21 Aralık 2016 Çarşamba

Büyük Marie ile Küçük Marie'nin Hikayesi

Oğlum Kerem'in Fen projesi için kaynak kitaplar sipariş etmiştik. 5 ayrı kitap ve hepsi aynı kadını anlatıyordu. Hepsinde hikaye aynıydı. Size şimdi o kadından bahsedeceğim.


1867 Sonbaharı.
Varşova'daki evlerini kız yurduna çevirmiş bir aile.
Yurdun sahipleri müzik öğretmeni bir kadın ile fizik ve matematik öğretmeni bir adam.
Beşinci çocukları doğmak üzere; Marie Sklodowska.
Marie, 5 yaşında okumayı söküyor. En büyük eğlencesi babasının fizik aletleriyle küçük deneyler yapmak. En büyük ablası tifüs nedeniyle vefat ediyor. İki yıl sonra annesini veremden kaybediyor.
Marie, bu yıkıcı duruma rağmen eğitim hayatında yıldızını parlatıyor. Ancak o yıllarda geleneksel anlayışa göre Polonya'da kızların üniversiteye gitmesi mümkün değil. Tek şansları Fransa'ya gitmek. Ancak paraları yok. Babasının öğretmen maaşı, tıp fakültesinde okuyan ağabeyine ancak yetiyor.
Marie ile ablası anlaşıyorlar. Mürebbiyelik yaparak para kazanacaklar ve önce ablası, sonra Marie Paris'e gidecek. Bir süre sonra ablasının Paris'e gidebilmesi gerekli parayı biriktiriyorlar. Marie ders vermeye devam ediyor. Kuzeninin çalıştığı müzenin içindeki laboratuarda küçük bilimsel deneyler yapmaya başlıyor. Marie 23 yaşına geldiğinde ablasından bir mektup alıyor. Ablası artık bir doktor ve evlenmek üzere. Ablası onu Paris'e çağırıyor. Marie Paris'e gidiyor ve Sorbonne Üniversitesi'ne kabul ediliyor. Ancak ablasının evi okula çok uzak. Günde dört saat at arabasıyla yol gitmek zorunda kalıyor. Bu yüzden okula yakın, harabe şekildeki tek odalı bir daireyi kiralıyor. Ablası her ne kadar ona yardım etse de, fazla parası olmadığı için, yakacak parası harcamamak için kapanana kadar okulun kütüphanesinde çalışıyor. Bir gün bir arkadaşının evinde Pierre ile tanışıyor. Pierre Curie, Paris'te tanınmış bir bilim insanı. Pierre, Fizik ve Kimya Okulu’nda Laboratuar Şefi’ydi. Bir yıl içinde evleniyorlar. 3 yıl sonra kızları Irene dünyaya geliyor. (Irene, yapay radyoaktivite keşfi ile 1935'de Nobel Kimya Ödülü kazandı)

Marie, araştırma yapacak konulara dalmışken karşısına Henri Becquerel’in raporu çıkıyor. Becquerel, zamanın birçok bilim insanı gibi röntgen ışınlarını inceliyor. Güneş ışığı gibi çok güçlü ışınların, kimyasal maddeler üzerine düştüğü zaman röntgen ışınları çıkarıp çıkaramayacağını araştırıyor. Güneş ışığının olmadığı gün çekmecesine kilitlediği filmi banyo ettiğinde, filmin üzerine koyduğu metalin olduğu yerin karardığını görüyor. Sonunda keşfettiği şey, uranyumun güneş ışığına maruz kalmadan da ışımaya yol açtığı oluyor. Becquerel farkında olmadan radyoaktiviteyi (radyasyon) keşfediyor. Marie böylece araştırma yapacağı konuyu seçiyor. Becquerel'in çalışmasını bir adım ileri götürmek.

Pierre, bir süre önce elektrometre adında bir cihaz keşfediyor. Elektrometre, havadaki en küçük elektriği bile ölçen bir cihaz. Becquerel, uranyum ışınlarının havada elektrik akımı oluşturduğunu göstermişti. Marie, havadaki akımı ölçünce, ışınların gücünü de ölçebileceğini düşündü. Marie bir kaç gün sonra uranyum miktarı arttıkça, ışımanın da arttığını gördü. Peki başka hangi elementler bu ışınları üretiyordu? En sonunda toryum adındaki elementin de benzer ışınları çıkardığını gördü. Bu ışınlara uranyum ışınları demek yerine radyoaktivite demeye başladı. Bugün hala aynı isim geçerlidir.

Marie Curie tüm elementleri test etti. Radyoaktif olan elementler üzerinde yoğunlaştı. Ve gördü ki, içinde uranyum ve toryum olan maddelerdeki radyoaktivite, aynı miktar uranyum ve toryumun radyoaktivitesinden daha güçlüydü. Mesela uranyum oksidinde. Bunun tek bir açıklaması vardı. Bu maddelerin içinde daha fazla radyoaktif olan bir element vardı. Yeni bir element bulmuş olması, onu heyecanlandıran ve çalışmalarına hız verdiren bir düşünceydi. Marie, eşinin buluşu olmasa bu testleri yapamayacaktı. Pierre de ona bu çalışmalarında destek vermeye karar verdi.

Marie ve Pierre, uranyum oksidindeki elementleri ayırmaya başladılar. İlk ulaştıkları elemente Marie'nin anavatanından esinlenerek Polonyum adını verdiler. Ama ikinci bir elementin varlığını gösteren kanıtlar vardı. Araştırmalarına devam edince ikinci bir elemente ulaştılar. Bu element radyumdu. Radyum’un varlığını kanıtlayabilmeleri için daha fazla uranyuma ihtiyaçları vardı. Bunun üzerine Avusturya’daki bir cam fabrikasının uranyum oksit atıklarına talip oldular. Ve bu fabrika bu atıkları temizlemeleri karşılığında ücretsiz olarak bunları vermeyi kabul etti. Ancak bu atıkları koyacakları yer yoktu. Pierre’nin çalıştığı Fizik Okulu’nun müdürünü, okul bahçesindeki köhne barakayı vermesi için ikna ettiler. Dört yıl boyunca uranyum oksitten radyumu ayırıp durdular. Çuvallar dolusu uranyum oksitten geriye bir tutam radyum kalıyordu. Bazen rüzgar, demir ve kömür tozlarını saf radyuma doğru üflüyor ve Marie her seferinde yeniden başlamak zorunda kalıyordu. Sonunda Marie ve Pierre saf radyumu elde etmeyi başardılar. Pierre saf olmayan radyumu on saat boyunca kolunda tutmuştu. Gördü ki, kolunda yanık ve bir süre sonra kabuk oluştu. Ancak yara izi hiç geçmedi. Marie de, kapalı bir cam şişede radyum taşımıştı. Aynı yanıklar onda da oluştu. Pierre iki Fransız doktorla hasta hayvanlar üzerinde radyumu denedi. Radyumun hastalıklı hücreleri yok ettiğini gördüler. Marie ve Pierre radyum gazı tüpleri hazırladılar ve bunlar kanser hastası insanlar üzerinde denendi. Radyum kanseri yok ediyordu. Yeni kanser tedavisine CURIETERAPI dendi.(bugün kemoterapi dediğimiz)
 
Marie, doktora sınavı için tezini hazırlamıştı. Tezinin konusu radyum ve radyoaktiviteydi. Sorular üstüne sorular soruldu. Gördüler ki, Marie hocalarından bile daha fazla bilgiye sahipti. Avrupa’da doktora yapmış ilk kadın ünvanı böylece Marie’nin oldu. Aynı yıl, (1903) Becquerel ile birlikte Pierre ve Marie Curie, Nobel Fizik Ödülü’ne layık görüldüler. Marie 1904 yılında ikinci çocuğu Eve’i dünyaya getirdi. O yıl Pierre de, Sorbonne Üniversitesi’nde profesör ünvanını almıştı. Marie de onun laboratuar şefi olmuştu. İlk kez araştırmaları için maaş almaya başlıyorlardı.

1906 yılında Pierre, arkadaşlarıyla öğle yemeğine gitmişti. Yemek dönüşü, karşıdan karşıya geçerken bir at arabasının altında kalan bu büyük bilim insanı hayata veda ediyordu. Sorbonne Üniversitesi’nde bu acı olaydan sonra, Pierre’nin yerini kimin doldurabileceği tartışılıyordu. Akla gelen ilk isim Marie idi. Ancak bir kadının profesör olamayacağını belirleyen geleneksel kurallar vardı. Üniversite buna rağmen Marie’yi bu göreve getirdi.

Marie, eşinin ölümünden sonra yaşama tutunmak için kendisine yeni bir neden yaratmak zorundaydı. Eşinin tüm çalışmalarını topladı. Radyumun saflığını ve gücünü ölçebilecek yollar geliştirdi. Bu çalışmalar kanser tedavisi için ilaç hazırlayan şirketler açısından çok önemliydi. Marie, bu çalışmalarıyla 1911 yılında Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü.

1934 yılında kızı Eve ile senotoryuma giderken vefat etti. 34 yıl boyunca radyoaktiviteye maruz kalan kalan vücudu sonunda pes etmişti. Öldüğünde parmak uçları ve vücudunun çeşitli yerleri radyoaktivite nedeniyle yanıklar içindeki Marie, eşi Pierre’nin yanına gömüldü. 

Marie Curie’nin hayatına bakınca bir çok ismin katkısını görüyoruz. Marie’nin çocuklarına bakan Pierre’nin babası Dr.Eugene Curie mesela. Eğer O olmasaydı Marie, çocuklarıyla daha fazla ilgilenmek zorunda kalacak ve çalışmalarını belki de tamamlayamayacaktı.

Marie’nin ablası Dr.Bronya ve eşi Dr. Casimir. Onların desteği olmasa Marie asla Paris’e gelemeyecekti.

Marie’nin babası Wladislaw Sklodowski mesela.

Sorbonne Üniversitesi’nin geleneklere kafa tutan yöneticileri gibi.

Marie Curie’nin bizlere verdikleri için, bu insanlara da teşekkür etmeliyiz. 

Milyonlarca kanser hastası onun sayesinde hayatını kurtardı veya yaşamını uzattı. Çalışmaları nükleer enerjinin geliştirilmesine yol açtı. Erkek egemen bir toplumda kadınların önünü açtı. Radyasyonun atomun içinden geldiğini bulmasıyla nükleer fizik doğdu.

Marie Curie hiç yılmamıştı. Erkeklerin yararlandığı haklardan yararlanabilmek için ülkesini terketmek zorunda kalmıştı. Parasız kalmış, aç kalmış, soğukta ısınamamıştı. Annesi ölmüş, kardeşi ölmüş, eşi ölmüş ama O hep yoluna devam etmişti. Hayatın zorluklarıyla yüz yüze geldiğimizde aklımıza getirmemiz gereken bir bilim insanı Marie Curie.

                                                                           ***
Dün akşam kar yağmaya başlamıştı. İşten çıkıp, evin önüne geldim. Arabadan indim. O sırada karşıma çıktı. Günlerdir banyo yapmadığı uzun kirli saçlarından belliydi. "Amca" dedi, "eski kıyafetiniz var mı"? "Ahh canım benim, kızım yok ki" dedim. "Erkek kıyafeti de olur" dedi. Yutkundum. "Pazardan mı geliyorsun amca" dedi, elimdeki torbaya bakarak. Halbuki içindeki 100'lük rakı. Gel hadi beraber çekelim kafaları diyemezsin ki oncağız çocuğa. Yine yutkundum. "Beni de pazara götürür müsün" dedi. "Götürürüm tabii" dedim. "Bana pazardan ayakkabı alır mısın" dedi. Gözlerim ayaklarına gitti. O soğukta  44-45 numara bir terlik vardı ayaklarında. "Kaç numara giyiyorsun" diye sordum. "31 numara" dedi. "Yarın bu saatlerde gelirsen, sana istediğini vereyim" dedim. "Gündüz gelemem zaten okulum var" dedi. "Derslerin iyi mi" diye sordum. "Çok iyi" dedi. Nerede oturduğunu sordum. Apartmanın ismini vererek, "onun yanındaki gecekondu" diye cevapladı. Karşımdaki bu ufacık kızın adını bilmiyordum ama zihnimde bir isim belirivermişti; MARIE. Yeterince akıllı, bahtı kötü, beş parasız, her türlü olumsuzluğa rağmen mücadele eden. İsmi başka ne olabilirdi ki?

Rapor ödevinin sonunda öğrenciye bu çalışmadan ne çıkarımlarda bulunduğu soruluyordu. Marie Curie'nin hayatını anlatan kitapları okuduktan sonra ilk çıkarımım şu olmuştu; hayatınıza bir Marie Curie adayı girerse, ona destek olun. Ayakkabı numarası 31 olan bir kız görürseniz mesela, onu dinleyin. Çünkü ayakkabı numarası 31 olan kızlar yalan söylemesini bilmezler. Ve ayakkabı numarası 31 olan kızlar, yeni kıyafetlere ve ayakkabılara sahip olmalıdırlar. Bu akşam yepyeni kışlık botlarına kavuşacak bizim küçük Marie. Hem de siyah kırmızı. Ben de bu akşam rakıdan bir yudum çekip, ilerideki bacaları tütmeyen gecekondulara dalıp gideceğim. "Yeni ayakkabısını kucaklayıp yatmıştır" diye hayal kuracağım. Umarım bizim küçük Marie de günün birinde tüm bu adaletsizliğe çözüm bulacak ümidiyle.
Nobel almasa da olur.
Profesör olmasa da olur.
31 numara ayakkabı giyen kızlar mutlu olsun, hepimize fazlasıyla yeter be.

                                                                              ***
Yazarın notu 1: Öğrenmenin gerçekten yaşı yok. Çok okusak bile yetmediğini görüyoruz. Fen Bilgisi öğretmeni Esin Tanış'a, bizi Marie Curie ile tanıştırdığı için en içten teşekkürlerimle.
 
Yazarın notu 2: Yazının ilk bölümü Kerem'in raporundan çalıntıdır.

Her yazıdan sonra şarkı geleneğimiz, mükemmel ses Keren Ann ile devam ediyor. Ruhu yıkamak gerek. Masaj yapmak gerek. Hatta pudralamak gerek. Dinlemek gerek. Keşke rapor ödevlerinin sonuna da şarkı koyabilseydik.





1 yorum: