27 Kasım 2014 Perşembe

Kızıl Bir Aşk Masalı


-Ne yapayım Hasan söyle bana. Güzel kızımı o adama nasıl vereyim. Benim biricik güzel kızımı.
-Neden öyle diyorsun Şemsi. Ben babasını uzun yıllardır tanırım. Ne var çocukta.
-Yahu daha işi bile yok. Aklı bir karış havada.    
-Şemsi seninle kaç yıldır tanışıyoruz?
-Çocukluktan beri. 50 yıl olmuştur herhalde.
-Seninle yaptığımız çılgınlıkları hatırlasana. Gençken yaptığımız delilikleri.
-İyi de kardeşim, biz avare gibi dolaşmazdık ki, okuldan çıkıp babamızın dükkanında çalışırdık. Hayatı bilirdik.
-Peki Şemsi, sana bir hikaye anlatayım. Hani seninle para biriktirip, yurt dışına gitmiştik ya. Orada bir maça bilet almıştık.
-Evet çok iyi hatırlıyorum.
-Bak şimdi iyi dinle.

Ve Hasan, arkadaşı Şemsi’ye hikayeyi anlatmaya başlar.

İlk yarının uzatma dakikalarında maç berabere devam ederken, korner kazanmışlardı. Takımın yıldız golcüsü Brian, hızla ceza sahasının içine yöneldi. Korner atışı yapıldı ve topun düşeceği noktaya doğru hareketlendi. Yanında rakip defans oyuncusu olmasına rağmen kafasını uzattı ve top sanki ayaktan çıkmış gibi bir hızla filelere gitti. Tribünler çılgınca “gooooooool” diye ayağa kalktı. Arkasından tüm takım arkadaşları koşarken, kendisine en yakın tribüne koştu. Tribündeki taraftarlar ona, O taraftara uzandı. Bir tanesi ellerini tuttu. Bir diğeri kafasını okşadı. Bir başkası sırtına vuruyordu. Takım arkadaşları da gelip ona sarıldı. Kocaman bir yumak olmuşlardı. Sonra yumak yavaş yavaş ayrılmaya başladı. Herkes yerine geçmek için yumaktan kopmaya başladı. O da yerine geçmek için hareketlenmek istedi ama birisi elini tutmuştu, bırakmıyordu. Kafasını kaldırıp ellerini tutana baktı. Hayatında gördüğü en güzel bakışlarla karşılaştı. Yemyeşil gözleriyle ona gülümseyen bu kızıl saçlı kadının, ellerini bırakmaya hiç niyeti yok gibiydi. Büyülenmiş gibiydi. Gözlerini ayıramıyor, ellerini bırakmasını isteyemiyordu. Hakem, düdük çalarak uyarmak istedi ancak başarılı olamadı. Takım kaptanı gelip onu oradan çekerek kopardı. Kendine gelip yerine geçerken bile arkasına bakmaya devam ediyordu. Devre arası soyunma odasında, takım arkadaşları onunla “şıpsevdi” diye dalga geçtiler. İkinci yarıda başka gol olmayınca, maçı kazanmışlardı. Sahanın ortasına geldiler ve taraftarları alkışlayarak selamladılar. Sonra üzerindeki formayı çıkarıp, kızıl saçlı kadının olduğu tribüne doğru koştu. Çıplak, kaslı vücuduyla tribünün önüne gelip, formasını ona verdi.

Ertesi gün öğlen saatlerinde, maçtan sonraki günün dinleme günü olmasını da fırsat bilerek yemeklerini çok sevdiği restorana gitti. Restoranın sahibi elinde bir gazete ile masasına gelerek ona “hoşgeldin canavar” dedi.
-selam John, otursana
Restoran sahibi sandalyeyi kendisine doğru çekip yanına oturdu.
-gazeteyi okudun mu?
-hayır.
-buna bakmak isteyebilirsin.

Restoran sahibi spor sayfasını açıp, manşeti gösterdi. Manşette “AŞK İKSİRİ” yazıyordu. Manşetin altında ise golden sonra gittiği tribünde, ellerini bırakamadığı kadınla yaşadıkları o anın fotoğrafı duruyordu. Haberi okuduktan sonra,
-yapma John, onu tanımıyorum bile.
-tanımadığını biliyorum, tanısaydın O karşı masada, sen bu masada oturmazdın öyle değil mi?

Kafasını çevirdi ve aynı kadın gerçekten de karşı masada arkadaşlarıyla beraber oturuyordu. Aslında kadın onu restorana girer girmez fark etmişti. Ama garip bir çekingenlikle masasına gitmemişti. Arkadaşları kadını dürterken ayağa kalktı ve karşı masaya doğru yöneldi.
-merhaba
-merhaba
-dün için sana teşekkür edemedim.
-ben birşey yapmadım ki.
-“gazete öyle demiyor ama beni sen ateşlemişsin bak” diyerek gazeteyi önüne doğru uzattı. Kadın gazeteye bakarken masadaki arkadaşları gülüşmeye başladı. Onlara da “merhaba” dedi.
-eğer kabalık olarak görmezseniz, arkadaşınızı masama davet etmek istiyorum.
-bizim için sakıncası yok ama bunu O’na sorman gerek.
Kadın kafasını gazeteden kaldırıp, çantasını da omuzuna atıp ayağa kalktı.
-evet bunu konuşmamız gerek, müsaadenizle arkadaşlar.

O gün üç saat boyunca konuştular. Birbirlerine kendilerini anlattılar. Ertesi gün buluşmak için sözleştiler. Günler geçti, aylar geçti. Kamp günleri dışında her gün beraber oluyorlardı. Maç günleri her gol attığında, hep o kızıl saçlı kadına koşmaya başlamıştı. Onunla tanıştığından beri performansı artmış ve bambaşka bir futbolcuya dönüşmüştü. Artık evlilik planları yapıp, hayaller kurmaya başlamışlardı. Ancak kadının babası, onun bir futbolcuyla beraber olmasını istemiyordu. Kızının fotoğraflarının gazetede çıkıyor olmasına çok kızıyordu. Kızını ikna edemediği için şehirden taşınma kararı almıştı. Brain, büyük bir tutkuyla bağlı olduğu kadının, şehirden ayrılmasından sonra oynadığı hiçbir maçta gol atamadı. Her ne kadar ikinci ligde olsa da, sevdiği kadının olduğu şehrin takımında oynamak için kulübünden ayrılmak istedi. Kulübünü ikna edemedi. Kadın bu ayrılığa daha fazla dayanamadı. Ailesine bir not ile onları çok sevdiğini ama Brian’dan daha fazla ayrı kalamayacağını yazıp, evi terk etti. İlk otobüse binip Brian’a tatlı bir süpriz yapmak için yola çıktı. Ancak o otobüs ve kadın hiçbir zaman Brian’ın şehrine gelemedi. Otobüs bulunduğunda uçurumdan yuvarlanmanın etkisiyle paramparça olmuştu.           


-Hani maçtan önce stadın önündeki satıcıdan herkeste görüp kızıl saçlı birer peruk almıştık ya. Ne komik olmuştuk hatırlıyor musun. Sanmıştık ki, o takımın renkleri diye herkes o peruğu takıyor. Oysa hikaye buymuş. Tribündeki herkes o kızıl saçlı kadın olurmuş, takımları gol olup yağsınlar, sonra tribünlere koşsunlar diye. Aşıkları öldürebilirsin ama aşkları hep yaşar Şemsi. Sonsuza dek. Şimdi kalbin ne diyorsa onu yap.



Şemsi derin bir iç çekip, cebinden cep telefonunu çıkardı. “Canım Kızım” yazan numarayı çevirdi.
-Alo, güzel kızım.
-Babacığım.
-Canım kızım, bir tanem. Sen hala şu davarla evlenmek istiyor musun?





***



Yazarın notu 1: Yazıda kadının adının olmamasının sebebi, ülkemde kadınlara olan bakışın protestosudur. Bu ülkede kadının adı yok ki, hikayede olsun.

Yazarın notu 2: Yazıda geçen Hasan, Hasan Gül’e, Şemsi ise Şemsettin Demirparmak’a  saygımızdandır. Kim lan bunlar diyenler, ceketlerinin önünü ilikleyip, Google amcaya sorsunlar.

Yazarın notu 3: Bir golcü ismi lazımdı. St. Johnstone’dan seçtik. Sen cansın St. Johnstone :)

Yazarın notu 4: Tamamen kurmacadır. Ama bir yerlerde böyle bir hikaye olmadığını bilemezsiniz.

Yazarın notu 5: Bir davarı daha olacak Emine ve Gürbüz Şişman çiftine gelsin.

Yazıdan sonra dinlenecek şarkı;

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder