5 Şubat 2018 Pazartesi

14. Kat

Kadın, şehrin en yüksek binasının en üst katındaydı. Asansörü çağırdı. İçeride kimse olmaması için dua ediyordu. Asansör kata gelince kapısı yavaşça açıldı. Sert bakışlarıyla asansörün aynasından yansıyan suratına baktı. Topuklu ayakkabılarıyla içeriye doğru üç adım attı ve giriş katı düğmesine bastı. Giriş katına ulaşıncaya kadar kimsenin asansöre binmemesini diledi. Asansör hareket edince, daha fazla dayanamadı ve gözlerindeki yaşı yer çekimine teslim etti.

Birkaç kat aşağıda asansörün düğmesine basan erkek, kata gelince yavaşça açılan kapının ardında kızıl saçlı bir kadın gördü. Kadının başı öne eğilmişti. Uzun saçları suratını örtüyordu. "İyi günler" diyerek içeriye doğru üç adım attı ama kadın cevap vermedi.

Asansör yeniden aşağıya doğru hareketlenince büyük bir hızla aşağıya doğru düşmeye başladı. Devreye giren acil durum frenleriyle asansör bir anda durunca ikisi de yere düşmüş, ortalık karanlığa bürünmüştü. Saniyeler içinde asansörün ışıkları yeniden yandığında kadın, başını yere çarpan erkeğin kafasından kanlar aktığını gördü. Hiç düşünmeden boynundaki şalı çıkarıp, erkeğin kafasına bastırdı. Erkek kadına doğru bakınca, saçları gibi kıpkırmızı olan gözlerini gördü. Kadının kafasına bastırdığı şalı elinden aldı.

-Teşekkür ederim.
-İyi misiniz?
-Ben iyiyim, ya siz.
-En azından kanayan bir yerim yok.

Asansör 14. katta durmuştu  Kadın imdat düğmesine bastı, acil durum telefonundan şansını denedi ama hiçbiri çalışmıyordu. İkisi de, çaresizce asansörün bir köşesine oturarak kendilerini kurtaracak bina görevlisini beklemeye başladılar.

Sessiz geçen birkaç dakikanın ardından kadın ağlamaya başladı. Erkek onun çok korktuğunu düşünüp, konuşmaya başladı.
-Merak etmeyin, birazdan gelir çıkarırlar bizi.

Kadın geçen her saniye daha yüksek sesle ağlıyordu. Erkek kadına doğru yaklaştı ve omuzuna dokundu.
-Merak etmeyin, birazdan ....

Kadın onun sözünü keserek, mırıldanırcasına söylendi.
-Keşke yere çakılsaydık. Keşke ölseydik.

Adam elini kadının omuzundan çektiğinde, kadın hışımla yerden kalktı ve bütün düğmelere basmaya başladı.
-Ölmek istiyorum, düşsene hadi, düş ulan, düş.

Erkek yerden kalkıp, sinir krizi geçiren kadının kollarını "sakin olun" diyerek tuttu. Onu kendine doğru çekip, ters bir şey olmaması için kavradı. Kadın da, erkeği sarsarak bağırıyordu.
-Neden düşmüyor lanet olasıca asansör, neden?

Kadın sakinleşince, erkek onu kavrayan kollarını gevşetti.
-Özür dilerim.
-Önemli değil, korkmanız normal.
-Korkmak mı? Tam tersine, bu asansörün düşmesini diledim.
-Neden?

Kadın adamın kollarından ayrılıp, tekrar yere oturdu. Çantasından bir kağıt mendil çıkarıp, gözyaşlarını sildi. Henüz farkında olmasa da, yüzündeki makyaj aktığı için korku filmlerindeki karakterlere benzemişti. Erkek de tekrar yere oturduğunda, kadın çantasından bir fotoğraf çıkardı.
-İşte bunun yüzünden.

Erkek, kadının elindeki fotoğrafı alıp baktı.
-Sevgiliniz mi?

Kadın gülümseyerek cevap verdi.
-Artık değil.

Kadın, erkeğin elindeki fotoğrafı alıp yırttı. Sonra yeniden ağlamaya devam etti. Erkek, ona hiçbir şey söylemeden öylece oturdu. Birkaç dakika sonra dışarıdan bir ses duyuldu.
-İçeride kimse var mı?

Erkek heyecanla ayağa kalkıp kapıya doğru yaklaştı. Kuvvetli bir şekilde seslendi.
-İki kişiyiz. Bizi ne zaman çıkarabilirsiniz?
-Teknik ekibe haber verdik geliyorlar. Merak etmeyin, panik yapmayın.

Kadın, sanki hiçbir şey olmamış gibi asansörün bir köşesinde oturmaktaydı. Gelecek yardımın onu kurtaracak olması umurunda bile değildi. 

Bir saat geçmişti. Teknik ekibin dışarıda çalıştığı, seslerden anlaşılıyordu. Kadın söze girdi.
-Keşke bizi havada tutan her ne ise kesseler de, aşağıya düşsek.
-Sevdiğim gibi konuştunuz.

Kadın bu cevap üzerine doğrulmuştu.
-O da mı ölmek istiyor?
-Hayır, düşmek istiyor. En dibe kadar vurmak istiyor. 
-Neden? Yoksa onu aldattınız mı?
-Ben değil. Onu sevdiğini söyleyenler aldattı.
-Onu o kadar iyi anlıyorum ki.

Erkek uzun süredir yerde oturmaktan rahatsız olmuş ve ayağa kalkmıştı.
-Peki ya siz? Gözleriniz kıpkırmızıydı. Sizi bu kadar üzecek ne yaptı?
-Başka bir kadın.
-Buna inanmamı beklemiyorsunuz sanırım. O kadar güzelsiniz ki, makyajınız akmış olmasına rağmen hala çekicisiniz.

Kadın bu kelimelerden sonra ayağa kalkıp, asansörün içindeki aynaya baktı. Gözlerine inanamadı. Erkeğe dönüp gülümseyerek,
-Beni bu halimle bile beğendiğinize göre, çok büyük bir yokluk içinde olmalısınız.
-Hayır, güzelden anlıyor diyelim.
-İltifatınız için teşekkür ederim.
-Hayır, iltifat değil. Dedim ya, ben güzelden anlarım.

Kadın, kendini dünyanın doruklarına taşıyan bu cümlelerden sonra kendine gelmeye başlamıştı.
-Biliyor musunuz, asansöre bindiğimde yere çakılmasını o kadar çok istedim ki. Hatta benden başka kimse olmasın diye içimden yalvardım. Sonra siz bindiniz. Asansör tam aşağıya düşerken bir şey oldu ve durdu. Eğer siz bu asansöre binmeseydiniz, kesin düşerdim.
-Madem bu kadar çok istiyorsun, haydi düşelim.

Erkek, bir süre önce kadının yaptığı gibi düğmelerin hepsine basmaya başladı. Tıpkı kadının yaptığı gibi ama yalandan bağırıyordu.
-Ölmek istiyorum, düşsene hadi, düş ulan, düş.

Kadın, daha önce erkeğin ona yaptığı gibi onu durdurdu. Kollarını tuttu ve erkeği kendine doğru çekti.
-Ne yaptığınızı sanıyorsunuz, bizi öldürmek mi istiyorsunuz?

Erkek kadına anlamlı bir şekilde baktıktan sonra, kadının erkeği tutan elleri gevşedi. Kadın aşağıya düşmek istemenin anlamsızlığını bir kez daha anlamıştı. Kaçacak bir yeri olmadığı için yine köşesine giderek oturdu. Erkek de, kadının hemen yanına oturdu.
-Ne kadar anlamsız değil mi?
-Ne?
-Düşmek diyorum, yere çakılmak, ne kadar anlamsız değil mi?
-Belki.
-O düğmelerin hepsine tekrar basmamı ister misiniz? Belki de asansörün içinde zıplarsak, düşebiliriz, ne dersiniz?

Kadın eliyle adamın yeniden ayağa kalkmasını engelledi.
-Hayır. Tamam haklısın, düşmek çok anlamsız.

Sonra ikisi de birbirine bakarak güldüler. Erkek söze girdi.
-Aşk, ne kadar güçlü değil mi?
-Güçlü ama sadece acı veriyor.
-Aşk acı veriyor olabilir ama insana yaşadığını hissettiriyor. Mesela siz çok acı çekiyorsunuz ama bu yaşadığınızın bir kanıtı.
-Onunla olamadıktan sonra, aşkı yaşayamadıktan sonra ne anlamı var ki?
-Belki aşkın ne olduğunu bilmiyoruzdur. Aşk belki de hiç kavuşamamaktır. Aşk belki de, ona hiç sahip olamamaktır. Aşk belki de, her şeye rağmen sevebilmektir.

Erkek, sanki yüzyıllardır aşıkmış gibi konuşunca kadın onun ağzının payını vermek istemişti.
-Ne yani, siz aşkınızı başkalarıyla paylaşabilir misiniz?

Erkek kadına cevap vermedi ama anlamlı bir şekilde bakmaktaydı. Kadın dayanamadı ve bir kez daha sordu.
-Siz hiç kıskanmaz mısınız?
-Kıskanmak mı? Yo yo öyle bir durum yok. O öylesine güzel ki, onu sadece benim sevebiliyor olmamı istemek fazlasıyla egoistlik olur.
-İnanamıyorum, insan sevdiğini başkasından kıskanmaz mı?

Erkek güldü. Kadın hiçbir anlam veremedi. "Demek ki, dünyada böyle erkekler de var" diye geçirdi içinden. Yine de, onu eleştirmekten kendini alamadı.
-Sizin anladığınız aşk ile benim anladığım çok farklı. Ben aşkımı kimseyle paylaşamam. O sadece bana ait olmalı.

Erkek, kadına sordu.
-Sizin aşktan anladığınız karşı cinslerin birbiriyle olan münasebetinden mi ibarettir?
-Elbette.
-Aşkı bu kadar sığ bir tanımlamaya mahkum etmeyi doğru bulmuyorum.
-Çok mantıksız.
-Mantık mı? Aşkın beyinle, mantıkla hiçbir işi yoktur hanımefendi. Beyin bir zihni ikna etmeye çalışırken, duygu binlerce kalbi dolaşır.
-O da ne demek?
-Seyit Onbaşı'yı tanır mısınız?
-Adını duydum ama ...
-Seyit Onbaşı, Çanakkale Savaşı sırasında topun mekanizması bozulunca, 215 kiloluk mermiyi tek başına kaldırıp, topun ağzına veren yiğittir.
-215 kilo mu?
-Evet ve bunu ona sadece aşk ile yaptırabilirsiniz.

Kadın, adamın söylediklerinden hiçbir şey anlamadığı ve eleştirildiği için kızmıştı. Seyit Onbaşı ile aşkı anlatan birine karşı cümle kurmakta zorlanıyordu.
-Bana süslü cümleler ile aşkı anlatıyorsunuz ama bu şekilde fikrimi değiştiremezsiniz.

Erkek, kendisine verilen olumsuz cevaba rağmen çaba göstermekteydi.
-Sizin fikrinizi değiştirmeye çalışmıyorum. Ben sizin kafanızın içindekilerle ilgilenmiyorum. Aşk, kalbinizle ilgilidir. Onu yanlış yerde arıyorsunuz.
-Burada sadece bir süredir birlikteyiz ve beni sanki yıllardır tanıyormuş gibi eleştiriyorsunuz. Siz benim çaresizliğimi nereden bilebilirsiniz ki?
-Rica ederim. Öyle bir amacım yok ve buna hakkım da yok. Sadece sizin derdinizi dert ediniyor, derdinizle dertleniyorum. Bu hayatın hakimi değilsiniz ama hayat karşısında çaresiz de değilsiniz. Zaten ben size ne dersem diyeyim, aslında hepsini kendime söylüyorum. Zira konuşan kendine konuşur. Öğreten de, öğrenen de konuşanın kendisidir.
-Allah'ın işine bak. Asansörde kala kala bir filozof ile kaldım.
-Zoff iyi kaleciydi.
-Efendim?
-Boş verin.
-Benimle dalga mı geçiyorsunuz?
-Size sesimi duyuramıyorum hanımefendi. Biliyor musunuz, O da sizi hiç duyamaz. Çünkü siz onun hiç bilmediği bir yerdesiniz. Size ulaşamaz, sizi duyamaz, göremez. İstediğiniz kadar bağırın, istediğiniz kadar ağlayın, hiçbir şey fayda etmez.  

Teknik görevliler asansörün kapısını açtıklarında, dışarıdakiler sevinçten alkışlamaya başlamışlardı. Erkek gülümseyerek onlara "merhaba" dedi. Kadın ise kapının açılmış olmasından mutsuz olmuş gibiydi. Çünkü açılan kapının ardında onu aldattığını düşündüğü sevgilisini gördü. Yanında ise o kadın duruyordu. İçinden "hangi yüzle burada duruyor" diye geçirdi.

Erkek dışarı çıkmak için yöneldi. Kapının dışına bir adım attıktan sonra kadın ayağa kalkıp seslendi.

-Dur, nereye gidiyorsun?
-Onun yanına.

Erkek arkasını dönüp bir adım daha atınca kadın yine seslendi.
-Dur. Bana onun adını söyle.

Erkek gülümsedi ve dönüp, asansörün içindeki kadına cevap verdi.
-Onun adı Eskişehirspor. Saçları kafamdan damlayan kan kadar kırmızı, gözleri ise kömür karası. Kiminin sevgilisi, kiminin evladı, kiminin göz bebeği, kiminin her şeyi.
-Ne? Sen aşk diye saatlerdir bir futbol takımından mı bahsediyordun yani?
-Size söyledim. Aşk sizin anladığınız gibi bir şey değil.
-Biliyor musun, sen hayatımda gördüğüm en salak insansın.

Bu sırada, asansörün içindeki kadının dışarıda bekleyen sevgilisi, teknik görevlilerin arkasından sesleniyordu.
-Hayatım sen yanlış anladın. O benim kız kardeşim.

Sonra kız kardeşine dönerek, onu dürtükledi.
-Hadi sen de bir şey söylesene yahu.
-Abi dur ya, kadın bir kendine gelsin. Baksana kaç saattir içeride.

Asansörün içindeki kadın şaşkınlıkla "kız kardeşin mi" diye mırıldandı. Dışarıya doğru yavaşça hareketlenirken, asansörün kapısı hızla kapandı. Kadın panikle bağırmaya başlamıştı. Asansör hala kattayken, görevliler kapıyı açmak için ellerindeki çelik çubukları kullandılar. Kapıyı birazcık araladılar ama sanki bilinmeyen bir güç kapının açılmasına izin vermiyordu. Aralanan kapının ardında kadının büyümüş gözlerini gördüler. Kadın çığlıklar içinde "çıkarın beni buradan" diye yalvarıyordu.

Erkek, aralanan kapıya yaklaştı ve içerideki kadının duyabileceği şekilde fısıldadı.
-Aşkla yola çıkan sırtında dünyayı taşır. Aşksız yola çıkan ise beden diye bir ceset taşır.

Erkek arkasını dönüp giderken, önce çelik halatlardan birinin kopma sesi duyuldu. Asansörün betona sürtünen metalik sesiyle herkes telaşa kapıldı. Sonra çelik halatlardan diğerinin kopma sesi duyuldu. Asansör birdenbire aşağıya doğru yöneldi.

Kadının çığlıkları hızla uzaklaşıyordu.

Şehrin en yüksek binası, birkaç saniye sonra büyük bir gürültüyle sarsıldı.


***  

Bu yazı yazıldığında Eskişehirspor, TFF 1.Lig'in 14. sırasındaydı. Adı bile olmayan liglerde, eksi puanlarla kapatılacak sezonlardan sonra bile değişmeyecek bir aşkla Eskişehirspor'u karşılıksız sevenlere, onun derdini dert edinenlere, sırtında dünyayı taşıyanlara ithaf olunur.

Yazının sonundaki şarkıyı da, onlardan biri olan Ömer Uçar'ın isteği üzerine çalıyoruz. Şarkı, "bırak aşka dalsın ruhun" diyor.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder