kahramanların gerçek olmadığını. Hala okumadıysanız, tekrar okuyacaksanız, bir de aşağıdakileri okuduktan sonra hayal edin.

Eskişehirspor kadar olmasa da, takip etmekten mutlu olduğum, içlerinde yer almaktan her daim gurur duyduğum, diğerleri gibi küfür etmek yerine "hepiniz İstanbul çocuğusunuz" diye tempo tutmayı akıl edebilen bu GENÇLERin yanında saf tutmak, bana hep iyi gelmiştir.

Bir gün Ayrancı mahallesinin muhtarı Barış çağırır.
-Lan geliyon mu maça göt oğlanı.
-Geleyim mi lan?
-Gel lan.
-Geliyom ulan.

Maça giderim, muhtarı bulurum. Yeri bellidir zaten. İki hoş beşden sonra çevredekileri tanıştırır.
-Bu ibne, ESES'lidir.
-Selam gençler, ben Bülent.
-Bak bu Tanıl abimiz.
-Merhaba Bülent.
-Selam abi, saygılar.
-Bu Ural. Bu Necdet abimiz, bu Mehmet, bu Onur...

Bu, mahallenin muhtarı denen zat, bir gün beni çağırdı.
-Bilo. Sen tarafsızsın. Gel bize hakemlik yap.

Söz konusu olan, Gençlerbirliği'nin Avrupa Kupası'nda karşılaşacağı Blackburn Rovers takımının taraftarları ile Gençlerbirliği taraftarları arasındaki halı saha maçının hakemliğiydi. Zamanında yurt dışından hakem getiren eyyamcı federasyon gibiydi bizim muhtar. Yıl 2003. Tam 14 sene olmuş. Ne oldu biliyor musunuz? Başka hakem bulmuşlar, beni sahaya bile sokmadılar. O sırada halı sahanın  tribünlerinden bağırıyordum;
-Hiç olmazsa başlama düdüğünü ben çalayım ulen.

Sonra günler geçer...

Bir gün Mehmet Ali arar. M.Ali, muhtar gibi değildir. Kibar çocuktur, "abi" diye hitap eder. 
-Abi rakip Bizans, geliyor musun maça"
Buluşur gideriz. Çevresindekileri tanıştırır.
-Bu Bülent abi, ESES'lidir kendisi.
-Memnun oldum.
-Abi bu Barış.
-O ibneyi tanıyorum.
-Bu Tanıl abi.
-Selam abi, hürmetler.
-Bu Ural abi, bu Necdet abi, bu Mehmet abi, bu Onur...

Sonra mahallenin muhtarı Barış'ın grubu aşağıdan bağırır. "Hepimiz Orospu çocuğuyuz". Hikayesi derindir. Herkes bilmez. Bilenler saygı duyar. Hikayesini bilen kaç kişiyizdir bilmem. Derin saygı duyarım. Söyletene değil, söyleyebilene.

Kulübün, daha kuruluş aşamasında bile bir başkaldırış vardır. Hikayeyi bilmeyenler için kısaca anlatalım. Ankaralıların bildiği Atatürk Lisesi diyelim. O zamanlardaki adıyla Taş Mektep. Yani Ankara Sultanisi. Okulun futbol takımına seçmeler yapılıyor. Okulun hocası Ekrem bey, eski bir santrhaf. Fakat Ekrem bey, bir grup çocuğu takıma almıyor. O çocuklar toplanıyor, içlerinden Asım denen gencin babasının yanına varıyorlar. Asım'ın babası Muş mebusu. Asım'ın babası bu başkaldıran çocuklar için Gençlerbirliği'ni kuruyor. Kulüp kurulduktan sonra Gençlerbirliği, Ankara Sultanisi'ni maça çağırıyor. Yani bir nevi düello. Maçı 3-0 kazanan Gençlerbirliği, o günden beri bazıları için gücün değil, başkaldırışın simgesidir.   

Bu güzel kulübün varlığını herkes göremez. Bir kere bu güzelliği görebilmek için, insan güzel olmalıdır. Egolarından sıyrılmış olmalıdır. Yenilgilerde yılmamayı öğrenmiş olmalıdır. Her yumruktan sonra yerden kalkıp "bu kadar mı" diyebilecek kadar cesur olmalıdır.

Şimdi durup dururken, Eskişehirspor'u efsaneleştiren bu cennet mekanda, neden bir rakip kulübün güzellemesini yaptığımı merak edebilirsiniz.

Hani beni hep tanıştırdılar ya birileriyle...
Hani ben onları biliyorum da, onlar beni bilmezler ya...
İşte o tanıştığım, elini sıktığım adamlardan biri için yazdım bunları.

Bu akşam, bu hikayedeki Gençlerbirlikli Mehmet Ali ile rakı içecektik. Nerede buluşacağımızı haritada işaretleyip gönderdim.
-"Abi" dedi.
-Ural Nadir'i kaybettik.


Ural Nadir'i biliyordum.
Sıkı Gençlerbirlikliydi.
Çok usta bir aile psikoloğuydu.
Başkent Üniversitesi'nde öğretim görevlisiydi.
Hepsinden öte, babaydı be.
Saate baktım, toprağa girmişti. Elini sıktığım adamın cenazesine gidemedim.
Mehmet Ali'ye diyemedim ki, esas bugün içmeliyiz. Aldım rakımı, geçtim klavyenin başına. Açtım müziği. Onurlandırılacak bir insan için yaz dedim kendime.

Farklı kulüplere gönül vermiş olsak da, aynı şevkle sevebilen Ural'a saygı duruşudur bu yazı.


Orada burada, her yerde, hep az oldukları için eleştirilirler de, öz olduklarını bilmezler.
Kaç tanenizin cenazesine, gönül verdiğiniz kulübün yönetim kurulu gelir ki? 
Kaç tanenizin cenazesine, omuz omuza deplase olduğunuz adamlar gelir ki?
Ülkenin en kendine has taraftar grubunun üyelerinden biri olduğu için Ural Nadir çok şanslıydı.
Umarım bu yazıyı okuyanlar, Gençlerbirliği'ndeki güzelliği görebilecek kadar yaşarsınız.

Günün birinde bu kahpe passolig ortadan kalktığında, Ural Nadir'in boşluğunu dolduramasam da, tribündeki yerimi alacak, "hepiniz İstanbul çocuğusunuz" dendiğinde tüm gücümle eşlik etmeye devam edeceğim.

Huzur içinde uyu Ural kardeşim. Geride kalan o güzellere ise ne diyeceğimi bilemiyorum. Dilim dolaşıyor, kalemim yazamıyor be kardeşim.

 



***

Yıl 2006...
Ankara'da Eskişehirspor efsaneleri için gece düzenlemiştik...
Masamızda tanımadığımız bir aile var...
Tanıştık...
Mustafa Abi'nin ailesiyle beraber aynı masadayız. Kendisi kalp doktoru. Ailesini tanıştırdı...
Eşi de çocuk doktoru.
-Bu da oğlum Burak.

Burak uzun saçlı, mavi gözlü, sarışın bir çocuktu.
-Burak metalci misin?
-evet abi.
-Enstrüman çalıyor musun?
-gitar çalıyorum.
-hımmm. ben de gitar çalardım eskiden. Grubunuz var mı?
-Dreamtone diye bir grubumuz var.
-Dream Theatre gibi mi bir şey mi?
-Evet abi... Aynı tarz. Prograsive yapıyoruz.
(Önemli Not: Dreamtone grubu bu konuşmalardan bir yıl sonra Dream Theatre grubunun alt grubu olarak sahne almıştır.)

Mustafa abi söze girdi.
-Kimse bunlara albüm yapmıyor. Bana geldiler. Bunlara stüdyo kurdum. Sonra da plak şirketi kurdum.

Hikayeyi bir yerden hatırlıyor musunuz?
Asım'ın babası Gençlerbirliğini nasıl kurmuştu, yukarıda anlattım. Mustafa Abi de aynı Asım'ın babası gibi davranmıştı. Başkaldıran gençlere bir imkan sağlamıştı.

Sıradaki şarkı işte o gruba ait. Ankara'dan yetişen ama değerini bizden daha çok, Türk olmayanların bildiği grup, Dreamtone'un Neverland projesinden bir şarkı. Proje öylesine büyük ki, Shadow Gallery'den Mike Baker var (ki ölmeden önce son söylediği şarkı bu albümdedir. Şarkının anlamı da fenadır.) , Blind Guardian'dan Hansi Kursch var, Evergrey'den Tom Englund var,  Iris Mavraki var. Var da var.

Bu vesileyle Dreamtone'a sesleniyorum. Helloween bile yıllar sonra birleşiyor. Siz de birleşin tekrar. Bir albüm daha yapın. Çıkın dünya turnesine. Üç günlük dünyanın ikinci günündeyiz çocuklar. Sevdiğiniz işi yapın. Sevdiğiniz adamlarla beraber. Ölseniz bile gam yemeyin, Ural Nadir gibi.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder