26 Nisan 2019 Cuma

Daha Yapacak Çok Şey Var

Kitabı eline aldı ve yeniden okumaya başladı. Az az okuyordu, hemen bitmesin istiyordu. Gerçekleri tam manasıyla anlamak istiyordu. Bu yüzden okuduğunu sandığı bazı paragrafları yeniden okuyordu. Bazen kitabın başındaki tanımlamalara dönüyor ve anlamakta zorlandığı kelimeleri yeniden öğreniyordu. Süptil... Varlık... Düalite... Ünite... Madde... Hidrojen... Amorf... Tekamül... Realite... Tesirler... Enkarnasyon... 

"Neden bu dünyadayız" diye sorduğu sorunun cevabını almak için bir anahtar bulduğunu düşünüyordu. Kapıyı her açmak istediğinde kafasındaki türlü soruların cevaplarındaki adaletsizliklerden yılmıştı. Bir çocuk 4 yaşında tecavüze uğrayıp nasıl ölebilirdi? Madem yaradan bizi seviyordu, neden buna izin veriyordu? Neden 10 yaşındaki bir çocuk tren kazasında ölürdü ki? Birisi açıkladı; "önceki hayatında işlediği suçların cezalarından biri olsa gerek. Ruhun tekamüle ulaşması için bu acıları deneyimlemeleri gerekir." Saçmalık diye geçirdi içinden, yaradanın bu ruhları cezalandırmak için daha iyi bir planı olamaz mı? Sonra düşündü, "onları cezalandırarak bizim ruhlarımızı da sızlatıyor" diye. Yüzüncü sayfaya geldiğinde, kitap vicdanı anlatırken anlamaya başlıyordu.

Başka biri sordu; "neden ben fakirim, ruhum ne zaman zengin olmayı deneyimleyebilecek?" Ne harika bir soru. Bilge görünümlü yaşlı adam cevap verdi; "belki de deneyimledin ve sınavı geçemedin. Fakirin halinden anlamak için  yeniden gönderildin ve bu yüzden fakirsin."

Kitabın başına döndü. "Evrendeki hiçbir madde, içinde bir ruh olmadan harekete geçemez" diyordu. Demek ki bitkilerin de, ağaçların da bir ruhu vardı. Yoksa çiçek açmaları, meyve vermeleri mümkün değildi. "Peki hayvanlar" diye sordu kendine. Sayfalar sonra cevabı aldı. Onların da bir ruhu vardı. Bitkiler, hayvanlar, insanlar diye ilerliyordu ruhların tekamülleri. Bitkilerde otomatikti, hayvanlarda yarı otomatik. İnsanlarda gerçek anlamıyla vardı.  İyi de insanların hepsinde vicdan yoktu ki. Bu işte bir yanlışlık vardı. Aklına, avladığı maymunu yemek için ağaca çıkaran kaplan geldi. Öldürdüğü anne maymuna sarılmış yavru maymunu, annesiymiş gibi yalayan kaplanla, güya insan ruhuna sahip olanları karşılaştırdı. Bilge görünümlü adam cevap verdi; "her ruhun tekamülü farklı seviyededir. Her vicdan seviyesi de haliyle birbirinden farklı seviyededir." 

Sonra, gençliğinde bir çok defa ruh çağırdığını söyleyen birini dinledi. "Atatürk'ün ruhunu çağırdık, bizi fırçaladı" diyordu. "Ne ben sizin katınıza inebilirim, ne de siz benim olduğum kata çıkabilirsiniz" demiş. İçinden, "demek ki, Atatürk'ün ruhu hala reenkarne olmamış" diye geçirdi. Sonra cevabı buldu kitapta.; "belli bir tekamüle ulaşan her ruh, farklı kademelerde görevlendirilir." 

O gece, rüyasında kendini esmer bir adam olarak görmüştü. Rüyasında aynaya bakıp, yeni suratını iyice incelemişti. Farklı bir bedenle yüzleşmekten hiç korkmamıştı. Son günlerde sıklaşan kalp çarpıntılarına sonunda bir anlam buluyordu. Ölmekten artık korkmuyordu, çünkü yeniden doğacağını biliyordu. Yazdığı kitabı düşündü. "Başka bir yerde, başka bir hayatı yaşamayı hak etmek için, çıkarsız sevebildiğine melekleri inandırabilenlerin hikayesi."  Bu nasıl olabilirdi ki, o kitabı 3 sene önce yazmıştı. "Yoksa melekler mi yazdırdı" diye düşündü. Okuduğu kitaba uzandı ve sayfaların arasında daha önce gördüğü bir şeyi aradı. Her bedenin kaderi belliydi. Her ruhun deneyimlemesi gerekenler, ulaşılması gereken tekamül belliydi. O kaderin dışına çıkarsan,  görevliler seni kaderinin olduğu yola sokuyordu. Hemen aklına Matt Damon'un oynadığı "The Adjustment Bureau" filmi geldi. Film kaderin nasıl değiştirilebileceğini gösteriyordu. Kaderi değiştirmek için, içtenlikle istemek ve çıkarsız sevmek gerekiyordu.

"Şimdi gitmek istemiyorum" diye geçirdi içinden, içtenlikle. "Daha oğlumun mezuniyetini göreceğim, evlendiğini göreceğim, torunlarımı kucağıma alacağım... Eskişehirspor'u kurtaracağız... Daha yapacak çok işim var."

O gün ofiste nefes almakta zorlanıyordu. Kalbi yerinden çıkacak gibi çarpıyordu. Sona doğru geldiğini anladı. Hemen karar verdi,  ceketini giyip asansöre yöneldi. Son defa eşini ve çocuğunu görmek istiyordu. Otoparka, 12 kat aşağıya doğru giderken, asansörün yavaşlığına sövdü. Arabayı çalıştırdı, eve doğru yola çıktı. Neredeyse nefes almadan arabayı kullanıyordu. Evden içeri girdiğinde eşi işlerin yolunda olmadığını fark etti. Oğlunu koklayarak öptükten sonra salondaki kanepeye uzandı, çok yorgundu, göz kapakları ağırlaştı ve kapandı. 

Saatler sonra oğlunun öpücüğüyle uyandı. "Baba, iyi misin? Uyan istersen, gece uyuyamayacaksın." 

Kanepeden kalkıp banyoya gitti. 
Aynaya baktı. 
Aynadaki adam, rüyasında ona gösterilen esmer adam değildi. Onların planlarını daha ne kadar değiştirebileceğini bilmeden gülümsedi. İçinden "demek ki" dedi, "sadece yeniden doğmak için değil, elindekini kaybetmemek için de çıkarsız sevmelisin, içtenlikle istemelisin." 


***
Yazıda bahsedilen kitabın ismi, "İlahi Nizam ve Kainat"
Kitap, Önder ismi verilen büyük vazife planından gelen bilgilerle Bedri Ruhselman tarafından derlenmiş. 

Şarkımız "buralar soğuk ve kaybolmaktan korkuyorum" diyor. Marlena ismindeki bir kadına "evine dön" diye sesleniyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder