23 Haziran 2016 Perşembe

Yaşamaya Mecbursun

Hepimizin, hayatta yapmayı hedeflediği bir listesi olmalı. Başarınca üstünü çizmeli ve sıradakini denemek için çalışmalı.  Olduğu kadar, yapabildiğin kadar. Benim bir sürü maddeden oluşan bir listem var.
 
Mesela 1965'lileri kurmak o listeye sonradan giren bir maddeydi. 1965'lilerin kurucu başkanı olmak, hayatımın sonuna kadar gurur duyacağım bir deneyimdir. (Elbette Evren Candemir, Fatih Sezer ve Mehmet Öztürk'ün sayesinde) Çok zor zamanlardı. Çaresizlik had safhadaydı. Kimsede geleceğe dair umut yoktu. Şehirden uzakta olan ama yan sokağında oturan kendisi gibi aynı sevdaya tutulmuş birbirinden haberi olmayanlar "bulutlar birleşmeden şimşekler çakmaz" mottosu altında birleşti. O günleri kelimelerle ifade etmek çok zor. Birbirini tanımayan insanların, ortak sevdalarına nasıl sarıldıklarına şahitlik ettim. Onları bir araya getiren tek şey Eskişehirspor sevdasıydı. Farklı ideolojilere sahip, farklı kültürlerde yetişmiş bu insanların gücü, Eskişehirspor'u 2B'den süper lige taşıyan ve orada 8 sezon tutan güçtü. Koca bir nesil Eskişehirsporlu oldu. Sonra o listeye başka maddeler de girdi. Bazısının üstü gururla çizildi, bazısı sırasını bekliyor.

O listenin her maddesi aynı önemde değil elbette. Dünyaya getirdiğiniz evladınızla ilgili olanlar, o listenin en değerli maddeleri oluyor. Oğlum Kerem dünyaya gelince, o listeye bir madde daha ilave etmiştim. Onu tuttuğum takımın maçına götürecektim. O gün yeni bir  hikaye doğdu. Hikaye bu bloga adını verdi. Sonra başka kısa hikayeler geldi. Ve listeye bir madde daha girdi. Günün birinde "daha büyük bir hikaye yazacaksın (kitap)" diye not ettim listeye.

Sonunda o listedeki maddelerden birinin daha üstünü gururla çizdim. O kitabı yazmayı bitirdim. Listenin en başında daima "para kazan, aileni rahatta yaşat" ve "ailene zaman ayır" yazar. Siz bunları listeye almasanız da orada bunlar mutlaka yazar. İşte o yüzden sadece hafta sonunda veya seyahate gittiğinizde otel odalarında yazabilirsiniz. Bazen de geceleri yataktan tuvalete gitmek için kalkarsınız ve güneş doğana kadar kendinizi hikayenin içinde bulursunuz. Bazen işe uyumadan gidersiniz. Ama yeterince isteyince yapabiliyorsunuz.


Arka kapak fotoğrafını, üniversiteyi beraber okuduğumuz Kayıhan Badalıoğlu çekti. Hem de cep telefonuyla. Bazıları bu işi iyi biliyor. En iyi fotoğraf makinesini verseler bana, yine de böyle çekemem. Bazen de fotoğrafını çektiğiniz şey öylesine güzeldir ki, isteseniz bile kötü çekemezsiniz. Porsuk da öylesine güzel işte.


Kitabı yazarken, mümkün olduğunca herkesin okuyabilmesini istemiştim. Sadece belli bir kesimin okuyacağı bir hikaye olmamalıydı. Anlatmak istediğim belliydi. İçinde Eskişehirspor geçmediği halde, nasıl bir Eskişehirspor romanı yazılabilirdi ki? İçinde hiç Eskişehir geçmese bile, nasıl bir Eskişehir romanı yazılabilirdi ki? Acaba oldu mu? Kitabı verdiğim arkadaşlardan biri, "hikaye Amasya'da mı geçiyor?" diye sorduğunda çok sevindim.  Kimi için Amasya, kimi için Brugge, kimi için içinden nehir geçen başka bir şehir. Tamamen okuyucunun hayaline bağlı. Yine de beni tanıyanlar, yazarken aslında nereyi düşlediğimi çok iyi bileceklerdir.

Her ne kadar blogun devamlı takipçileri hikayelerimdeki tarzımı bilseler de, kitapla ilgili bir ayrıntıyı açıklamak istiyorum. Çoğu yazarın kullanmayı çok sevdiği ama benim hiç haz etmediğim bir şeye (kimi sanat, kimi teknik diyor) kitapta yer vermemeye gayret gösterdim. Abartılı olarak betimleme (tasvir) yapmadım. Bence bir yazar anlattıklarını mümkün mertebe okuyucunun hayal gücüne bırakmalı. Dağların ardından doğan Güneş'i anlatmak için, bir sayfa tasvir yapmaya gerek görmüyorum. Okuyucu, Güneş'in Batı'dan doğmasını istiyorsa Batı'dan doğmalıdır. Zaten okuyucu olarak da böyle tasvirsel bölümleri hep geçmişimdir. Beni bir çok yazardan ayıran en önemli özellik bu diye düşünüyorum. Bir kitap yazınca ne kadar yazar olunabiliyorsa artık. 

Kitabın taslağını dahi okumadan, basılması konusunda beni yüreklendiren ve hatta tüm basım işlerini üzerine alan, kitabın her şeyiyle ilgilenen, yine de adını kitabın künyesine yazmayacak kadar alçakgönüllü olan, Murat Yaramanoğlu'na sonsuz teşekkürlerimi gönderiyorum.

Sona yaklaştıkça bir kaç hafta sonu kendimi dış dünyaya kapattığımda çayımı kahvemi eksik etmeyen,  çalışma masama yemek servisi yapan, olmadı tost yapıp getiren eşim Mehtap'a, "acaba ne yazıyor" diye merak ettiği halde "babamı rahatsız etmeyim" diye uzaktan beni izleyip, sıcacık gülümsemesiyle bana en büyük desteği veren oğlum Kerem'e sonsuz teşekkür ediyorum.

Bu kitabı, Meslek Lisesi'nin bahçesinde Akarbaşı mahallesi çocuklarıyla top oynarken, ekmek arası İzmir köftesi ile peşimden koşturan,  Ankara'daki evimden kaçıp Eskişehir'e maça geldiğimde cebime bilet ve dönüş parasını sıkıştırıp, telefonda anneme ve babama "çocuğa kızmayın" diye baskı yapan, "senin belin çıkar" diyerek Kalabak suyu bidonlarını bana taşıttırmayan, hepsinden önemlisi yaşadığı sürece benim en büyük destekçim olan anneannem Nemika Doğu'ya adadım. Milyonlarca daha kitap yazsam ve hepsini ona adasam, yine de hakkını ödeyemem.

Nefes aldığı sürece, hayatı güzelleştirmeye çaba gösterenlere,
Paylaşmasını bilenlere,
Sevdiğinin bir bacağı olmasa da, kalbin bana yeter diyebilen sevgililere,
Bacağını koparsalar, kalbini söküp alsalar bile hayata tutunmayı başarabilenlere,
Tabelada yazana aldırış etmeden, hangi ligde olduğuna bakmadan, tuttuğu takımın ardından gidebilenlere,
Ve çıkarsız sevdiğine, melekleri inandırabilen iyi insanlara saygı ve sevgilerimle.

Kitabı aşağıdaki adresten
http://rob389.com/yasamaya-mecbursun-bulent-gursoy/dp/tr/11/9786058335806

veya
İstanbul Beyoğlu'ndaki Robinson Crusoe kitabevinden temin edebilirsiniz. Başka kitaplar da alınız, okuyunuz.






***

Nazım'ın dediği gibi yaşamı ciddiye alacaksın. 
"Yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin. Hem de öyle çocuklara kalır diye değil. Ölmekten korktuğun halde, ölüme inanmadığın için..."






4 yorum: