5 Ekim 2018 Cuma

Kadersiz

Yetmiş küsür yaşlarındaki kadın, marketten ellerinde torbalar ile çıkmıştı. Yaşlı kadın, torbaları zorla taşıyordu ve ilkokul çağlarındaki iki çocuk, anne babasının arkasından markete doğru koşarlarken kadına çarptılar. Kadın yere düştüğünde, çocuklar içeri giren ebeveynlerine yetişmişlerdi. Yaşlı kadın yerden doğrulmaya çalışırken yanına biri gelmiş, elini tutmuştu.
-İyi misin anacım? Acele etme, sana yardım edeceğim.

Yaşlı kadın, kendisine yardım eden adama bakınca üstü başı dağınık, bakımsız sakalları olan ama sıradan olmayan, tanıdığı birini gördü. Markete her geldiğinde torbalarını evine kadar taşıyan, kendisine yardım ettiği için para verdiğinde kabul etmeyen evsiz adam, yaşlı kadını yavaşça yerden kaldırdı.
-Yürüyebilir misin anacım?
-Teşekkür ederim yavrum, şükür ki bir tarafım kırılmadı.

Adam torbaları bir eline aldı ve kadının koluna girdi. Kadının 100 metre ilerideki evine doğru yavaş adımlarla yürümeye başladılar. Evin kapısına geldiklerinde yaşlı kadın ondan torbaları içeri taşımasını istedi. Adam ayakkabılarını çıkardığında, yırtık ve pis çorapları dikkat çekiyordu. Adam, torbaları mutfağa götürüp geri geldiğinde, yaşlı kadın girişteki koltuğa oturmuş, dizindeki kanı çantasından çıkardığı mendil ile siliyordu. 
-Anacım ilk yardım malzemen var mı?
-Yok yavrum.
-Kapı açık kalsın, ben hemen geliyorum. 

Birkaç dakika sonra adam elinde ilk yardım malzemeleriyle gelmişti. Dizlerinin üzerine çöküp yaşlı kadının dizindeki yaraya müdahale etmeye başladığında yaşlı kadın sordu.
-Nereden buldun onları?
-Eczaneden aldım.
-Paran var mıydı?
-Para vermedim ki, eczaneyi boyayıp borcumu ödeyeceğim.

 Bir parça pamuk koparttığında ellerinin pis olduğunu fark etti.
-Anacım müsaade edersen ellerimi yıkayım da geleyim.

Yaşlı kadın, pamuğu ve oksijenli suyu adamın elinden aldı. Yaranın üzerine oksijenli suyu döktü ve yaranın çevresini pamukla sildi.
-Sana daha iyi bir önerim var. Sadece ellerini yıkamakla olacak gibi değil. Git, güzelce bir banyo yap, oğlumun kıyafetlerinden temiz bir şeyler vereyim sana. Sana her seferinde para vermek istedim almadın. Lütfen bugüne kadar ki yardımların için bunu yapmama izin ver.

Adam, yaşlı kadının yalvarırcasına bakışlarına nasıl “hayır” diyeceğini düşünürken, yaşlı kadın ayağa kalktı ve adamın elinden tutup onu banyoya götürdü. Temiz kıyafetler ve havluyu da bırakıp, kapıyı kapatıp çıktı.

Adam banyodan çıktığında evin içinde mis gibi yemek kokusu vardı. Annesinin onun için yaptığı közlenmiş patlıcandan karnıyarık aklına geldi. Mutfağa yaklaştıkça közlenmiş patlıcan kokusu yoğunlaşıyordu. Yaşlı kadın onu görünce gözleri parladı.
-Aman tanrım. Ne kadar da çok değişmişsin. Gel hadi şöyle otur.

Adam masada kendisine gösterilen yere oturmuştu. Yaşlı kadın, masanın üstüne koyduğu tencerenin kapağını açtığında tereyağı kokusu ile fırından çıkardığı karnıyarıktan gelen közlenmiş patlıcan kokusu birbirine karışmıştı. 
-Neredeyse unutuyordum, cacık da yaptım, al.

Adam, uzun yıllardır hissetmediği duyguları yaşıyordu. Annesini hatırladı, o eski günlerdeki mutlu çocukluğunu. Adam yemek yemeğe başlarken yaşlı kadın söze girdi.

-Daha adını bile bilmiyorum. Adın ne senin çocuğum.
-Adım Selim. Bu kadar kısa sürede nasıl yaptın bunları anacım?
-Dün oğlumla gelinim gelmişti. Gelinimin en sevdiği yemeği yapmıştım. Közlenmiş patlıcandan karnıyarık onun en sevdiği yemektir. Dünden kalanlar yani.
-Benim de en çok sevdiğim yemektir. Küçükken rahmetli annem hep yapardı.
-Ne oldu ona?
-Ben 16 yaşındayken trafik kazasında babamla beraber vefat ettiler.

Yaşlı kadın “ah benim kadersiz yavrum” diye mırıldanarak, elini ağzına götürdü. Gözyaşlarını gizlemek için ayağa kalktı ve ona arkasını döndü. Çaydanlıkta kaynayan su ile çayı demledi. Sonra Selim, yaşlı kadına her şeyi anlattı. Ailesi öldükten sonra bir süre amcasının evinde yaşadığını, amcasının ona devamlı yük olduğunu söylemesini ve lise bitince evden kaçmasını, inşaatlarda çalışıp ekmeğini çıkarmasını, sonra yakalandığı hastalık yüzünden bir süre çalışamamasını ve kirayı ödeyemediği için sokaklarda yaşamaya başladığını anlattı. 

-Yavrum senin hayatında hiç mi güzel bir şey olmadı?
-Olmaz olur mu anacım? Bir kız vardı. 
-Şimdi yok mu?
-Küçükken birbirimize söz vermiştik. Evlenecektik ve çocuklarımız olacaktı. Sonra hesap edemediğimiz böyle olaylar gelişti ve birbirimizden uzak kaldık. Ben amcamlarla yaşamaya başlayınca, onu görmek için eski mahallemize giderdim. Sonra o üniversiteyi kazandı, şehir dışına gitti. Her hafta sonu, belki gelmiştir umuduyla onu görebilmek için evinin önüne gidip bekledim. Her hafta sonu gelmiyordu. İlk başlarda ayda bir, sonra üç ayda bir gelmeye başladı. Bir süre sonra hiç gelmemeye başladı. Sonra öğrendim ki, ailesi mahalleden taşınmış. Sonuçta izini kaybettim. Şu anda beni hayatta tutan tek şey, onu yeniden görebilmek ihtimali ve ona yeniden dokunmadan ölmek istemiyorum.

Selim âşık olduğu kızı anlatırken yaşlı kadın söze girdi.   
-Hadi sen salona git, ben de çayları getireyim. Burada sandalye üstünde oturmaktan belim ağrıdı.

Selim salona girdiğinde, her yere dağılmış çerçeveli resimlere odaklandı. Duvarlarda, sehpaların üzerinde, her yerde bir kadın ile adamın fotoğrafları vardı. Yaşlı kadın ona şeker kullanıp kullanmadığını sormak için salonun kapısı önüne geldiğinde, Selim’in eline aldığı bir çerçevedeki fotoğrafa sanki bir kediyi okşar gibi dokunduğunu gördü. Yaşlı kadın, birkaç saniye sessizce onu izleyip geri döndü. Tepsiyle salona geri döndüğünde, çerçevedeki fotoğraf hala Selim’in elindeydi. Selim fotoğrafa öyle dalmıştı ki, yaşlı kadının geldiğini fark etmedi.  Yaşlı kadın “oğlumla gelinim” dedi.

Selim, elindeki çerçeveyi yerine bırakıp, yaşlı kadına artık gitmesi gerektiğini söyledi.

-Hayır, o kızın hikâyesini dinlemeden seni bırakmam. Hadi biraz güzel bir şeylerden bahsedelim. Hem belki onu bulmana yardım edebilirim. Gel bakalım, çaylarımız hazır. Şeker kullanıyor musun?

Selim, yaşlı kadının getirdiği çayı içerken gözü etraftaki çerçevelerdeydi. Fotoğraflarda bir tane de çocuk vardı.

-Şuradaki torununuz mu?
-Evet. Biliyor musun, onun da adı Selim. Ama O senin gibi değil, çok yaramaz. Herhalde büyüdüğünde durulur.

Selim, etraftaki fotoğraflara bakmaktan, elindeki bardağa dikkat etmiyordu. Bardaktaki çayın bir kısmını tişörtüne döktüğünde kendine geldi. Birden ayağa kalkıp sokak kapısına doğru yöneldi. Yaşlı kadın ona beklemesini söyledi. İçeriden başka bir tişört getirip uzattı. 

-Çıkar üstündekini de, bunu giy lütfen.

Selim, çay dökülmüş tişörtü çıkarttığında, yaşlı kadın şaşkınlık içinde koluna sarıldı. 

-Bu dövme… Bunun aynısından gelinimde de var. Nedir bunun anlamı Selim?



Selim hiçbir şey söylemeden kapıdan çıkmak için arkasını döndü. Bir iki adım attıktan sonra yaşlı kadına döndü.

-Çok geç kalmışım anacım. Zaten ben ona bu halimle hiçbir şey veremezdim. Umarım oğlunuz Sibel’i  çok mutlu eder.
-Selim dur yavrum, Selim, Selim, Selim...

Selim arkasını dönüp giderken, yaşlı kadın onun arkasından gözü yaşlı mırıldanıyordu.
-Ah benim kadersiz yavrum.

***

Selim ve Sibel hikâyesindeki imkânsız aşklar gibi, imkânsız umutlarımız da olabilir ve biz bunun farkında olmadan ömür tüketebiliriz.  Hayat, ne kadar zorlasak da, değiştiremediğimiz, aşamayacağımız zorluklarla dolu olabilir. Kim bilir belki de yaşamamız istenen hayat budur. Belki de dünyaya gelmeden önce bu zorlukların altına imza atarak geliyoruzdur.  Bir çıkış yolu bulamadığınızda, keşiş Gaur Gopal Prabhu’nun dedikleri gelsin aklınıza. Eskişehirspor ve ölüm dışındakilere çare olabilir.
  
-Hayatında problem mi var?
-Hayır. 
-E o zaman niye sorun yapıyorsun?

-Hayatında problem mi var?
-Evet. 
-Bunun için bir şey yapabiliyor musun? 
-Evet? 
-E o zaman niye sorun yapıyorsun? 

-Hayatında problem mi var?
-Evet.
-Bunun için bir şey yapabiliyor musun? 
-Hayır?
-E o zaman niye sorun yapıyorsun?


“Seni sokaklarda yüz yıl bekledim, sen ıslık çalarak geldin” diyen ZAZ ile bitirelim. Çare bulamayanların haykırışları ise şarkının sonunda.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder