Bugün dükkanı açmadık. Kar yağışından okullar kapandı,
caddeler bile bomboş. Hilmi ile kendime izin verdim. Nevaleyi alıp,
Hilmi’nin arabasıyla şehrin biraz dışındaki piknik alanına gittik.
-Patron, ateşi yaktım. Rakıyı açıp, doldurayım mı bir tane?
-Aç bakalım Hilmi. Vakitlice başlayalım.
-Ne iyi ettin be patron. Açık havadayız, kar yağıyor,
ateşimiz yanıyor, rakımız var, sucukları dizdik ateşin üstüne. Oohhh.
-Mutlu musun Hilmi?
-Nasıl mutlu olmam patron. Baksana ortama.
-Büyük şirketler çalışanlarına böyle yapıyormuş. Alıp
pikniğe götürüyorlarmış. Çalışan mutluluğu için.
-Patron ben seninle zaten mutluyum. Özel bir şey yapmana
gerek yok ki.
-Olsun Hilmi. Arada bir yapmak gerek. Kız arkadaşın da gelecekti. Nerede kaldı? Merak ettim,
senin gibi bir delikanlıya kancayı atan kadın kimmiş bakalım.
-Külüstür Vosvos ile bu havada ancak gelir.
-Bak Vosvos dedin aklıma birisi geldi.
-Kim geldi patron?
-Necdet Yıldırım. Takma adıyla Vosvos Necdet.
-Hah geldi patron. Baksana nasıl da kayıyor karların içinde.
-Selaaaaaaam.
-Hoş geldin tatlım. Tanıştırayım, bu patronum. Patron bu
benim kız arkadaşım Nezaket.
-Memnun oldum hanımefendi. Şu battaniyeyi üstünüze alıp,
ateşin yanına oturun lütfen.
-Geciktim kusura bakmayın. Yollar fena. Her yer bembeyaz.
-Önemli değil, biz de ateşi yeni yaktık zaten.
-Açık havada üstümüze yıldırım filan düşmez değil mi?
-Yok canım, karlı havada olur mu öyle şey. Ama sen yıldırım
deyince aklıma birisi geldi.
-Kim geldi patron?
-Necdet Yıldırım.
-Hayatım, bizim patron böyle işte. Sen de zamanla
alışacaksın.
-Necdet Yıldırım kim?
-Anlatırım bir ara.
-Aşkım arabaya kadar gidip geliyorum, sana bir şey
getireceğim.
Hilmi arabasının bagajını açıp, kucak dolusu güller ile geldiğinde sevgilisinin gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
-Hilmi ne yaptın sen?
-Senin için aşkım. Doğum günün kutlu olsun.
-Güller ve doğum günü. Aklıma birisi geldi.
-Kim geldi patron?
-Necdet Yıldırım.
-Kim bu Necdet Yıldırım aşkım?
-Patron anlatsın. Bugün onun doğum günü değil mi patron?
-Anlatmasına anlatalım ama başlamadan önce ateşin üstündeki
sucukları arkanızda duran köpeklere verelim. Nasıl olsa torbada bir kangal daha
var.
Hilmi “gel kuçu kuçu” diyerek köpekleri çağırınca hızla
yanına gelmişlerdi.
-Gelin bakalım. Al bakalım, sen de al, hop hop yavaş. Sen de
bunu al. Yavaş yiyin çok sıcak, ateşten daha yeni aldık yahu. Çok acıkmışlar
patron, baksana nasıl yiyorlar.
Hilmi bir kangal sucuk daha çıkarıp, şişlere geçirirken
köpekler yanıbaşımıza ateşin dibine çöreklenmişlerdi. Yanımdakinin kafasını
severken onlar da dinlemeye başlamışlardı.
-Bizimkiler 1966’da en üst lige çıkınca, kadroyu
güçlendirmek hasıl olmuş. “Samsunlu bir çocuk var” demişler. Gidip anlaşıp
almışlar. Necdet sol açık oynuyormuş. Ama Gegiç onu ikinci sezonda sol bekte
oynatmaya başlamış. Vosvos o günlerde çok iyi bir araba. O yıllarda
futbolculara hep lakap takılırmış. Necdet sol kanatta devamlı ileri geri
çalıştığı için Vosvos demişler. 1968 yılında Necdet’in hastalığı belirtiler
vermeye başlamış. Ancak Necdet beni takımdan keserler diyerek kimseye bir şey
dememiş. Ta ki, günün birinde şortu kanlar içinde kalana kadar kimse de
farketmemiş. Necdet’i hastanede kontrole gönderdiklerinde gerçekle yüzleşmişler.
Necdet bağırsak kanseri. O dönemin başkanı Murat İnce. Yani ESES’in o
günlerdeki hamisi konumundaki Yalçın Kılıçoğlu’nun şirketlerinin CEO’su. Ne yapalım, ne edelim derken, Necdet’i
Londra’ya göndermeye karar veriyorlar. Zira o günlerde buralarda imkanlar
kısıtlı. Necdet orada birkaç ameliyat geçiriyor. Kontroller için de bir süre
daha ülkede kalması isteniyor. Necdet ameliyatlardan sonra Chelsea takımıyla
idmanlara çıkmaya başlıyor. Tüm bunlar olurken İstanbul deplasmanına gelen bir
grup taraftar var. Çiçek pasajına gidip maç öncesi kafaları çekmeye başlıyorlar. Konu
Necdet’e geliyor. "Bir şeyler yapmalıyız"
diyorlar. Herkes bir fikir söylüyor. İçlerinde Ayı Yusuf diye bir taraftar
var. Diyor ki, “Kraliçe’ye çiçek
gönderelim. Necdet’imize iyi bakın diye rica edelim”. O günlerde uluslararası
çiçek gönderebileceğiniz tek yer Beyoğlu’ndaki Sabuncakis. Masadan kalkıp
Sabuncakis’e gidiyorlar. Kraliçe’ye güller gönderiyorlar. Ve o güller
Kraliçe’ye ulaşıyor. Kraliçe kulübe
teşekkür mesajı gönderiyor. Necdet’e iyi bakıldığının ve iyileşme evresine
girdiğini müjdeliyor. Ancak Necdet sahalara hiç dönemiyor. Ülkeye döndükten
sonra vefat ediyor. Kulüp 3 numaralı formayı kimsenin giymeyeceğini açıklıyor.
O yıl Milliyet’in okuyucuları arasında yaptığı yılın futbolcusu ödülü de
Necdet’e gidiyor. Memleketi Samsun’da toprağa veriliyor.
-Patron biz nasıl camiayız böyle. Dün Zafer Şahin, bugün
Necdet Yıldırım’ın doğum gününü kutluyoruz. Neredeyse her güne bir kahraman düşüyor.
Neredeyse her güne anlatacak bir hikayemiz var.
-Gurur duymakta haklısın Hilmi. O güzel insanları her fırsat
bulduğunda anlat ki, yeni nesiller de öğrenerek büyüsünler. Öğrensinler ki,
bugünün sözde yönetimleri gibi onların ölüm yıldönümlerini, doğum günlerini
unutmasınlar. Hatta Necdet’in ölümünden sonra “3 numaralı formayı artık kimse
giymeyecek” denildiğinde, 3 numaralı formayı kimseye
giydirmeye cesaret edemesinler. Nezaket sıkıldın mı?
-Sıkılmak mı? Vosvos Necdet’le aynı gün doğduğumu öğrendim. Sevgilim, Kraliçe’ye gönderilen güllerden bir kucak dolusu getirmiş. Öyle
mutluyum ki. Aşkım bana da bir tane doldurur musun lütfen.
-Ama sen hiç içmezsin ki?
-Ben futbolu da sevmezdim Hilmi. Ama seni tanıdım. Evet ben içmezdim ama patronunu tanıdım. Köpeklerden de korkardım ama şu anda bir tanesi kucağımda ve onun tüylerini okşuyorum. Şu ateşin üzerindeki son sucukları yanmadan alıp köpeklere verelim mi hayatım?
-Ben futbolu da sevmezdim Hilmi. Ama seni tanıdım. Evet ben içmezdim ama patronunu tanıdım. Köpeklerden de korkardım ama şu anda bir tanesi kucağımda ve onun tüylerini okşuyorum. Şu ateşin üzerindeki son sucukları yanmadan alıp köpeklere verelim mi hayatım?
-Verelim tabi Nezaket. Onlar yedikçe biz doyuyoruz.
-O zaman kadeh kaldıralım. Necdet Yıldırım’a.
-Vosvos Necdet’in doğum gününe ve tüm tükenmiş nefeslere. Ve elbette
Nezaket’in doğum gününe.
-Şerefe.
-Şefere.
-Şerefe.
-Hilmi bagajdan gitarımı getir de, ortama uygun bir şarkı
çalalım.
-Ne çalacaksın patron.
-Öyle bir şarkı çalalım ki, hem dünyanın umursamadığı
kahramanları analım, hem onların
döneminin şarkısı olsun, hem de olayın üstünden 47 yıl geçtikten sonra biz de bir şarkı
gönderelim Kraliçe’ye. Londra Sokakları’nı çalalım.
***
Yazarın Notu: Geçmişine sahip çıkmayanların asla bir gelecekleri olamaz. Günün birinde 1 numaralı formayı Sinan için, 2 numaralı formayı Ediz için, 3 numaralı formayı Necdet için müzeye kaldıracağız. Bunu yaptığımız gün biliniz ki, Eskişehirspor kültürünün bir parçası olmayan ama kulüp üzerinde hakimiyet kurmuş tüm menfaat sahiplerini, layık oldukları karanlığa çoktan uğurlamış olacağız.
Yazarın Notu 2: Bunu yazdıktan 3 sene sonra yönetim kuruluna girdim. Öyle çok dertlerle uğraşıyorduk ki, bu forma numaralarını müzeye kaldırmak aklımın ucundan bile geçmemiş. Bazen geriye dönüp yazdıklarımı okuyorum ve "tüh" diyorum. Eleştirdiğim ne çok şeyi değiştiremediğimi görüp kendime kızıyorum. Kendime not düşüyorum. Bu yazıdan sonra Eskişehirspor'da alt yapı futbolcumuz Kaan Öztürk'ü bir trafik kazasında kaybettik. 10 numaranın da artık müzede yerini alması gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder