2 Ocak 2018 Salı

Olgunlaşmak

Acı çekmeyen insan, olgunlaşmaz.
Konfüçyüs

***

Levent, küçüklüğünde babasının doğduğu topraklara gittiğinde yapmayı en çok sevdiği şey, dut ağaçlarını kale yaparak maç yapmaktı. Ama bu büyük bir ödüldü. Bu ödüle sahip olabilmesi için yan arazideki babasının amcasının çocuklarına yardım etmeli ve ahırdaki tezekleri (inek boku) temizlemeliydi. Çünkü maç yapabilmek için tüm çocukların işinin bitmesi gerekirdi. Ona saçma gelirdi, çünkü yaz tatiliydi ve çocuklar tatilde istediklerini yapabilmeliydi. Tezekleri temizlerdi ama yine de yetmezdi. Babasının diğer amcasının çocuklarına tütün toplarken yardım etmeliydi. Halil ve Halit ikizdiler ve onun yaşıtıydı. Onların abileri Ozan ve Mehmet ile yan yana oturup, topladıkları tütünleri ipe dizerlerdi. Sonra hava kararmaya yakın maç yapılır, akşam olduğunda elektrik olmadığından fener yardımıyla evin yolu bulunurdu.

Ülkenin başkentinde doğup büyümüş bir çocuk için ağır ve zor gelen işlerdi. Hep gıpta etti onlara. Nasıl başarıyorlardı bunu? Oysa Levent'in yapması gereken tek şey kendisi için ayrılmış, kendisine ait ev telefonu ve televizyonu olan bir odada iyi bir öğrenci olmaktan ibaretti. Yıllar sonra anlayacaktı, zorlukların ve acıların insanı olgunlaştırdığını.

Yıllar geçti. Lisedeyken, ikizlerin anneleri okul müdürüne tembih etmişti, ikisinden biri takdir alırsa ikisine de teşekkür belgesi verilsin diye. Her seferinde ikisi de takdir alıp, geliyorlardı. Sonunda Halil ve Halit onca işin arasında üniversiteyi kazanmış ve biri inşaat mühendisliği diğeri fizik okumaya İstanbul'a gitmişlerdi. Ailenin geri kalanı da, onların arkasından gelmişlerdi.

Levent, onların İstanbul'daki evlerine gitti. Kış aylarıydı. İstanbul'un gecekondu semtlerinin birindeki, üç katlı apartmanın bir dairesiydi. Hayatının en güzel kahvaltısını orada yaptı. Evin soba yanan tek noktası mutfakta, donmuş kavurma ve sıcak ekmek. Hem de yer sofrasında. Dahası, hiçbir olumsuzluğu sorun etmeden gülümseyen insanların arasında. Onların arasında kendisini huzurlu ve mutlu hissediyordu. "Keşke " dedi çocuk aklıyla, "onların kardeşi olsaydım."

Yine yıllar geçti. 
Sonra bir haber geldi. Ozan hastaydı. Ameliyat olması gerekiyordu ama masada da kalabilirdi. Ozan, ameliyat öncesi sevdikleriyle vedalaştı. 
Ozan masada kaldı. 
Levent onu son bir kez daha görebilmek için, camide yüzüne baktı. Ozan ona bakan herkese gülümsüyordu.

Yas evinde Levent, Ozan'ın eşi Ayşe'yi alnından öpüp, elini tuttu. Başka da yapacak bir şey yoktu zaten.

Sonra bir kaç yıl geçti. 
Ozan'ın eşi Ayşe hastaydı. Levent, durmadan yaradana yalvarıyordu. 4 tane çocuk var Allahım, o çocukları bu kadar erken olgunlaştırma.

Sonra bir kaç gün geçti.
Ayşe'den haber geldi. Sevdiğinin yanına, cennete doğru yola çıkmıştı.

Diyeceğim o ki, her gece sevdiklerinize sarılıp, öyle yatın. Varsa bir hayaliniz, gerçeğe dönüşmesi için yarını beklemeyin, hemen harekete geçin. Hayat sizi olması gerekenden önce olgunlaştırmadan. Biliyorum, o gün geldiğinde henüz erkendi diyeceksiniz.

Ve ben, isimleri değiştirmiş olsam da, gerçek bir hikaye yazmaktan nefret ediyorum.

***

Müziğin ruhumuza iyi geldiğini düşünürüm. Bu yüzden bu blogda her yazıdan sonra bir şarkı çalarız. En kötü günümüzde bile, ruhumuza iyi gelsin diye. Bu şarkıyla ilgili linklerin birinin altındaki yorumların en başına iliştirilen bir yorum var. 2 ay önce eşi Melisa'yı kaybettiğini söyleyen ve onu hala çok sevdiğini söyleyen bir adam. Yorumun altında bir sürü güzel insan, onu tanımadan, aralarındaki mesafeye rağmen, onun acısını paylaşıyordu.

Anne ve babasını bir kaç yıl arayla kaybeden, ilkokul çağındaki bir çocuğa bunu nasıl anlatacağız bilmiyorum ama ne olur, her gece sevdiklerinize sarılıp yatın. Onları koklayıp yatın. Acılar bizi daha da olgunlaştırmadan, yarın olmayacakmış gibi. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder