5 Eylül 2017 Salı

Taksitli Krampon'un Hikayesi

23.9.2012 tarihinde yayınlanan Sabah gazetesi pazar ekinde gazeteci Sonat Bahar'ın, Ediz Bahtiyaroğlu'nun ailesiyle yaptığı röportajı okumuştum. O gece evdeki herkesin yatmasını beklemiştim. Yazı yazacaksam hep böyle yapardım. İyi ki de öyle yapmışım. Yazıyı yazarken klavyenin üzeri gözyaşlarıyla sırılsıklam olmuştu. Eğer eşim uyanıp da çalışma odama gelse, o halimi görse bana bir daha yazı yazmayacağıma dair yemin ettirirdi. Sabaha karşı yazıyı yayınladım ve bir iki saat uykudan sonra işe gittim. Ertesi gün yazı neredeyse her forumda, her haber sitesinde yer alıyordu. Sosyal medyadan bana uyarılar geliyordu. "Abi senin yazıyı imzasız yayınlamışlar" diye ihbar ediyorlardı. Sabri Ugan abimiz o günlerde Radyospor'da, blogda yazdığım hikayelere yer veriyordu. Hikayeleri bir tiyatro sahnesindeymiş gibi canlandırıyordu. Sabri Abi birkaç gün sonra Ediz'in gerçek hikayesini radyoda okudu. O günden sonra daha fazla insan Ediz'i tanımaya başlamıştı. Sabri Ugan'ın anlatımını Soundcloud'a yükledikten sonra Youtube'da ve Facebook'da paylaşımlar artmaya başladı. Bugün hemen her takımın taraftarı Ediz'in gerçek hikayesini biliyor ve onun arkasından rahmet okuyor. Bunu öncelikle Sonat Bahar'ın yaptığı röportaja borçluyuz, ondan sonra da Sabri Ugan'a. Ve elbette bu paylaşımları yaparak Ediz'in hikayesinin yayılmasını sağlayan herkese. O röportajı aşağıya koyuyorum ki, yıllar yıllar sonra da okunabilsin.

Yazıda da belirttiğim gibi, bu hikaye onun anısını her daim canlı tutmak ve onu herkesin daha iyi tanıması için yazılmıştır. O yüzden bu yazıyı alın, isterseniz altına imzanızı atıp, kendi blogunuzda yayınlayın. Yeter ki, Ediz'in ne kadar güzel bir insan olduğunu herkes okuyabilsin ve öğrenebilsin


***


Eskişehirspor'da top koşturan Ediz Bahtiyaroğlu'nun hayata gözlerini yumması Türkiye'yi ağlattı. Ama ateşin büyüğü Bahtiyaroğlu ailesinin Bursa'daki evine düştü. Ediz'in kısacık ömrü büyük bir mücadeleye sahne olmuştu aslında. Onun, futbolcu olmak için geçtiği yolları ailesi sadece Pazar SABAH'a anlattı


Eskişehirsporlu Ediz Bahtiyaroğlu kalp krizi geçirip hayata gözlerini yumduğunda henüz 26 yaşındaydı. Genç futbolcunun ölümünün üzerinden 20 gün bile geçmedi. Türkiye, Ediz'in ölümüyle adeta şoka girdi. Ankaraspor'da yıllarca top koşturan, ardından Eskişehirspor'da oynamaya başlayan Ediz için, doğup büyüdüğü Bursa'da cenaze töreni düzenlendi. O günden beri Ediz Bahtiyaroğlu'nun ailesinin durumunu merak ediyordum. Çünkü gencecik, binbir umutla yetiştirdikleri oğullarını kaybetmişlerdi. Kimbilir ne zorluklar, ne umutlarla doluydu yaşamları... Bosna'dan göç eden işçi bir babanın oğlu olan Ediz'in kısa hikayesi zor olmalı diye düşünüyor insan... Ailenin Bursa'daki taziye evine gittiğimizde, onları dinleyince anladık ki, gerçekten de zor bir haüyat olmuş... Ediz'in hikayesini gözyaşları içinde dinledim. Baba Bosna'dan göç ettiğinde, dil bilmediği için bir fabrikada işçi olarak çalışmaya başlamış... Anne, üç çocuğunu gözünden bile sakınarak büyütmüş. Yedi yaşında futbolcu olmaya karar veren ve bu uğurda kar kış demeden uğraşan minik oğlu Ediz'in hayallerinin peşinden koşmasına izin vermiş, ama bir yandan da fakirlikle mücadele etmiş. Anne Ayten Bahtiyaroğlu, yıllarca beş kuruş kazanmadan top koşturan oğlunun çamurlu kramponlarını her akşam yıkamış, eline üç kuruş para geçtiğinde, oğlu güçlensin diye et almış. Ediz, futbol oynayarak çok kazanan onlarca isim gibi, zorlu yollardan geçmiş... Ama geçmişini unutmamış. Para kazanmaya başladığında onu bu yolda hiç yalnız bırakmayan annesine adamış her şeyini. Belki de bu yüzden ölmeden kısa bir süre önce aldığı Porsche'sini bile annesinin üzerine yapmış... Ediz Bahtiyaroğlu'nun gencecik yaşta biten azim dolu hikayesini annesi Ayten, babası İsmail, ablası Ebru ve ağabeyi Engin Bahtiyaroğlu anlattı.


- Bosna'dan ne zaman geldiniz? 
- İsmail Bahtiyaroğlu (Baba): Ben 13 yaşımdaydım Türkiye'ye geldiğimde. Türkçe bilmiyordum, okula da gidemedim, işçi olarak girdim bir fabrikaya. Sonra evlilik falan, üç çocuğum oldu. En küçüğü Ediz'di. Çocuklarımızı büyük zorluklarla büyüttük. Ediz doğduğunda 31yaşımdaydım. Oğlum o yaşlarını göremedi (ağlıyor). Ben de gençlik yıllarımda futbol oynardım. Spor sevgisi genetik. 
- Ebru Bahtiyaroğlu (Abla): Ediz küçücüktü, çorapları birbirinin içine sokup futbol topu yapar, onlarla oynardı. Yedi yaşlarındaydı, kendi kendine futbol takımlarına kayıt yaptırırdı. 


- Küçüklüğünü biraz anlatır mısınız?
- Ayten Bahtiyaroğlu (Anne): Sigorta hastanesinde doğurdum ben Ediz'i. Çok mutlu olmuştum doğunca. O kadar güzel bir bebekti ki, 4 kilo 400 gram. Bembeyaz, renkli gözlü. Dünyalar benim oldu. Bakmaya kıyamazdım, çok zorluklarla büyüttüm. Babamız işçi, ben evde onların başında. Daha karnımdayken tekme atıyordu. Babası 'Bu topçu olacak,' diyordu. Büyüdü, sekiz yaşında mahalle aralarında top oynamaya başladı. Komşular rahatsız oluyordu, 'Ediz oynama,' diye bağırırdım. Rövaşata yaparken resimleri var hep. Önce mahallenin futbol kulübü Güvenspor'da oynadı. Okula giderdi ama kitapların kapağı hiç açılmazdı. Sabah erkenden kendi kalkar, kahvaltısını eder, top oynamaya giderdi. Okulla işi yoktu. 

- Küçük yaşta, kim götürüp getiriyordu antermanlara? 
- A.B: Kendi çabasıyla, kendi başına gidip gelirdi. Karda kışta yürüyerek giderdi. O kadar seviyordu ki futbolu, o yol gözünde büyümezdi. Ben küçüklüğünden beri hep: 'Oğlum oku, futbolu boşver,' derdim. Erkek Lisesi'nde okuyordu. Tarih hocası beni toplantıya çağırdı, 'Bunların sırası boş,' diye fırça attı. 'Bunların kafası boş, hepsi derste uyuyor,' diye kızdı.

- Ama o futbolcu olmayı kafasına koymuştu...
- A.B: Tabii... Hiçbir şey istemezdi, krampon isterdi. Bizim de alacak paramız yok. Krampon almak için yalvarırdı, giyim kuşam istemezdi. Kıyamazdım, gider alırdık babasından gizli. Taksitle krampon alırdık. Bana söz verirdi, 'Anne bak ilerde saraylarda yaşatacağım sizi, kurtaracağım,' derdi. O sırada Ediz'in okulla işi yok, ama kızım Ebru ve diğer oğlum Engin okuyor. İyi de okuyorlar. Zaten Ebru makina mühendisi oldu, oğlum tarih öğretmenliğini bitirdi. Ediz de futbolcu işte... 

- Ne zaman para kazanmaya başladı? 
- A.B: Beş sene süründü, Bursaspor'da profesyonel oldu, 100 milyon lira verdiler o zamanın parası. 16 yaşında falan.

- Ne yaptı ilk parasıyla? 
- A.B: 10 milyonunu kendine aldı, 90 milyon lirayı bana verdi, market alışverişi yapmam için. 'Dolabı donat,' dedi (ağlıyor). Parasını alıp bana verirdi. Ben ona muzunu, mandalinasını, etini alırdım. Bizim yememiz önemli değil, onun kuvvetli olması lazımdı. 
- Engin B (Ağabey): Kafası da ticarete çalışırdı. Okulla ilgisi olmadığı için kitapları tertemiz olurdu yıl sonunda. Onları satardı. Kitaplar hiç açılmamış ki sene boyunca. 

- Tüm çocuklarınız zorlukla büyümüş... 
- A.B: Evet tüm çocuklarım zorluklarla mücadele etti. 

- Ne zaman rahat ettiniz? 
- A.B: Ediz Ankaraspor'a gitti. O zaman rahat etmeye başladık. Aslında hiç istemedim, 'Sensiz duramam oğlum,' dedim. Ama para kazanması lazımdı, gitti. Ankara'ya gittiğinde, 16 yaşındaydı. İki arkadaşı daha gitti, onlar annesiz yapamadı döndüler. Benim oğlum bizim için kaldı. Geceleri yorganın altında ağlarmış, bizim özlemimizle. Ama bizim için direndi, para kazanmak istiyordu futboldan. Çok uğraştı çünkü. O zamanlar Keçiören'den 2 milyar lira aldı, onu bize gönderdi. Keçiören üçüncü ligdeydi, Ediz'in golüyle ikinci lige çıkmışlardı.

- Siz üzülmediniz mi küçük yaşta sizden ayrı kaldığı için ağlamasına... 
- A.B: Üzülmez olur muyum? Ama buraya dönse yapacak hiçbir şeyi yok. 'Duracaksın anneciğim, büyük futbolcu olacaksın,' diyordum. Bir gün Keçiören'deki hocasına, 'Jandarma getireceğim, beni salın,' demiş. Hocasıyla konuştuk, 'Bari Merinosspor'a gönderelim,' dedi. İstemedi. Bursaspor'a gelmek istiyordu. O bizsiz duramazdı.


- Yeğeni dünyaya gelmiş. Görebildi mi onu? 
- A.B: Göremedi. Aynı dayısına benziyor. Kızım adını Emir koyacağını söylediğinde, 'Niye Ediz koymuyorsun?' demiş. Şimdi oğlumun göremediği yeğenini, torunumu Ediz diye seveceğim. 

- En son ne zaman gördünüz? 
- A.B: Bayramda geldi. Eski evimiz, onun odası resimleri asılı halde duruyor. Ediz gelecek diye temizlettim bayramda. Öldüğü hafta sonu gelecekti, gelemedi. Bayramda geldiğinde ilginç bir şey yaşamışlar. Engin anlatsana...
- E.B: Birlikte dedemin mezarına gittik. Dönerken bir mezar taşını gördü, çok etkilendi, şöyle yazıyordu; 'Ben de dün senin gibi oradaydım, ama şimdi Mevla'nın yanında.' Bu yazıyı okuduktan sonra gariptir, onu gömdüğümüz boş mezarı işaret edip, 'Biz de orada olacağız,' dedi.
- E.B: Biz onun büyüğüydük ama o bizden daha olgundu.

- Şimdi son durum ne?
- E.B: 5 Ekim'de otopsi sonuçları ortaya çıkacak. Şu an bildiklerimiz bize anlatılanlar kadar.


- En sevindiği an hangisiydi küçükken?
- A.B: Bursaspor'un altyapı seçmeleri vardı. Birlikte gittik, dualar ettim ama ümidim de yok, binlerce çocuk var. 'Nasıl olacak, bunların arasından nasıl seçilecek,' diye endişeliydim. Ama o binlerce kişi arasından seçildi. Sevinçten havalara uçtu. Minibüsle eve döndük, yoldaki sevincini anlatamam. O zaman 10 yaşındaydı. Yere, göğe sığmıyoruz. Yolda bana sözler veriyor, 'Anne seni yaşatacağım, Allah sakatlık vermesin, seni çok mutlu edeceğim,' deyip duruyor, Bursaspor formasını öpüyor. Ama maddi durumumuz çok kötü, altyapıda da para falan vermiyorlar. 10 yaşındaki haliyle, yürüyerek, karda kışta 10 kilometre giderdi. Beş kuruş almıyordu. Ellerinin ucu morarmış gelirdi eve. Şofbeni açamıyordum eve geldiğinde, tüp bitecek diye. İki çocuk daha var, okuyorlar. Dershaneleri var, nasıl yetişeceğimi bilemiyordum. Bulup buluşturuyordum. Çamur içinde geliyordu, akşam yıkıyordum eşofmanlarını, kramponlarını, sobanın üstünde kurutup sabaha yetiştiriyordum. O kadar çok çabaladı, o kadar zorlandı ki... Yedek eşofmanı yoktu o derece.


- İdolü kimdi? 
- A.B: Hakan Şükür ve Ertuğrul Sağlam'dı. 

- İstediği yere geldi mi? 
- A.B: Geldi, daha da yolu vardı. Milli takımda olmak istiyordu. Ankaraspor'un yeri ayrıydı Ediz için. Eskişehirspor'a gittiğinde çok sevindik biz. Ama o Ankaraspor'u yüz üstü bırakmak istemiyordu. Maçta yedekte kalıyordu, onu teselli ediyorduk. 

- Siz sık sık konuşur muydunuz? 
- A.B: Tabii konuşmadığımız gün yok. Günde birkaç kez konuşurduk. Ben tansiyon hastasıyım. Beni durmadan arardı o yüzden, bana bir şey olmasından korkardı. O benden korkarken, yavrum gitti...

- Size maddi olarak yardım ediyordu sanırım... 
- A.B: Her şeyimizi o aldı, oturduğumuz evi de. Her şeyi benim üzerime yapardı. En son araba aldı, onu bile benim üzerime yaptı. Her şeyi biz onda gördük. Restoranı var Ankara'da. O kazanıp yeme derdinde değildi. Bizi rahat ettirme derdindeydi. Çok hayırlı evlattı. Ağabeyi Engin tarih öğretmenliği mezunu. Ona 'Sen öğretmenlik yapma, Ankara'da restoranın başına getireceğim seni,' dedi.


- Engin B: Bizim son altı senemiz hep birlikte geçti. Ben Ankara'da hep onun yanındaydım. Ediz bir masaya oturdu mu, sohbetiyle girdap gibi sizi içine çeker ve kalbinizde bir taht kurar, öyle birisidir. En son bir araba almaya niyetlendi bana 'Abi evleniyor muyuz?' dedi. Ben de 'Eninde sonunda evleneceğiz ama ben şimdi düşünmüyorum,' dedim. O 'Ben de düşünmüyorum, o zaman bu arabayı gönül rahatlığıyla alalım,' dedi. Yani eğer evleneceksek boşuna para harcamayalım demek istiyordu. 

- Ne araba aldı?
- E.B: Porsche... Bir arkadaşından aldı. Annemin üzerine yaptı zaten. Ama ona da doya doya binemedi.

- Bir rahatsızlığı var mıydı?
- E.B: Hiçbir şeyi yoktu.

- Enerji içeceği içtiği söyleniyor...
- A.B: Hayır kesinlikle. Eve geldi bayramda, kola içmiyor, çay içmiyor, ben de marketten enerji içeceği almışım bana 'Anne ben bunlardan içmiyorum, niye aldın?' dedi. O içecek buzdolabında haftalarca kaldı, babası içti geçenlerde. Benim oğlum namaz kılan, alkol almayan biriydi. 10 yaşından beri namaz kılardı.
- E.B: Hayır enerji içeceği içmiyordu Ediz. Ama kendini çok zorluyordu. Yedek kulübesinde olduğu maçta bile, gece kalkıp koşu yapıyordu. Kilo vermişti son dönemde. Servet'in onun pozisyonuna gelişi ve kaptan olması biraz geriyordu onu. Çünkü o milli takımda oynamak istiyordu, hırs yapmıştı.



***


Günün birinde Eskişehir'de eski stadın karşısındaki Kıbrıs Şehitliği'nin önünden arabayla geçerken, müziğin sesini ve camları açtım. Yan koltukta oturan arkadaşım uyardı, "mezarlıktan geçiyoruz" diye. "İşte bunun için camları ve müziğin sesini açtım" dedim, "ruhlara şarkı dinletmek için". O yüzden "böyle bir yazının arkasından da şarkı olur mu" demeyin. Her yazıdan sonra şarkı söylemek blogun prensibi. Hem belki ruhlara da iyi gelir. 1970 yılından bir şarkıyla bitirelim. Seni unutturmayacağız Ediz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder