11 Ağustos 2013 Pazar

Ruhlarla Konuşan Adam



Kısa bilgi notu;
Arkles: Anfield’da, adını bulunduğu sokaktan almış bir pub 
Anfield: Liverpool FC'nin stadı ve bölgenin adı
Anfield Mezarlığı; Bir ucu Anfield'da, diğer ucu Goodison Park'da olan mezarlık


                                                                         ***

Yeni sezonun ilk günüydü. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber, en temiz kıyafeti olan formasını giydi ve stada doğru yürümeye başladı. Stadın önüne geldiğinde görevlinin henüz gelmediğini gördü. Oturdu ve beklemeye başladı.

Yarım saat sonra stadın kapısı önünde bir minibüs durdu. Minibüstekilerden Graham ona seslendi;
-Jack yine erkencisin
-Selam Graham
-Hadi gel, yardım et bana.

Graham takımın malzemecisiydi. O gün kullanılacak malzemeleri stada getirmişti. Tüm malzemeleri içeri taşıdılar. Jack, soyunma odasını temizledikten sonra, malzemeleri yerleştirmeye başladı. Kutudan çıkan formaları sırayla askılara astı. Öğlen olunca, görevlilerden biri stat çalışanlarına dağıtılan yemekten getirdi. Ancak maç saati gelmeden önce stadı terketmesi gerekiyordu. Jack, stat çalışanı olmadığından orada olması kurallara uygun değildi. Statdan ayrılmadan önce duş yaptı, iyice uzamış sakallarını traş etti. Havluyu beline dolayıp duştan çıktığında, karşısında Graham’ı gördü. “Tamam” dedi Jack, hemen çıkıyorum. “Acele etmene gerek yok” dedi Graham, elindeki kartı sallayarak “Artık senin de bir görevli kartın var.” “Graham sen harika bir dostsun” dedi Jack.

İlk maç, ilk heyecan. Takım stada geldi. Jack soyunma odasının önünde dururken, tüm futbolcular onun önünden geçiyordu. Elini uzattı. Sandı ki, tüm futbolcular bir beşlik çakacaklar. Birincisi geçti, ikincisi de. Sonra diğerleri. Hepsi de, sanki orada kimse yokmuş gibi davrandılar. Artık bunun bir anlamı olmadığını düşünüp, elini indirdi. En son gelen futbolcu geçerken Jack’in kolunu sıktı ve öyle girdi soyunma odasına. Steven, soyunma odasının kapısını kapatırken, Jack’e bir de göz kırptı.

Jack, yanındaki diğer stat görevlilerine “adamım bu benim” dedi. Görevliler de, onaylarcasına başlarını salladılar.

Maç bittiğinde, takım sezonun ilk maçını kaybetmişti. Futbolcular soyunma odasından çıktıktan sonra, oranın temizlenmesi gerekiyordu. Ve bu görev Jack’e aitti. Herkesin çıktığından emin olduktan sonra , soyunma odasına girdi. Formalar yerlerde duruyordu. Çoğu ıslanmıştı. Hepsini yerden alıp askılara asarken, Steven’ın formasının askıda olduğunu gördü. Sanki uyumakta olan bir bebeği uyandırmadan seviyormuş gibi, elini uzatıp formaya dokundu. Tam o sırada, Steven içeri girdi. Onu görünce bir an durakladı. Bir kaç saniye onu izledi. Biraz geri çekildi. Sonra geldiği gibi gitti. Steven kulüp otobüsüne bindiğinde Graham’a şöyle dedi;
-Yeğenim bir arkadaşına söz vermiş. İlk antrenmanda formalarımdan birini bana vermeyi unutma lütfen. 
Graham, otobüsten hızlı bir şekilde inip stada doğru yöneldi. Soyunma odasına girip, Steven’ın askıdaki formasını alıp, tekrar otobüse bindi.
-Kaptan, buyur forman.
-Nereden buldun bunu?
-Soyunma odasından aldım. Terli forma daha değerlidir diye düşündüm.
Steven üzüldü ama bir şey diyemedi. “Teşekkür ederim Graham” demekle yetindi.

İki hafta sonra, yine bir maç öncesiydi. Jack, maça çıkmak üzere olan Steven’ın yanına gitti. Kulağına eğildi ve “kalecinin soluna at” dedi. Steven buna anlam verememişti. Maç 2-2 devam ederken, son dakikalarda verilen penaltıyı kullanmak için topu eline aldı. Topu penaltı noktasına koyarken, maç öncesi Jack’in söylediklerini düşündü. Topu kalecinin soluna atıp, gol diye bağıran tribünlere doğru koştu.

Aradan aylar geçip de, Noel geldiğinde Steven takım kaptanı olarak tüm kulüp çalışanlarına bir Noel yemeği vereceğini duyurdu. O akşam tüm kulüp çalışanları oradaydı. Sadece Jack yoktu. Steven, Graham’ın yanına gidip “O adam yok” dedi. “Hangi adam” dedi Graham.
-Hani şu yaşlı olan. Soyunma odalarını temizleyen. Telefonu var mı sende?
-Hayır yok.
-Adresini biliyor musun?
-Hayır ama bir arkadaşını tanıyorum. Onu arayıp sormamı ister misin?
-Bu gece onun da burada olmasını isterdim, benim için bunu yapar mısın Graham?
-Elbette kaptan.

Bir süre sonra Jack, restorantın önüne geldiğinde, üzerindeki kıyafetler nedeniyle kapıdaki güvenlik onu içeri almak istemedi. Ancak Graham bunun olabileceğini düşünerek, orada beklemekteydi. Güvenliğe Jack’in kendileriyle birlikte olduğunu söyledi ve onu içeri aldı. Steven, Jack’in geldiğini görünce ayağa kalktı ve onu, yanında kendisi için ayırdığı yere davet etti. Hemen Graham’ın yanına.
“Hoşgeldin” dedi Steven.
-Hoşbulduk.
Jack böyle bir yere ilk defa geliyordu. Üstelik takımın kaptanıyla yanyana oturmaktaydı. Bu onun için rüya gibi birşeydi. Garson gelip, “ne içersiniz efendim” diye sordu. Bu durum Jack’in alışık olmadığı bir durumdu ama şaşkınlığını üzerinden atıp “Şarap” dedi. “Kırmızı olsun.”

Gecenin ilerleyen saatlerinde, masadakiler alkolün de etkisiyle hikayeler anlatmaya başlamışlardı. Kulüpte yaşanan komik olayları anlatıp kahkahalarla gülüyorlardı. Bir kulüp çalışanı konuşmak için müsade istedi.
-Size bir şehir efsanesi anlatacağım. Anfield mezarlığında yatan bir sürü taraftarımız var. Efsane şu ki; adamın biri bazı geceler gelip, bazı mezarların üzerine takım formalarımızı bırakıyormuş.
Hikayeyi anlatan kulüp çalışanı konuşmasına devam ederken, bir başkası konuşmaya dahil oldu;
-Evet bu söylediği doğru. Geçen sene 22 yaşındaki bir akrabamızı kaybettik. Çocuk sıkı bir taraftardı. Mezar taşı bile kulübün renkleriyle, logosuyla süslü. Annesi mezarına gittiğinde, mezara koyduğu tüm eşyaların çalınmış olduğunu gördüğünde çok üzülmüştü. Ancak iki gün sonra gittiğinde Steven’ın bir formasının orada durduğunu görmüş. Üstelik formanın üzerine çim ve çamur izleri varmış.
Graham bu noktada devreye girerek; “Ne yani o meşhur efsane adam ben miyim?” dedi
Herkes kahkahalarla gülmeye başlamıştı.

Steven, Jack’in tabağındaki bifteği bir peçeteye sardığını gördü. “onu neden peçeteye sarıyorsun” diye sordu Steven.
-Köpeğim bifteği çok sever.
-Yeniden sipariş ederiz, onu sen yemelisin.
-Buna gerek yok ama bir şişe şarap daha ısmarlarsan, buna hayır demem.

Son maç, şampiyonluk maçıydı ve deplasmandaydı. Arkles’dan gelen sesler, takımın önde olduğunu düşündürüyordu. Arkles’in önündeki evsiz adam, gelene geçene “bugün şampiyon olacağız” diye bağırıyordu. Maç bittikten sonra içeriden çıkanlar, şampiyonluğun getirdiği mutlulukla çoşuyorlardı. Hemen hemen hepsi, onun önünden geçerken elindeki karton kutuya bozukluk bırakıyorlardı.
Müşterilerden biri de Emily’ye seslendi;
-Emily, şu dışarıdaki evsiz adama benden bir bira.

Emily, bardağa birayı doldururken, saha içinde Steven’la röportaj yapıyorlardı. Steven hiç de şampiyon olmuş bir takımın kaptanı gibi durmuyordu. Daha çok üzgün gibiydi.
-bu şampiyonluğu, ruhlarla konuşan adama hediye ediyorum. O bana aylar önce şampiyon olacağımızı söyledi. Buna inanmamı sağladı.
-Peki neden üzgünsün Steven?
-Çünkü ben o anı göremeyeceğim demişti. Ve ben onun yanıldığını hiç görmedim.

Emily, bu sözleri duyar duymaz dışarıya koştu. Evsiz adam Jack’in ölmüş olduğunu gördü.

Hikaye o ki; o günden beri maç günleri giyilen formalar bir daha giyilmez, ya seyirciye atılır ya da soyunma odasında bırakılır. Kimbilir, belki Anfield’da hala mezarlara forma bırakıp, ruhlarla konuşan bir adam vardır.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder