28 Ekim 2016 Cuma

Işıkları Söndürseler Bile

-Hilmiiiiii... Hilmiii... Olm nerdesin ses versene.
-Buyur patron.
-Biraz önce Belediye'den bir iş geldi. Elimizde 3 mm sac var mı?
-Var patron.
-Al şu çizimleri. Makinaları hazırla.Yarın sabaha hazır olması gerek.
-Ama patron.
-Ne var lan, niye itiraz ediyorsun yine.
-Bu ay yıldız.
-Evet.
-Elimizde bir sürü iş var.
-Hilmi daha önce verdiğimiz sözleri de tutacağız, bu ay yıldızı da yarın sabah Belediye'ye teslim edeceğiz.
-Ama patron yetişmez ki.
-Gel bakalım Hilmi, otur şuraya.Otursana olm.
-Tamam patron oturdum.
-Yarın günlerden ne?
-29 Ekim.
-Yani?
-Yani Cumhuriyet Bayramı.
-Belediye bizden bunu yapmamızı neden istiyor sence?
-Anlıyorum patron ama yetişmez ki. Elimizde çok iş var.
-Yetişecek Hilmi. Gerekirse sabaha kadar çalışacağız, uyumayacağız, yetiştireceğiz. Bak sana bir hikaye anlatayım. Rakı doldurayım sana da.
-Patron zaten zamanımız az.
-Zamanımız az değil. Çek şundan bakayım iki fırt. Aferin. Bak dinle şimdi. Atatürk, Fransa ve Bulgaristan'da askeri ateşe olarak görev almıştı. Sofya'ya geldikten bir kaç gün sonra, Carmen operasının sahne alacağını haber alıyor. Fethi Okyar'a diyor ki bilet bul. Ama yeni geldikleri için çevreleri de yok, bilet bulamamışlar. Neyse ki, Bulgaristan'da yaşayan iş adamı Şakir Zümre bey iki tane bilet ayarlıyor. Hatta operadan sonra da, iki general ve bir milletvekilini de davet ederek sofra kurdurmuş Şakir Zümre bey. Bu zat-ı muhteremi tanır mısın bilmem. Kendisi Türkiye'nin ilk uçak bombasını yapan fabrikanın sahibidir. Neyse konuyu dağıtmayalım. O gece generallerden biri sofraya kızıyla geliyor. Kızın adı Maria. Bak konu nasıl dağılıyor. Biz tekrar konumuza dönelim. Gece otele dönüyorlar. Şakir Zümre beyle yanyana odalarda kalıyorlar. Paşam uyuyamıyor. Şakir beyin kapısını çalıyor. Şakir bey kapıyı açıyor. Mustafa Kemal, "Balkan Savaşı'nda Bulgarlara neden yenildiğimizi daha iyi anladım" diyor.
-Neden yenilmişiz patron? Operamız olmadığı için mi?
-Zihniyet Hilmi, zihniyet.
-Haaaa.
-Aradan yıllar geçiyor. Artık Cumhuriyet kurulmuş. 1934 yılında  İran Şahı Rıza Pehlevi Türkiye'ye ziyarete gelecek. Atatürk, Münir Hayri Egeli’yi çağırıyor. Diyor ki, "Türkler ve İranlılar soyca kardeştir. Yıllarca mezhep savaşları yapan bu iki kardeş ülke için bir opera yazacağız. Bir ay sonra İran Şahı geldiğinde sahneye koyacağız." Gerçekten de, Ahmet Adnan Saygun'un bestelediği ÖZSOY operası bu kadar kısa bir süre içinde yazılmış ve sahnelenmiştir. Şimdi sen bana diyorsun ki, "bu işi bitirecek zamanımız yok". Atatürk, bir başka konuda bir gün bir bakanla görüşürken, kendisinden yapması istenen iş için belirtilen zamanın çok kısa olduğunu söyleyen Bakana şu cevabı vermiş; “Efendi, sen ne söylüyorsun? Biz yirmi günde opera yazmış, bestelemiş ve oynamış bir ulusuz. Yeter ki yapacağınız işe öncelikle kendiniz inanınız.” Yani anlayacağın Hilmi, önce inanacaksın. Işıkları söndürseler bile, mum ışığında, gaz lambasında gereğini yapacaksın. Anladın mı Hilmi?
-Çok iyi anladım patron.
-Haydi Cumhuriyet Bayramın kutlu olsun çocuk. Gidelim makinaların başına, çalışmaya başlayalım. Kısa zamanda, çok büyük işler yapmamız gerek.

***

Yazıda geçen Türkiye'nin ilk operası olan Özsoy operasını, meraklısı youtube de bulabilir. Ama şu kısmın şahane olduğunu baştan söyleyim. Blogun her yazıdan sonra çaldığı şarkıların türünü dikkate alarak aşağıdaki şarkıyı uygun buldum. Şarkının sonunda, gökyüzünde beliren şey, şarkının neyi anlattığını çok iyi anlatmaktadır. Yaptıkları her işe kefil olunabilecek Ankaralı çocuklardan dinliyoruz. Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun. Emeği geçenler nur içinde yatsınlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder