4 Şubat 2013 Pazartesi

Değişim

Ahmet’in babası, küçükken annesini terketmişti. Annesi onu her türlü zorluğa rağmen okutmuş, yetiştirmişti. Üstün futbol yeteneklerine rağmen, annesiyle yaşadığı şehirden ayrılıp, daha iyi bir kulüpte oynamayı sadece hayal edebiliyordu. Çünkü annesi, birkaç sene önce geçirdiği rahatsızlıktan sonra felç olmuş ve tekerlekli sandalyeye mahkum olmuştu. Bu durum annesinin psikolojini etkilemiş, evden çıkmak istemeyen, içine kapanık bir kadına dönüşmesine neden olmuştu. Futboldan kazandığı paralar sayesinde, annesinin ihtiyaçlarını giderebilmesi için işe aldıkları Dora adında, yabancı uyruklu bir yardımcıları vardı. Ancak annesinin en iyi arkadaşı oğluydu. Ahmet bunu bildiği için, annesini bırakıp başka bir kente gidemiyordu. Annesi, yaşadığı kenti terketmek bir kenara, evinin bahçesine dahi çıkmak istemiyordu. Ama bu sefer gelen teklif muazzamdı. Mevcut takımında kazandığından üç kat fazla para önerilmişti. Annesiyle konuştu. Ona, haftada iki gün yanına geleceğine dair söz verdi. Annesi, oğlunun gözlerindeki ışıltıya dayanamadı, “git oğlum” dedi.

Küçüklüğünden beri trenle seyahat etmeyi çok seviyordu. Gideceği şehre, saat başı hızlı tren seferi vardı. Araba yerine trenle gidip gelmesi daha kolay olacaktı. Dora’nın rahatca alışveriş yapabilmesi için arabasını evde bıraktı.

Komşu şehrin futbol kulübüne, çok büyük bir meblağ harcanarak transfer edildiğinde 24 yaşındaydı. Artık şehrin yıldız futbolcusuydu. Annesiyle helalleşip, transfer olduğu kulübün olduğu şehre doğru gitmek üzere, tren istasyonuna gitti.

İki ay geçmişti. Artık ligler başlamıştı ama onca para harcanarak alınan bir futbolcudan beklenmeyecek bir formu vardı. Ahmet, haftada iki gün annesinin yanına gidip gelmeye devam ediyordu. Annesinin gün geçtikce mutsuzlaşmasına dayanamıyor, hep onu düşünüyordu.

Kendi sahalarında kaybettikleri lig maçından hemen sonra, üstünü giyinip trene koştu. Kompartımandan içeri girdi. Tanınan bir futbolcuydu ve mahcup bir şekilde yerine doğru yürüdü. Tüm gözler onun üzerindeydi ama O, kimsenin yüzüne bakamıyordu. Biletinin üzerinde yazan koridor tarafındaki 9B numaralı koltuğu buldu. Cam kenarındaki koltukta ise çok güzel bir kadın oturuyordu. Kadınla göz göze geldiler. Kadın sanki Ahmet orada değilmiş gibi hemen kafasını çevirdi. Bu alışık olmadığı bir durumdu. Ünlü bir futbolcu olduğundan, uzun ve rahatsız edici bakışlardı, onun alışık olduğu. İçinden “sanırım beni tanımıyor” dedi. Oysaki, kadın onu tanımış ve; “otura otura, bütün maç küfür ettiğim adam geldi yanıma oturdu” diye içinden hayıflanmıştı.

Tren hareket ettikten bir süre sonra, servis başladı. Servis arabası Ahmet’in yanına gelince, yanındaki kadın “kahve lütfen” dedi. Servis elemanı sordu;
-Ahmet bey siz bir şey alır mısınız?
-Hayır, teşekkürler.
Servis elemanı kahve suyunu hazırladı ve kadına uzattı. Kadın ise ona parayı. Elleri havada çarpıştı. Kahve, Ahmet’in bacaklarına döküldü. Ahmet büyük bir acıyla bağırdı. Servis elemanı panik içinde telsizle durumu tren doktoruna bildirdi. Kadın büyük bir telaşla, “hemen pantolonunuzu çıkarın” diye bağırdı. Ahmet’in canı çok yanıyordu. Oracıkta pantolonunu aşağıya indirdi. İki bacağı da kıpkırmızı olmuştu. Tren doktoru geldiğinde, Ahmet’in başına kalabalık toplanmıştı. İç çamaşırıyla otururken, insanlara rezil olduğunu düşünüyordu.
-Açılın lütfen.
-Doktor bey, canım fena yanıyor.
-Müsaade ederseniz bakayım.

Servis elemanı;
-Lütfen beni affedin efendim, sizden çok özür diliyorum.
“Hayır hayır bu benim suçumdu” dedi kadın. Tren güvenliği gelip, Ahmet’e şikayetçi olup olmadığını sorduğunda, Ahmet “benim suçumdu” dedi. Onun bu yaklaşımı kadını çok etkilemişti. Servis elemanı işinden olmasın diye Ahmet'in yaptığına saygı duymuştu.

Doktor, Ahmet’in bacaklarına yanık merhemi sürdü ve trenden inince hemen hastaneye gitmesini öğütledi.

Tren istasyona geldiğinde, pantolonunu tekrar giydi. Ayağa kalkıp, eşyalarını almak için yukarı doğru uzandığında, kadın, “lütfen müsaade edin, size yardım edeyim” dedi. Kadın Ahmet’in çantasını yukarıdan aldı ama Ahmet’e vermedi.
-Sizi hastaneye götürmek istiyorum. 
-Buna gerek yok.
-Lütfen ısrar ediyorum. Arabam park yerinde. Hemen gideriz.
-Size rahatsızlık vermek istemiyorum. Kendim giderim.
-Bunu yapmazsam kendimi hep suçlu hissedeceğim. Lütfen itiraz etmeyin.
Ahmet gülümsedi ve “tamam” dedi.

Kadınla beraber, park yerine yürüdüler. Mercedes marka, beyaz bir araçtı. “Maddi durumu iyi” diye düşündü Ahmet. Kadın kapıyı açtı, Ahmet ön koltuğa oturdu. Hastanede gerekli müdahale yapıldıktan sonra, kadın Ahmet’e sordu;
-Şimdi nereye?
-Ben buradan taksiyle giderim.
-Kesinlikle olmaz. Gideceğiniz yere kadar sizi götüreceğim, lütfen söyleyin.
-Annemin evine gideceğim.

Ahmet kadına yolu tarif etti. Yol boyunca ikisi de bir şey konuşmadı. Evin önüne geldiklerinde, kadın Ahmet’e;
-Size tüm bu acıyı çektiren kadının adını sormadınız.
-Siz de bu acıları yaşattığınız adamın adını sormadınız.
-Benim adım Özlem. Sizden son kez özür diliyorum. Umarım beni affedersiniz.
-Ben de Ahmet. Bu tamamen bir kazaydı. Buraya kadar getirdiğiniz için teşekkür ederim. Sizi içeri davet edip, bir kahve ikram etmek isterdim ama...
-Hayır hayır. Yeni bir kahve macerası yaşamak istemiyorum” diyerek gülümsedi kadın.
Tokalaştılar ve Ahmet eve girdi. 

Aradan iki hafta daha geçmişti. Ahmet hala formsuzdu. Hala istenilen performansı gösteremiyordu. Ve takımı son üç haftada olduğu gibi, bir kez daha yenilmişti. Kulüp başkanı, onunla özel olarak görüşmüştü. Kendisine çeki düzen vermesi gerektiğini anlatmıştı. Kulüp başkanı babacan bir adamdı. Ona “bilmemiz gereken bir sorunun varsa, yardımcı olayım evladım” dedi. Anlatmak istedi ama anlatamadı. Kendisini bir an önce toparlayacağına dair söz verdi.

Ahmet, başkanla yaptığı görüşmeden sonra, annesine söz verdiği gibi, yine tren biletini alarak yola koyulmak için harekete geçti. Elindeki bilete bakarak, kompartımanda numarasına doğru ilerledi. Her zaman olduğu gibi bütün gözler üzerindeydi. Oturması gereken koltuğun önüne geldiğinde, başında kapüşon olan birisi vardı.
-Müsaade eder misiniz lütfen.
Kapüşonlu kişi kafasını kaldırdığında, onun Özlem olduğunu gördü.
Özlem;
-“hadi canım” dedi.
Ahmet;
-“büyük tesadüf” diye gülümsedi.
Özlem cam kenarına doğru kaydı, sonra tokalaştılar. İkisi de bu rastlantıya şaşırmıştı. Artık tanışma zamanı gelmişti. Özlem, hukuk fakültesi son sınıfta okuduğunu, haftada bir ailesini görmek için hafta sonu şehre geldiğini anlattı. Ahmet ise futbolcu olduğunu söyledi. Aslında herkesin onu tanıdığını, Özlem’in onu tanımıyor olmasına şaşırdığını anlattı. Özlem, ona futboldan anlamadığını söyledi. Bu konuşmalar sürerken servis elemanı geldi. Ahmet’i görünce hızlı adımlarla servis arabasını sürdü. Ahmet arkasından seslendi;
-Afedersiniz, bir kahve alabilir miyiz?
Servis elemanı elleri titreyerek kahveyi hazırladı. Ahmet kahveyi dikkatle aldı ve parasını uzattı. Gülümseyerek “teşekkür ederim, üstü kalsın” dedi. Kahveyi Özlem’e verdi.
-Kahve için teşekkürler. Cesaretinize hayran kaldım. Anlatın bakalım, madem futbolcusunuz, neden takımdan ayrılıp, bu kadar sık seyahat ediyorsunuz.
-Bu aslında biraz özel bir konu.
-Anlatmak istemiyorsanız saygı duyarım.
O sırada içindekileri birilerine dökmesi gerektiğini hissetti. Ve bu kişinin futboldan anlamayan, onu tanımayan birisi olması onu anlatmaya teşvik etti.
-“Annem” diye başladı.
Ahmet, yolculuk boyunca annesinin durumundan, babasının onları terk etmesine kadar hemen her şeyi Özlem’e anlatmıştı. Özlem onun anlattıklarından etkilenmiş ve annesine bu kadar bağlı olmasından memnun olmuştu. Çünkü kendisi de ailesine çok önem veriyordu. Annesi ve babasına sonsuz bir sevgi ile bağlıydı. Tüm arkadaşları hafta sonlarında gününü gün ederlerken, Özlem her haftas onu ailesinin yanında olmaktan mutlu oluyordu. Tren gara girdiğinde, Ahmet Özlem’e dedi ki;
-Hep ben konuştum, sizi sıkmış olabilirim.
-Hayır, bunları bana anlatmanızdan mutlu oldum.
-Açıkcası bunları birisine anlatmak bana da iyi geldi.

Beraber trenden indiler. Ahmet, “iyi akşamlar” dedikten sonra, “hadi gelin sizi bırakayım” dedi Özlem. Ahmet bu teklife direnmedi.

O günden sonra, Ahmet trene her bindiğinde yeni bir tesadüf olması için dua ediyordu. Ama bir daha hiç denk gelmediler. Tüm sırlarını paylaştığı kadına, gizliden gizliye tutulduğunu anladı. Telefon numarası bile istememişti ve buna her geçen gün pişman olmaktaydı.

Günlerden birgün, Ahmet annesini aradı.
-Anneciğim yarın geleceğim yanına. Nasılsın iyi misin?
-“Yavrum yarın gelme, işim var, haftaya gelirsin” dedi annesi.
Ahmet buna anlam veremedi.
-Anneciğim, ne işin var anlamadım.
-Yarın gelme yavrum. Yarın sinemaya gideceğim. Oradan da yemeğe gideceğim.
-Anne sen iyi misin ne sineması, ne yemeği?
-Yeni bir arkadaşım var. Onunla takılacağız.
-Kimmiş bu arkadaşın, merak ettim.
-Sen nereden tanıyacaksın oğlum, ben de yeni tanıdım zaten. Makyaj malzemesi satıyormuş. Ücretsiz makyaj yapıp, ürün tanıtımı yapıyorlarmış. Ay bir tatlı kız sorma gitsin. İyi ki içeri al demişim Dora’ya. Bütün gün beni nasıl güldürdü anlatamam. O da beni çok sevdi herhalde, bir kaç gündür gelip makyaj yapıyor, para da almıyor. Dün bana “bu kadar makyaj yapıyoruz, bu güzelliği herkes görmeli” dedi. Beni alıp dışarı çıkaracakmış. “Benden geçti kızım” dedim ama dinlemedi. İlla ki “geleceğim teyzeciğim” dedi.
-Anneciğim kimmiş, neciymiş, tanımadığın insanlarla nerelere gideceksin?
-Adı Ebru’ymuş. Zaten Dora da gelecek. Üçümüz gideceğiz. Merak etme.

Annesinin uzun süre sonra dışarı çıkacak olmasına sevinmişti. Aradan haftalar geçmesine rağmen, Ahmet annesinin yanına gitmedi. Dahası annesi gelmesini istemiyor, kendisini futbola odaklamasını istiyordu. Gün geçtikce annesinin, eskiden olduğu gibi mutlu ses tonu, içini rahatlatıyordu. Annesi artık içine kapanık, hayata küsmüş bir insan değildi. Hatta bir keresinde, “belli mi olur belki sana süpriz yapıp, bir maçını izlemeye bile gelirim” dediğinde, uzun süredir bu kadar mutlu olmadığını hissetti.

Ondan sonra annesinin yanına, sezon sonuna kadar sadece üç defa gitti. Annesinin hayatını değiştiren Ebru ile tanışmak, ona teşekkür etmek istedi. Ama hiçbirinde onunla yüz yüze gelemedi. Ahmet de, bir zarfın içine yüklü bir çek ve bir teşekkür notu yazıp, Dora’ya verdi. Bu zarfı Ebru’ya ulaştırmasını istedi. Ama Ebru zarfı iade etmişti. Zarfın içine de, şu notu bırakmıştı; “değişim sadece içeriden açılabilen bir kilittir.”

Sezon sonunda takım, Avrupa Kupaları’na katılmayı sağlayacak bir derece almıştı. Kulüp başkanı, evinde tüm takıma bir parti vereceğini ve herkesin ailesiyle katılmasını istediğini duyurdu. Ahmet, evine gidip annesine durumu anlattı.
-Benim ailem sensin. Beni orada yalnız bırakma lütfen.
-Tabii yavrucuğum, seni hiç yalnız bırakır mıyım.

Ertesi gün, annesiyle birlikte trene bindiler. Kulüp başkanının evine gecikmeli de olsa geldiler. Ahmet, annesinin tekerlekli sandalyesini iterek başkanın harika evinin bahçesindeki partiye giriş yaptı. Tüm takım onun geldiğini görünce alkışladı. Kulüp başkanı yanlarına geldi.
-“Ahmetcim, annenin bu kadar güzel olduğunu söylememiştin bize” diyerek, annesinin elini öptü.
-Teşekkür ederim beyefendi, çok naziksiniz.
-Biliyor musunuz hanımefendi, bugün aslında iki şeyi kutluyoruz. Birincisi, başkanı olduğum futbol kulübü, yıllar sonra Avrupa Kupaları’na katılmaya hak kazandı. Oğlunuzun bu noktadaki payı çok büyük. Onunla gurur duyuyoruz. Diğeri de evladım üniversiteyi bitirerek beni gururlandırdı.
-Ne mutlu size. O da burada mı?
-Evet evet buralardaydı. Hah arkada. Gelin gidelim yanına da, sizi tanıştırayım.

Başkan, arkası dönük halde, diğer konuklarla sohbette olan evladının yanına geldiğinde, onu tanıştırmaya başlamıştı.
-“İşte bu benim biricik kızım” diyerek omuzuna dokundu. Kız döndüğünde;
Ahmet, “Özleem” dedi.
Annesi ise aynı anda, “Ebruu”

***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder