28 Temmuz 2012 Cumartesi

Sen Ağlama


Tanıdığım herkes için çok sıradan bir gündü. Ama, benim ve kızım için farklı ve önemli bir güne başlıyorduk. Kahvaltıyı hazırlamak için mutfağa yöneldim.  Kızım Merve, gözlerini ovuşturarak yanıma geldi.
-Anne ben daha acıkmadım.
-Ama biliyorsun, hemen bir şeyler yiyip, çıkmak zorundayız.
-Yolda yesek olmaz mı anne?
-Tamam güzel kızım, biz de yolda durup kahvaltı yaparız.

Hiç giymesek de, her sene yeni sezon formalarımız olurdu evimizde. O gün ilk defa o formalardan bir tanesini üzerime geçirdim. Merve de, seçimini yaptı.  Bir pazar sabahına yakışır sessizlikteki sokağımıza çıkıp, arabamıza bindik. 
-Mervecim, cd çantasında marşların olduğu bir cd var mı?
-Anneciğim buradaki tüm cd’lerin üzerinde marşlar 1, marşlar 2 filan yazıyor zaten.
-Ehh o zaman ver bir tanesini de havaya girelim.

Yolumuz uzundu nasıl olsa. 3 saat vardı takımımızın şehrine gitmeye. Bütün cd’leri dinleyecek zamanımız vardı. Yolda, durup güzel bir kahvaltı yapmak istedik. Yol kenarında bir tesise girip, camın kenarına oturduk. Hemen arkamızdan, bizim gibi formalarını giyip maça gitmek için yola düşen bir ailenin, arabadan indiğini gördüm. İçeri girdiler ve üzerimizdeki formanın çekim etkisiyle olacak ki, yanımızdaki masaya doğru yöneldiler. Yaşlı kadın “merhaba” dedi. Ben de “merhaba” diye karşılık verdim. Kızıma bakarak “Ayyy sen ne güzel kızsın böyle” diye  yanımıza geldi.
-İsmin ne senin?
-Merve
-Ahhh benim de kızımın ismi Merve biliyor musun? Kızııım bak bir Merve de burada var.
diye seslendikten sonra kendini tanıttı.

-Merhaba ben Aynur.
-Memnun oldum ben de Aslı.
-Siz de bizim gibi erkencisiniz. Fanatiğiz sanırım.
-Aslında pek öyle sayılmaz.
-Veysel efendi, gelin buraya da beraber oturalım. Bak anne-kız maça gidiyor, yalnız bırakmayalım onları. Aslı, kızım senin için bir sakıncası yok değil mi?
-Yooo lütfen, buyrun.
-Selam ben Veysel, bu da kızım Merve. Bu yakışıklı da Ayhan.
-Memnun oldum, oturun lütfen.

Biz bir tost yer, bir bardak çay içeriz diye durmuştuk ama bu cana yakın aile ile epeyce oturduk orada. Hiç bilmediğim konulardan konuşuyorlardı. Hep maç, hep takım. Ama o kadar içtendiler ki, onları dinlerken bir saatin geçtiğini fark etmemişim bile.
-Aslı, kızım, bu yeni aldıkları kaleciyi nasıl buldun?
-Efendim inanın bilmiyorum.
-Peki ya, takımın as futbolcusunu bedavaya elden kaçırmalarına ne diyorsun. Olacak şey değil yahu.
-İnanın benim bu konular hakkında yorum yapacak kadar bilgim yok.

Aile bireyleri kendi aralarında hararetli bir şekilde tartışırlarken, yeni transferlerin kimler olduğunu, geçen sene ligi kaçıncı bitirdiğimizi, kimlerin takımdan ayrıldığını, yönetimin neleri doğru, neleri yanlış yaptığıyla ilgili birçok bilgiyi edinmiştim.

-Veysel amca, konuşurken zaman epey ilerlemiş.
-Doğru söylüyorsun Aslı kızım. Garsooon, hesap.
-Veysel amca lütfen, kabul edemem.
-Hiç olur mu kızım. Taraftarımıza iki bardak çay ısmarlatmayacak mısın bana?
-Peki, teşekkür ederim.

Şehre vardığımızda, arabayı stadın yakınlarına bir yere park ettim. Merve, yolun kalan kısmında mışıl mışıl  uyumuştu. Onu uyandırıp, yürüyerek şehri turlamak üzere, arabadan indik. Herkes tek tip giyinmiş, şehirde tur atıyorlardı. Hangi sokağa girsek, hangi caddeden geçsek, herkesin üzerinde bizimle aynı renkte forma vardı. Herkes ailesiyle birlikte el ele, kol kola formalarıyla, atkılarıyla sokaklardaydı. Ufak çaplı bir karnavaldı bu. Bu muazzam görüntülerden etkilenmemem mümkün değildi. İçimden “Aslı sen ne yaptın?” diye geçirirken kendimi topladım ve Merve’ye;
-Hadi gel nehrin kenarına gidip, soğuk bir şeyler içelim ne dersin ha?   demeyi başardım.

Maç saati yaklaştıkça, stada doğru giden yoldaki kalabalık da artmaya başlamıştı. Sezonun bu ilk maçına yoğun ilgi vardı. Stadın önüne geldiğimizde, elimi çantama götürdüm. Cüzdanımın içinde üç adet kombine kart vardı. O sırada yanıma 15-16 yaşlarında bir çocuk geldi. “Abla bana da bilet alır mısın” dedi. Üçüncü kombine karta son bir kez baktım ve “al canım bu senin olsun” diyerek ona verdim. Hayatında aldığı en büyük hediyeyi almış gibi, bir çığlık attı ve koşarak maça girmek üzere yanımızdan uzaklaştı.

....

Maç bitmişti. Tek golle kazanarak sezona başlamıştık. Artık her şeyi daha iyi anlamaya başlıyordum. Bu bağımlılığın içine, bugüne kadar çekilmemiş olmamın en büyük nedenini, o güne kadar hiç deneyimlememiş olmama bağlıyordum. Maçtan çıkarken merdivenlerde, yolda tanıştığımız Veysel amcanın ailesiyle karşılaştık. Birbirimize sarıldık ve maç boyunca defalarca söyleye söyleye öğrendiğimiz şarkıyı, hoplaya zıplaya oracıkta yeniden söylemeye başladık. Merve hala benden daha fazla bağırabiliyordu. Çünkü benim ses tellerimde artık derman kalmamıştı. 

-Anne, babamın yanına şimdi mi gideceğiz?
-Evet kızım. Hadi hemen gidelim ona da anlatalım.
-Biliyorsun ona anlatınca çok şaşıracak.
-Bilmez olur muyum? Şaşkınlıktan küçük dilini yutacak.

Gülüştük ve yola koyulduk. İkimiz de yorgun ama bir o kadar da huzurluyduk. Sonunda Mehmet’in yanına ulaştığımızda hava kararmak üzereydi. Ona maçı anlattık. İnsan arabaya bir tane müzik CD’si koyar, her CD’de marş var diye dalga geçtik. Merve, tribünde yeni öğrendiğimiz şarkıyı söyledi. Veysel amcanın ailesiyle nasıl tanıştığımızdan bahsettik ve “artık her maç buradayız” diye, söz verdik. Son olarak ondan özür diledim. Onu hiç anlamaya çalışmadığım için, bana aldığı formaları bir kez bile giymeye tenezzül etmediğim için, evin orasına burasına astığı bayrak, flama ve posterlere tepki verdiğim için. Ve daha bir çok şey için.

Sonra...

Yanımızda getirdiğimiz çiçekleri, toprağına ektik... 

Su döktük üzerine... 

Baş kısmından, ayaklarına doğru...


Hiç ayrılmak istemedik ama dönmeliydik artık. Ayağa kalktım. Merve hala babasının yanında  oturmuş, toprağa elini sürüyordu. Birisinin güçlü olması gerekiyordu;
-“Hadi güzel kızım, daha onca yolu geri döneceğiz.

Arkamızı dönüp giderken, birkaç adım sonra, ileride birilerinin bize baktığını gördüm. Hava karardığı için tam olarak seçemiyordum. İçlerinden birisi bize doğru yaklaşırken diğerleri yerinde kaldı. Bu gelen Veysel amcanın oğlu Ayhan’dı. Veysel amcaların orada ne işi vardı? Şaşırmıştım. Ayhan, bana bir kağıt mendil ve katlanmış bir kağıt parçası uzatıp gitti.  Kağıdın üzerindeki yazı, Mehmet’in el yazısıydı;

- Hani “sen o takımı benden daha fazla seviyorsun” demiştin ya. Hani “hayır seni o kadar seviyorum ki, ölsem de, gelir gözlerinden yaşlarını silerim” demiştim ya. Şimdi sil şu gözyaşlarını da, geç olmadan evimize dön. 


***
Badem - Sen Ağlama

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder